Popüler Yayınlar

5 Mart 2016 Cumartesi

TEFSİR TARİHİ VE ÇEŞİTLERİ (Tefsirin Doğuşu ve Gelişimi, Sahebe ve Tabiin Tefsiri, Tefsir Çeşitleri Rivayet ve Dirayet Tefsiri)


TEFSİR TARİHİ VE ÇEŞİTLERİ

ÖZET


 

مَنْ قال في القرآنِ بِغَيْرِ عِلْمٍ فَلْيَتَبَوَّاْ مَقْعَدَه مِنَ النَّارِ

Kur’an hakkında ilmi olmaksızın söz söyleyen,cehennemdeki yerini hazırlasın.

مَنْ قال في القرآنِ بِرَاْيِهِ فَاَصَابَ فَقَدْ اَخْطَاَ

Kendi re’yiyle Kur’an hakkında söz söyleyen kimse,isabet etse bile hata etmiştir.
( Tirmizi tefsiril Kur’an ı)


TEFSİR
   Tefsir kelimesi فَسَرَ veya taklib tarikiyle (yani herhangi bir kelimede bulunan harflerin yerlerini değiştirmek suretiyle yeni bir kelime oluşturma) سَفَرَ kökünden تفعيل vezninde bir mastardır. فسر sözlükte, bir şeyi açıklamak,ortaya çıkartmak ve kapalı bir şeyi açmak gibi anlamlara gelmektedir. سفر ise aydınlatmak,ortaya çıkarmak,üzerindeki örtüyü kaldırmak gibi manalarda kullanılmaktadır.Bundan dolayıdır ki kadın yüzünü açtığında Araplar
سَفَرَتْ المَرْأَةُ عَنْ وَجْهِها derler. Yani tefsir kelimesinin bu iki kökten türediği ileri sürülmüştür.
    "تفسير" kelimesi, "فسر" kökünden türediğini varsayarsak, "تفعيل" babından mastardır. فَسَرَ, örtülü bir şeyi açmak, açık­lamak ve ortaya çıkarmak mânâlarına gelir. Ancak bu kelime çokluk mânâsına delâlet eden "تفعيل" kalıbından geldiği için "fesr"in kuvvetlisidir ki, iyice açmak, açıklığa çıkarmak ve izah etmek demektir.
Tefsirciler, tefsirin ıstılahî mânâsını çeşitli şekillerde tarif et­mişlerdir.
   Tefsir; insan gücü ve arap dilinin verdiği imkan nisbetinde Allah’ın muradına delalet etmesi bakımından Kuran metninin içerdiği manaları ortaya çıkartmaktır. Tefsir; insan gücünün yettiği kadarıyla Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın murâdını araştıran bir ilimdir Tanımda, "insan gücü­nün yettiği kadarıyla" diye kayıtlama yapmak gerekmektedir. Çünkü insanın, Allah'ın murâdını tam olarak anlamaya gücü yetmez.
    Bazıları da tefsiri şöyle tanımlamışlardır: "Ayetlerin inişlerini, durumlarını ve kıssalarını, nüzul sebeplerini, sonra Mekkî ve Medenî, muhkem ve müteşâbih, nâsih ve mensûh, hass ve âmm, mutlak ve mukayyed, mücmel ve müfesser oluşlarını, helâli haramı, va'di ve vaîdi, emri ve nehyi, ibret ve emsali gösteren bir ilimdir."  
     Tefsir ilminin konusu, bütünüyle Kur'ân âyetleridir. Tefsir, Kur'ân'in bütün âyetlerini ve kelimelerini araştırma konusu ya­par. Bu ilmin gayesi; gerek bu dünyada, gerekse öbür dünyada kişilerin selâmete ve saadete ulaşmalarını sağlamak için Allah'ın kitabını, O'nun ifâde etmek istediği maksada yakın olarak anla­mak, anlatmak ve faydalı sonuçlar çıkarmaya çalışmaktır.

TE’VİL
تَأْويل     kelimesi اَوَلَ kökünden tefil babında mastardır.Döndürmek ve herhangi bir şeyi varacağı yere vardırmak anlamlarına gelir.
    Istılah manası: Meşru bir sebep veya delilden dolayı, herhangi bir ayeti ya da kelimeyi zahiri manasından alıp, kendisinden önceki ve sonraki ayete mutabık olarak yani bağlamından koparmadan kitap ve sünnete uygun manalardan birine hamletmektir.
    Mâturîdî'ye göre Tefsir: Ayetten murat olunan mânânın öyle olduğunu kesin olarak söylemek ve o mânânın kastedildiğine Allah'ı şahit tut­maktır. Bu şekilde yapılan tefsir, şayet kesin bir delile dayanı­yorsa sahihtir; dayanmıyorsa, yasaklanmış olan re'y tefsiridir. Te'vil ise: Kesin kaydıyla söylemeden ve Yüce Allah'ı şahit tut­madan, ayetin muhtemel olduğu mânâlardan birini tercih et­mektir.
     İslam bilginlerinin çoğunluğuna göre naslardan hüküm çıkarmada esas olan,te’vile gitmemektir.Yani nasların zahiri manalarıyla amel etmek vaciptir ve kuvvetli delil olmadıkça zahiri manalarını bırakıp te’vile gitmek caiz değildir.Söz gelimi genel manalı bir nas, kendisini tahsis eden hususi bir nas olmadıkça umum anlamı taşır. Nur suresi 2.ayette
الزانية والزاني فاجلدوا كل واحد منهما مئة جلدة Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz değnek vurun. Peygamberimiz (s.a.v.)bu emri bekarlara tahsis etmiş, evli olan erkek ve kadın için ise recm cezasını tespit etmiştir.(İbni mace hudud 7;Müslim hudud 13;Ebu Davut hudud 23) Mesela bu ayette kendisini tahsis eden bir nas var.Bu şekilde bir nas bulunmazsa ayetteki hüküm umum anlamı taşır.Yine mutlak manalı bir nas da takyid edici bir nas olmadığı müddetçe mutlak anlam taşır. Maide 38.ayette والسارق والسارقة فقطعوا ايديهما bu ayette ellerini kesiniz ayeti mutlak bir ayettir. Yani hırsızın hangi elinin ve nereden kesileceği belirtilmemiştir. Ayetteki bu mutlaklık, sünnet tarafından  sağ elin bilekten kesileceği şeklinde takyit edilmiştir, kayıtlanmıştır. (Müsned 2.177) Mesela bu ayette de kendisini takyit eden bir nas var.Yani ayet kendisini bu örnekteki gibi takyit edici bir nas olmadığı sürece mutlak anlam taşır. Emirler de aynı şekilde aksi bir delil bulunmadıkça vucub ifade eder.
    Ancak birbiriyle anlam yönüyle çelişir gibi görünen (ayetler asla birbiriyle çelişmezler, cahiller onların çeliştiğini zannederler) müşkil ayetlerin ve müteşabih nasların açıklığa kavuşturulması gibi durumlarda da te’vil kaçınılmazdır. İşte bu hallerde de bir takım şartların göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Şartları:
1-Te’vile esas olan mananın,mecaz yoluyla da olsa lafzın kendisine delalet ettiği manalardan olması gerekir.
2-Te’vil,lafzın ilk akla gelen zahiri anlamından başka manada yorumlanmasına imkan taşıyan şer’i bir delile dayanmalıdır.
3-Yapılan te’vilin manası,açık bir nassa muhalif olmamalı, ters düşmemelidir.
TE’VİL ÇEŞİTLERİ
a)      Beyani Te’vil : Kur’an yorumu için en uygun olan te’vil yöntemidir. Daha çok
kelmacıların, fakihlerin,müfessirlerin ve dilcilerin yaptığı bir yorum yöntemidir. Arap dilinin kuralları dahilinde hareket ederek Kur’an’dan anlamlar üretmek olarak tanımlanmaktadır. Beyani Te’vil müçtehidin,fakihin,müfessirin ilahi iradeyi keşfetme çabasıdır. Beyani Te’vile örnek verecek olursak: Enam suresi 18.ayette geçen فوق kelimesi gösterilebilir.
وهو القاهر فوق عباده-وهو الحكيم الخبير Kulların fevkinde kahir ancak o dur.Hakim de habir de yine ancak odur. Burada geçen فوق kelimesine kuvvet ve kudret manası vermişlerdir.Eşsiz bir güç, galibiyet ve tasarrufa sahip olan manası vermişlerdir. Haşa Allah için yön manası vermemişlerdir.Yine Araf suresi 54.ayetteki istiva kelimesine Allah’ın, yarattığı bütün varlıklar üzerinde sonsuz bir saltanat ve hakimiyet ile işleri düzenleyip icra etmesi şeklinde yorumlamışlardır. ثم استوى علي العرش  bu ayete müşebbihe gibi mana vermemişlerdir.
     Görüldüğü gibi  bütün bu yaklaşımlar zahiren dil ve lugata da aykırılık arzetmemekle beraber fakihlerin,müfessirlerin ilahi iradeyi keşfetme çabasıdır. İslam alimlerinin çoğunluğuna göre Beyani Te’vil Kur’an ve sahih sünnet naslarına aykırı değildir. Beyani Te’vilde kesinlikle akıl naklin önüne geçirilmez.
       b) İrfani Te’vil: Tasavvuf erbabının kalbine sezgi,keşif ve ilham yoluyla doğan bir bilgi türüdür.Bu da onların tedebbür,teemmül,tefekkür ve tezekkür gibi kavramlarla ifade edilen bir manevi tecrübeyi içselleştirmelerinin bir sonucudur.Yani mutasavvıflar Kur’an okuyarak onun derin anlamları üzerinde düşünceye dalmak (tedebbür), dış dünyanın bağlantılarından olabildiğince sıyrılarak ilahi ve ezeli hakikatler üzerinde yoğun biçimde kafa yormak (teemmül), eşyanın yaratılış hikmeti yahut Allah’ın nimetleri üzerinde düşünmek (tefekkür) suretiyle bir tür te’vile ulaşırlar. Bu te’vil kalbe doğduğu için burada ayetlere uygunluğa pek bakmamaktadırlar. Bazı tasavvufçular,te’vil yaparken ayetlerin manalarının tamamen dışına çıkmışlar ve ayetlere ehli sünnet inancının asla kabul edemeyeceği batıni anlamlar yüklemişlerdir. İşari tefsirde bu konuya tekrar değinilecektir. Kısaca irfani te’vil tasavvuf erbabının kalbine doğan anlamlardan ibarettir.Bunda da hiçbir ölçü ve sınır söz konusu değildir. Bu sebeple Beyani Te’vilin yerini asla tutmaz.
      c) Burhani Te’vil: Nasları aklın ve dilin örfi kullanımı dahilinde yorumlamayı esas almaktadır. Burhani Te’vil, naslarla aklın çelişmesi durumunda ve nasların akla uygun düşüp düşmediği gibi hususlarda tek ölçü olarak aklı kabul etmektedir. Bu te’vil tarzı filozofların benimsediği te’vil tarzıdır.
TE’VİL İLE TEFSİR ARASINDAKİ FARKLAR
   İlk dönemlerde birbirlerinin yerine kullanılmalarına rağmen te’vil ile tefsir arasında bir takım farklar bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür.
1.Te'vil'de, tefsir lafzında olduğu gibi, anlamın doğruluğun­da kesinlik yoktur. Tefsirde, "Allah Teâlâ şu ibareden şu hük­mü, şu mânâyı murat etmiştir" diye kesin hüküm vardır. Bu cihetle tefsir kat'î bir delile ve şari'in beyanına tevakkuf eder. Böyle kat'î bir delile dayanmazsa re'y ile tefsir olur ki, bu şer'an menedilmiştir. Te'vil ise, lafızdan murad-ı ilâhiyyeyi be­yanda kat'iyet bulunmayarak lafzın ihtimallerinden birini tercih­ten ibarettir.
2.Te'vilde, Allah'ı şahit göstermek yoktur. Zira te'vil eden, murat edilen şeyden haber vermemekte ve "Allah bununla şunu murat veya kastetmiştir" dememekte, fakat, "bu söz insan­ların konuşmalarında şu vecihlere yönelir ve Allah da en iyi bilir" demektedir.
3.Tefsir lafzın taşıdığı zahiri manayı, te’vil ise batıni manayı beyan eder.Yani tefsir, lafzın sözlük anlamı çerçevesinde sadece lafzın zahirini açıklar.Te’vil ise,lafızlarda kastedilen mananın ötesine geçerek batini anlamları ortaya çıkarır.
4-Alimlerin ekserisinin ifadelerinden anlaşıldığına göre tefsir rivayete, te’vil ise dirayete yani akla dayanmaktadır.Yüce Allah’ın kati olarak muradının tayin edilmesi Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) beyanına ve ayetlerin inişini müşahede eden, Peygamberimiz (s.a.v) ile münasebeti olan sahabenin nakline bağlıdır. Te’vilde ise, bir delile dayanarak lafzın muhtemel olduğu manalardan birinin tercihi söz konusudur.Fakat bu yorumcunun nakilden tamamen bağımsız hareket edeceği anlamına gelmez. Aksi halde te’vil yapan kimse metni kendi şahsi istekleri ve eğilimleri yönünde yorumlama cihetine gitmiş olur ki, bu da geçmiş dönem alimlerinin dediği gibi sakıncalı bir te’vil sayılır.Yani Te’vilde, bir delile dayanarak lafzın muhtemel olduğu manalardan birinin tercihi söz konusudur.Tercih bir içtihada dayanır. Lafızların müfredatı ve Arapların üsluplarına vukuf ve bunlardan mana istinbat etme kabiliyeti, bu içtihadın esaslı unsurlarındandır.
5- Tefsir, kelimenin kesin anlamı, te'vil ise, kesinlik olmadan kelimenin taşıdığı anlamlardan birini tercih etmektir.
    Bütün bu söylediklerimizden hareketle tefsir; sebeb-i nüzul, nesih, kırâat ve rivayet ilimleri gibi bazı ilimleri bilmeye bağlıdır. Bu ilimleri bilen kimseler tefsir yapabilir. Te'vil ise; îlâhî mevhibeye, bu husustaki meleke, tedebbür ve birikime bağlıdır. Onun için bunlar her müfessire nasip olmayabilir. Dolayısıyla te'vil yapan bir kimsenin te'vilinin sahih olabilmesi için tefsiri bilmesi gerekir, fakat bu her müfessir te'vil yapabilir demek değildir. Çünkü bu Allah'ın bir lütfudur ve onu istediğine verir.
    Meselâ Peygamber Efendimiz'in ashabının çoğunluğu az-çok Kur'ân tefsirini biliyordu. Ama tefsiri ile beraber Te'vilini bilen çok azdı. Bunların başında da Peygamberimizin (s.a.v)
اللهُمّ فَقِهْهُ في الدِّين و عَلِّمْه التّاْويلَ  "Allahım O'nu dinde fakîh (anlayışlı) kıl ve O'na te'vili öğret." duasına mazhar olan İbn Abbas gelmektedir.(Buhari Fedaili eshabinnebi 24;Müsned 1,269)
     Buhârî'nin rivayetine göre, İbn Abbâs (r.ah) dedi ki: "Hz. Ömer (r.ah) beni Bedir savaşına katılmış Sahabenin ileri gelenleri ile birlikte (sohbet ve istişare meclislerine) alıyordu. Bu hâl, sanki, birilerinin zoruna gitmişti: "Bunu niye bizimle birlikte cemaate alıyorsun, bizim onun kadar çocuklarımız var?" diye Hz. Ömer'e şikayette bulunanlar oldu. Hz. Ömer onlara: "Onun kim­lerden olduğunu biliyorsunuz" diye cevap ver(ip geçiştir)di.
    Bir gün beni çağırıp yine onlarla birlikte meclise aldı. Bu se­fer, sırf beni(m liyâkatimi) onlara göstermek için beni çağırdığını anlamıştım. Hz. Ömer (r.ah): "Cenab-ı Hakk'ın اذا جاء نصر الله
 Izâ câe nasrullahi ve'l-fethu kavl-i şerifi hakkında ne dersiniz?" diye sordu. Cema­atten bazıları: 'Yardıma ve fethe mazhar olduğumuz zaman Allah'a hamdetmek ve istiğfarda bulunmakla emrolunduk" diye cevap verdi. Bazıları hiçbir şey söylemedi.
    Hz. Ömer (r.ah) bana dönerek: "Ey İbn Abbâs, sen de mi böyle söylüyorsun?" dedi. Ben: "Hayır" dedim ve sustum. Hz. Ömer: "Öyleyse söyle, sen ne diyorsun?" diye bana söz verdi. Ben dedim ki: "Bu sûre Resûlullah'ın (s.a.v) ecelidir, kendisine bu sûre ile haber verilmiştir. Bu sûrede Cenab-ı Hak (Resulüne şöyle demiştir): "Allah'ın nusreti ve fethi geldiği zaman, bil ki bu senin ecelinin artık yakınlığına işarettir. Öyle ise hamdederek Rabbini tesbih et ve ona istiğfarda bulun. O tövbeleri kabul edicidir."
   Bu te'vil üzerine Hz. Ömer: "Bundan ben de senin söyledi­ğini anlıyorum" dedi.(Buhari Tefsir 4, Menakıb 25,Megazi 50,85; Tirmizi Tefsir Feth 3359) Bu rivayette, Bedir ashabı olan yaşlı Sahabeler, Nasr sûresi­ni zahirî mânâsı üzerine sahih bir şekilde tefsir etmişlerdir. İbn Abbas da bu tefsiri bilmekle beraber, tefsirin bir adım ötesine geçerek âyetleri te'vil etmiştir.
    Te’vili özetleyecek olursak,kısaca tefsirin bittiği yerde te’vil başlar diyebiliriz.Bu ayetler genellikle müteşabih ayetlerdir.يد الله فوق ايديهم   eğer bu ayete Allah’ın eli diye mana verilecek olursa ليس كمثله شئٌ  bu ayetle aralarında haşa uyumsuzluk olur.Öyle ise burada te’vile gitmek gerekir.Müteşabih ayetlerde Ehli hadis dediğimiz Selef alimleri tevakkufu seçmişlerdir.      Sözlükte  önce gelmek, geçmek, geçmişte kalmak'' anlamındaki selef kelimesinden gelen selefiyye 'geçmiş insanlar ,soy,fazilet ve ilim bakımından önce gelip geçenler' demektir.    Selef, terim olarak ilim ve fazilet açısından Müslümanların önderleri sayılan ashap ve tabiin için kullanılır.
     Selef alimleri, Kur'an ve sünnette yani nasta Allah'ın sıfatları ve fiilleri ile ilgili hususları, mecazi manasına bakmaksızın, olduğu gibi kabul ederler. Bu nedenle selef akidesi, halk tabakası için en sade ve güvenilir bir yol olarak kabul edilmiştir.Bunlar mesela Allah’ın eli ayetine Allah’ın eli vardır ama ben bu elin ne olduğunu bilmem,mahiyetini bilmem.Bana düşen buna bila sual inanmaktır derler. Ehli hadis yani selef alimleri bu tür ayetlerde te’vilden kaçınmış ve tevakkuf etmiştir yani susmuştur.Selef bu gibi ayet ve hadislerin manaları üzerinde durup düşünmeyi sakıncalı bulmuş ve bunların tefsirleriyle ilgili sorular sormayı bidat görmüşlerdir.Hz.Ömer’in müteşabih ayetlerin tefsiriyle uğraşan ve her fırsatta bu ayetleri gündeme getiren Sabit bin.Isl’ı cezalandırması(Muvatta cihat 10) bu hassasiyetin daha sahabe döneminde başladığını göstermektedir.
    İmam Malik Hz.lerine bir adam Rahman arşa istiva etti ayetinde geçen istivanın keyfiyetini sorar.Soruya kızan imam bu kimseye:’’İstiva malum,fakat keyfiyeti anlaşılabilir değildir.Bu tür sorular bidat, bu ayette geçene iman vaciptir.’’ cevabını verip o kimseyi yanından uzaklaştırır.
    Müşebbihe,mücessimenin görüşü:Allah’ü Teala’yı mahlukata veya mahlukatı Allah’a benzetme sonucuna götüren inancı benimseyen guruba verilen isimdir.Bu sapık zümre müteşabih ayetlere muhkem ayetler gibi mana vermişlerdir.Yani bunlar haşa Allah’ın eli vardır ve bu el bizim elimiz gibidir derler.
   Te’vile giden Halef alimleri:Müteşabih ayet ve hadisleri Allah Teala’ya mekan,cihet ve suret gibi noksanlıklar isnat etmeye delil gösteren fırkaların delillerini çürütmek ve insanların zihnini Allah’a cisim isnat etmekten uzaklaştırmak için,Arap dilinin kuralları çerçevesinde ve muhkem ayetler ışığında sahih te’villerle te’vil etmeye çalışmışlardır.Mesela Taha suresi 5.ayette geçen Allah’ü Teala’nın arşa istivasını,hakimiyet ve kudretinin arşı kuşatarak bütün kainatı içine alması manası vermişlerdir. Yed yani el kelimesinin diğer anlamları güç,kudret,yardım,zafer, destektir diyerek mücessimeye kaçmadan mana vermişlerdir.
    Kısaca Selef alimlerinin yolu ayetleri te’vil etmemek olup daha güvenceli bir yoldur.Halef alimlerinin yolu ise ayetleri te’vil ederek insanların yanlış itikatlar edinmesini önlemek olup daha sağlam bir yoldur.Her iki yol da Ehli Sünnet’in yoludur.

TERCÜME
Lugat manası:Bir kelamı bir dilden başka bir dile çevirmek,bir bab’a unvan koymak,bir kimsenin hayatını anlatması,kendisine ulaşılamayan kişiye sözü tebliğ etmek gibi anlamlara gelir.
Istılah manası: Bir dildeki belli parçada bulunan anlamın başka bir dildeki belli bir metinde yeniden kurulmasını sağlayacak biçimde girişilen lisanla alakalı bir aktarma işlemidir.Yani bir kelamın manasını diğer bir lisanda dengi bir tabir ile aynen ifade etmektir.
Tecüme iki çeşittir.Harfi tercüme ve Tefsiri tercüme.


Harfi Tercüme (lafzi tercüme): Bu terc üme nazmında ve tertibinde aslına benzemesi gözetilen tercümedir.Bu şekildeki tercüme,tercüme edilecek metindeki her kelimenin birer birer ele alınıp, onların yerine geçebilecek diğer dildeki lafızların her yönden gözden geçirilerek yerine konulması şeklinde yapılan bir tercümedir.Bu bakımdan çoğunlukla bu tür bir tercüme,asıl metnin anlamını çok zor aksettirmektedir.Onun içindir ki,bu tercüme tarzı edebi eserlerde, özellikle Kur’an-ı Kerim’de kullanımı son derece güç, hatta bazen imkansız görülen bir tercümedir. انا نحن نزلنا الذكر وانا له لحافظون  Hicr 9.ayet: ‘’Şüphesiz Kur’anı biz indirdik, muhakkak onu yine biz koruyacağız.’’ Şeklinde tercüme edilir.Halbuki söz konusu ayetin Muhakkak onu biz koruyacağız cümlesinde üç tane te’kid unsuru vardır.Bunlar İnne,te’kid lamı ve cümlenin isim cümlesi olarak zikredilmesidir.Yani mana şöyledir:’’şüphesiz,muhakkak surette onu biz kesin olarak koruyacağız.’’Ancak bu şekilde üç te’kid unsurunu peş peşe söylemek Türkçede çok bozuk bir edebi uslüb olacaktır.Kur’an-ı belağat,fesahat,icaz ve üslubuyla başka bir dile harfi tercüme yoluyla tam ve doğru bir şekilde tercüme etmek mümkün değildir.

Tefsiri Tercüme (manevi tercüme): Asıl dildeki kelimelerin tertibine ve nazmına bağlı kalmaksızın herhangi bir sözün anlamını bazı şerh ve izahlarla başka bir dile nakletmektir. Bu tercüme tarzında önemli olan, tercüme edilecek metindeki gaye ve maksatların güzel bir şekilde ifade edilebilmesidir.

MEAL:Meal kelimesi de, te'vil kelimesi gibi "evl" kökünden türe­miş "mimli masdar", ya da bir şeyin varacağı yer ve gaye mâ­nâsında "ism-i mekân"dır. Te'vilden meydana gelen (elde edi­len) ürün demektir. Ayrıca, "bir şeyi eksiltmek" mânâsını da içermektedir.
     Kur'ân-ı Kerim'in lafzî olarak tam bir tercümesi yapılamaya­cağına göre, O'nu sadece aslına yakın bir şekilde ifâde etmeye çalışılmış ve buna Kur'ân'm tercümesi denmekten kaçınılmış, tercüme yerine meal lafzı kullanılmıştır.
     İstılahta, bir sözün mânâsının her yönü ile aynen değil de, biraz noksanı ile ifade edilmesine meal denir. İşte Kur'ân-ı Ke­rim tercümesi için kullanılan meal kelimesi, O'nu, aynen tercü­meye imkân olmadığına, daha doğrusu yapılan işte bir eksikli­ğin mevcut olduğunu belirtmek içindir.
Kur’an-ı Azimüşşan’a yapılan tercümeler tıpa tıp aslın yerini tutamayacağı için, bazı yönlerden tercümenin eksik kaldığını belirtmek ve Kur’an-ı aynen tercümeye imkan olmadığını açıklamak için Meal kelimesi isim olarak özellikle kullanılmalıdır.Zira tercüme aslın yerini tutar,meal ise aslın yerini tutmaz.Meal,sözün biraz eksiğiyle başka bir dile aktarılmasıdır.

Müfessirin Bilmesi Gereken İlimler
     Her canı isteyen tefsir yazabilir mi? Ayetleri yorumlayabilir mi? Mesuliyetli bir iş olan Kur’an tefsiri için uyulması gereken bazı şartlar vardır.Bunları sıralayacak olursak:
1-Sahih bir itikad ve kuvvetli bir imana sahip olmalıdır. Peygamberimiz (s.a.v) in sünnetine sıkı sıkıya bağlı olmalıdır.İlhad erbabının yazdığı tefsirler,İslamı tahrib gibi haince bir maksat için yazıldığından onları okumak hiçbir şekilde caiz değildir.
2-Başta sarf,nahiv ve iştikak ilmini iyi bilmesi ve Arapçaya çok iyi vakıf olması gerekir. Mücahid hz.leri şöyle demiştir:’’Allah’a iman eden bir insan için Arapçayı bilmedikçe Kelamullah hakkında söz söylemesi helal olmaz.’’
3-Belağat ilmini (meani,beyan,bedi) çok iyi bilmesi gerekir.
4-Hadis ve hadis usulü ilmini bilmesi gerekir.
5-Fıkıh ve fıkıh usulü ilmini bilmesi gerekir.
6-Kur’an ilimlerini bilmesi gerekir.(Esbab-ı nüzul,nasih-mensuh,muhkem-müteşabih vb)
7-Kıraat ilmi
8-Kelam ilmi
9-Hz.Peygamberimiz (s.a.v.) in siyeri.Bu konuyu derinlemesine bilmesi gerekir.İslam tarihindeki olaylar ve savaşlarla ilgili ayetlerin iyice değerlendirilebilmesinde bunun büyük bir önemi vardır.Efendimiz (s.a.v) hakkında bilgisiz olan bir müffesir, yaptığı çalışmalarda nasıl güvenilir olabilir?
10-Sosyoloji,psikoloji,astronomi,fizik,kimya,tıp,tarih gibi ilimleri bilmesi gerekir.
   Güvenilir bir tefsir için en azından bu ilimleri bilmek gerekir. Bu ilimlerden yoksun kimselerin yapacağı tefsirler, hatalarla dolu olacağı gibi, aynı zamanda ilmî ciddiyetten de uzak olacaktır. Çağımızın büyük hastalığı olan ‘’Kur’an anlaşılmak içindir.Meali elimize alıp biz de anlayalım ve yorumda bulunalım,tefsire bakmaya ne gerek var’’ anlayışı çok sakıncalı ve yanlış bir anlayıştır. Kur’an hakkında ehli olmayan kimsenin yorum yapması caiz değildir.

TEFSİRİN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ
    Kur’an’ın tebliğinde olduğu gibi tefsirinde de ilk muhatap Hz.Peygamberimiz (sav) dir.Yani tefsirin ortaya çıkış süreci Peygamberimiz (sav) ile başlamış ondan sonra ashab ve tabiun dönemlerinde Müslüman alimler Kur’an rehberliğinde bir hayat kurma düşüncesiyle kendi zihin dünyalarında tefsire müstesna bir yer vermişlerdir.
A-Hz.Peygamberimiz (s.a.v) in Tefsiri:İlk muhataplar,ana dilleri Arapça olduğu için Kur’anı genel çerçeve itibariyle anlama imkanına sahip iseler de bazen anlamadıkları yerler olurdu. Anlamadıkları yerleri Efendimiz (s.a.v) e sorarlardı. Efendimiz (s.a.v) ayetleri tefsir ederken farklı metotlar kullanırdı.
1-Ayet okuyarak tefsir ederdi.Ashabını bilgilendirmek amacıyla kıraat esnasında veya hutbe irad ederek tefsir ederdi.Tevbe 31.ayette اتخذوا احبارهم ... (Yahudi ve Hristiyanlar)Allah’ı bırakarak hahamlarını ve papazlarını rab edindiler’’ ayetini okuyarak rab edinmeyi,Yahudi ve Hristiyanların kendi din bilginlerinin helal kıldığı şeyi helal,haram kıldıklarını da haram saymaları şeklinde beyan etmiştir.(Bakınız Razi ve İbni Kesir ilgili ayet tefsiri)
2-Ashabına soru sorarak tefsir etmesi: Efendimiz (s.a.v) Bu ayetin manası nedir bilir misiniz? Bu ayet ne hakkında nazil olmuştur bilir misiniz? şeklinde sorular sorarak muhataplarının dikkatini çekerek ayetleri açıklardı. Birgün Zilzal suresi 4.ayeti يوم اذ تحدث أخبارها ...  okuyarak ‘’Onun haberleri nedir bilir misiniz?’’ diye sormuştur.Cevap olarak ‘’onun haberleri,sırtında taşıdığı her erkek ve kadın hakkında o falan gün falan şeyi yaptı diyerek şahitlik etmesidir.’’ Buyurmuştur. (İbni Kesir ilgili ayetin tefsiri)
3-Sözünü delillendirmek maksadıyla tefsir etmesi: Peygamberimiz (s.a.v) bir hususu beyan ederken mana bakımından ilgili gördüğü başka bir ayeti okur ve onu açıklardı.
4-Sahabelerin soruları üzerine tefsir etmesi: Mesela Peygamberimiz (s.a.v) e عسي ان يبعثك... ayetindeki (İsra 79) makamın ne olduğu sorulunca, Peygamberimiz (s.a.v) onun şefaat makamı olduğunu beyan etmiştir. (Tirmizi,Tefsir 17)

Peygamberimiz (s.a.v) in Kur’an-ı Tefsir Yöntemleri
    Allah’ü Teala namazı,orucu,haccı,zekatı farz kılmış;ancak bunların nasıl yapılacağını, şartlarını,manilerini açıklama işini sünnete bırakmıştır.Ayrıca avlanma,hayvanları boğazlama, nikah,talak vb. birtakım hususlar aynı şekilde sünnetle açıklanmıştır.İşte Sünnet,Kur’an-ı açıklamaya yönelik bu misyonunu gelişi güzel değil belli bir yöntemle gerçekleştirmiştir ki, bunları şöyle sıralamak mümkündür.
1-Mücmelin Tebyini   2- Mübhemin Tafsili  3- Mutlakın Takyidi  4- Müşkilin Tavzihi
1-Mücmelin Tebyini (Beyan etmesi,açıklaması): Mücmel,kendisinden ne kastedildiği kapalı olup anlaşılması için ilave bir beyana ihtiyaç duyan lafız demektir. Peygamberimiz (s.a.v) in açıkladığı nasların başında ahkam, gayb,yaratılış,kader,kıyamet vb.konuları içeren ayetler gelmektedir.Mücmelin tebyinine bir örnek verecek olursak mutaffifin 14.ayette كلا بل ران علي قلوبهم ... Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini paslandırmıştır.’’ Bu ayette kalbin paslanması nasıl olur? Bu ayeti Ebu Hureyre r.ah naklettiği bir hadise göre Peygamberimiz (s.a.v) : Kul bir günah işledi mi onun kalbine siyah bir nokta konulur.O bunu tevbe ve istiğfar ile koparıp attığı zaman kalbi cilalandırılır.Ancak tekrar günah işlerse siyah noktalar artırılır. Nihayet onlar kalbini tamamen kuşatır.İşte bu Yüce Allah’ın Kur’an’da buyurmuş olduğu pastır.’’ Şeklinde beyanıyla pasın ne olduğunu açıklamıştır.(Ahmed b.Hanbel,Müsned vıı,240)
Yine maide 38.ayette hırsızın elini kesin ayetini Peygamberimiz (s.a.v) tahsis ve tebyin etmiş ve Çeyrek dinar veya daha fazla miktar çalanın eli kesilir buyurmuştur.(E.Davut Hudud 11)
2-Mübhemin Tafsili: Kur’an-ı Kerim’de herhangi bir sebeple kapalı ve muğlak bırakılan, haklarında kat’i izahın ancak nakle bağlı olduğu mübhem hususlar Peygamberimiz (s.a.v) tarafından açıklanmıştır. Örnek Bakara 238.ayette حافظوا علي الصلوات والصلاة الوسطي ... Namazlara (özellikle) orta namaza devam edin…ayetindeki orta namazdan maksadın ne olduğu açık değildir. Peygamberimiz (s.a.v) in : ‘’Orta namaz ikindi namazıdır’’ sözü bu mübhemiyeti ortadan kaldırıp, ayeti anlaşılır hale getirmiştir. (Tirmizi tefsir,sure 2)
3-Mutlakın Takyidi:Mutlak,herhangi bir lafzın anlam yönüyle kayıt altına alınmaması,bir başka kelime ya da niteleme ile belirginleştirilmemesi demektir.Mesela maide suresi 38. Ayette والسارق والسارقة ... Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin;  burada ayet mutlaktır.El kesilecek ama hangi el ve nereden kesilecek??? Peygamberimiz (s.a.v) sağ elin bilekten kesileceğini zikretmek suretiyle ayeti kayıtlamıştır. (Ahmet b.Hanbel Müsned 2.177)
  Yine Müzzemmil suresi 20.ayette فاقرؤا ما تيسر من القران .. Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun…ayetini,Hz.Peygamberimiz (s.a.v)in :’’Fatihasız namaz olmaz.’’ Hadisi takyid ederek, namazda farz olan kıraatın Fatiha suresi olduğunu göstermektedir.(Müsned 2,428)
4- Müşkilin Tavzihi: Kur'ân'in müşkilinden maksat, herhangi bir âyetin, diğer bir âyete muârız/zıt olduğunu çağrıştırmasıdır. Kur'ân'da tearuz olması mümkün değildir. Tevbe suresi 34.ayet والذين يكنزون الذهب... “Altını, gümüşü yığıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlan acı bir azabın beklediğini müjdele!" âyeti nazil olunca, bu müslümanlara ağır geldi. Çünkü bu âyetin mirasa mani olduğunu sanmışlardı. Ömer b. Hattâb Müslü­manları temsilen Peygamber Efendimiz'den (s.a.v) açıklamada bulunmasını istedi. Peygamberimiz (s.a.v) de: "Allah zekâtı sa­dece mallarınızın geriye kalan kısmını temizlemek için farz kıl­mıştır.buyurdu. Böylece bu âyetin meşru yollardan kazanıp biriktirmeye mani olmadığı, âyet-i kerimedeki tehdidin ancak mallarının zekatını vermeyenler hakkında ol­duğu anlaşıldı.( Hâkim, el-Müstedrek, Beyrut ts., 11,333)

Peygamberimiz (S.A.V.) Kur’an’ın Ne Kadarını Tefsir Etmiştir?
   Bu konu alimler arasında tartışma konusu olmuştur.Gazali ve Suyuti gibi alimler Efendimiz'den (s.a.v) in Kur’an’dan az bir kısmını tefsir ettiğini ileri sürmüşlerdir. Sadece manası anlaşılmayan bazı ayetleri tefsir etmiş her ayetin manasını açıklamamıştır demişlerdir. Bir başka grubta Nahl suresi 64.ayeti وانزلنا اليك الذكر... ‘’İnsanlara kendilerine indirileni beyan etmen için sana Kur’an-ı indirdik’’ bu ayeti delil göstererek Allah’ü Teala Efendimiz (s.a.v) e Kur’an’ın tamamını tefsir etme sorumluluğunu yüklemiştir demişlerdir.Onlar sahabe on ayeti kavrayıp amel etmeden başka ayete geçmezlerdi,yani Sahabe efendilerimiz bütün ayetlerin anlamını Efendimiz (s.a.v) den öğrenmişlerdir diye iddiada bulunmuşlardır.
   Sahih hadisler incelendiği zaman görülür ki, Efendimiz (s.a.v) in Kur’an’a dair beyanları,itikat, ibadet ve ameli hükümlere ait ayetler yanında,ahiret ahvaliyle ilgili nasları da ihtiva etmektedir. Ayrıca Efendimiz (s.a.v) terğib ve terhib ifade eden ayetlerle beraber,bazen muğayyebata dair ayetleri de tavsif ve tasvir ederek, zaman zaman da temsil yolunu kullanarak tefsir etmiştir. Yani Efendimiz (s.a.v) ne Kur’an’ın pek az ayetini tefsir ederek, onu kendi görüşleri istikametinde açıklamak isteyenlere meydanı boş bırakmıştır; ne de tamamını tefsir etmek suretiyle insan aklını işlevsiz hale getirmiştir.
    Efendimiz (s.a.v) itikad,ibadet ve ameli hükümlere dair mücmel ayetleri, teferruatına varıncaya kadar açıklamış, bunlardan muradı ilahiyi kavliyle ve fiiliyle beyan etmiştir. Arap diline vakıf olmakla anlaşılabilecek ayetleri izah etmemiştir.Normal bir kültür seviyesine sahip olanların anlayacağı hususları da açıklamasına lüzum kalmamıştır. Suale muhatap olduğu zaman da, muhatabın akli seviyesine göre izahta bulunmuştur.
    Efendimiz (s.a.v) Kur’an’ın mesajını ilk önce hayatına geçiren ve ashabına da bunu bizzat gösteren model bir insandı.Yani yaşayan bir Kur’an’dı.Böyle olunca Efendimiz (s.a.v) Kur’an-ı baştan sona sözel olarak olmasa bile fiilen tefsir etmiştir.Buna göre diyebiliriz ki, Efendimiz (s.a.v) in bize bırakmış olduğu Kur’an tefsiri kısmen sözlü;kısmen de fiili bir tefsirdir.Ancak onun kavli tefsiri de esasen pratiğe döküldüğü için, baştan sona bütün Kur’an Allah Rasülü Efendimiz (s.a.v) tarafından yaşanarak tefsir edilmiştir.

TEFSİRİN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ (Sözlü Nakil Dönemi)
    Peygamber Efendimiz (s.a.v) hayatta iken,lazım gelen hususları ashabına açıklıyordu.Ayrıca kapalı kalan ve ihtiyaç hissedilen meseleleri ona soruyorlar,o da beyan ediyor ve böylece Efendimiz (s.a.v) yapmış olduğu tefsir,sahabe efendilerimiz arasında yayılıyordu. Hz. Peygamber'den sonra tefsir sahasında en büyük rolü sahabe almıştır. Çünkü sahabe, sarsılmaz imânları, hâdiseleri izlemeleri ve sebeb-i nüzule vakıf olmaları sebebiyle Kur'ân'ı en iyi anlayan topluluk kabul edilmiştir. İslam'a davette, Hz. Peygamber'in ilk muhatabı olan bu muhterem zâtlar, kendi­sinden her zaman, imanlarını kuvvetlendirecek feyzi almışlar, gerek Kur'ân'ın, gerekse Hz. Peygamber'in (sas) emirlerine derhal itaat ederek, O'nun açıklamalarıyla, Hz. Peygam­ber'den Kur'ân'ın mânâsını ve tatbikatını öğrenmişler öğ­rendikleri sûreyi ezberleyinceye ve anlayıncaya kadar üze­rinde durmuşlar, iyice bellemeden başka sûreye geçmemiş­lerdir. Zira onlar, Hz. Peygamberin (s.a.v): "Sizin en hayırlınız, Kur'ân'ı öğrenen ve öğreteninizdir"(Buhari fedailül kuran 21) hadisindeki öğrenme ve öğretmenin mücerret mânâda kullanılmadığını, öğrenilen ve öğretilen şeylerin muhtevasını bilme mânâsında kullanıl­dığını idrâk etmişlerdir.
    Yalnız hepsinin Kur'ân'ı anlamada eşit seviyede olmadıkları da gözlenmiştir. Sahabenin bilgi ve kültür yapısıyla Arap dil ve edebiyatına vâkıf olma hususundaki anlayış dereceleri, ayrıca Hz. Peygamber'in (s.a.v) yanında devamlı bulunma veya bulu-namama durumları böyle bir anlayış farklılığını zorunlu kılmıştır. Bunun için de en bilgili ve en kültürlü olanlar tefsir ile meşgul olabilmişlerdir. Çünkü bu mühim iş için Arap diline iyice vâkıf olduktan başka eski Arap edebiyatını, yani eski Arap şiirini de iyi bilmek lazımdır. Zira eski Arap şiirinde kullanılmış bulunan bazı garib kelimeler Kur'ân-ı Kerim'deki bazı kelimelerin anla­şılmasına yardım edebilirdi. Araplann hayatını, âdetlerini hatta Yahudi ve Hıristiyanların o zamanki vaziyetini bilmek tefsir için çok faydalı idi. Tabiatıyla, böyle mücehhez sahâbilerin sayısı da mahdut idi.
SAHABE TEFSİRİ
   Kur’an tefsirinin doğuşunda sahabe efendilerimizin çok önemli bir yeri vardır.Çünkü sahabeler Arap oldukları için,Arap dilinin üslub ve inceliklerini, Arap örf ve adetlerini çok iyi biliyorlardı.Aynı zamanda üstün bir idrak gücü ve sarsılmaz bir imana sahiptiler.Ayrıca onlar eski medeniyetlerin ve felsefi akımların tesirinden oldukça uzak yaşadıkları için zihinleri berrak ve dilleri fasihti.Bütün bunların yanında Kur’an’ın inişine şahid idiler.
    Sahabe Efendilerimiz, Kur'ân âyetlerini tefsir ederken Kur'ân'ın kendi be­yanına ve Hz. Peygamberden (s.a.v) işittikleri ve gördükleri bir şey olup olmadığına bakıyorlardı. Hakkında nas mevcut olan­lar üzerinde konuşmuyorlardı. Bunların dışındaki tefsirine ihti­yaç duydukları ayetlerin açıklanmasında re'y ve içtihada başvuruyorlardı. Bu arada diğer ilahî kitaplara ve Ehl-i Kitab'a da müracaat etmişlerdir. Ancak İsrâiliyyat denilen bu bilgileri al­mada Kur'ân ve Hadîs'i birer tashih kaynağı görerek, onlara muhalif olan bilgileri bir tarafa bırakmışlardır. Çoğunlukla âyet­lerin sebeb-i nüzullerini anlatmak suretiyle tefsir yapmışlardır. İçtihatla yaptıkları tefsirde dil ve din yönü ağırlık kazanmıştır. Ayetteki müşkili halletmek için farklı metotlar takip ederek farklı görüşleri ortaya koymuşlardır.
Netice olarak sahabe efendilerimiz tefsirde şu metodu izle­mişlerdir:
1.Kur'ân'ın Kur'ân'la tefsiri,
2.Kur'ân'ın sünnetle tefsiri,
3.Kendi re'y ve içtihatları ile yaptıklan tefsir.
Sahabe Tefsirinin Özellikleri: Sahabe döneminde Kur'ân'ın bütünü, bugünkü mânâda tef­sir olunmamıştır. Onlar, vahiy ve nüzul döneminde yaşadıkları için, Kur'ân'dan sadece kendilerine muğlak olanları tefsir etme ihtiyacı duymuşlardır. Tefsir faaliyetinin genişlemesi ve bu mâ­nâda her ayetin tefsir edilmesi, insanların Allah Resûlü'nden zaman itibariyle uzaklaşmasıyla kapalılığın tedricen artması sonucu ortaya çıkacak olan bir keyfiyettir. Ashabın akidesi temizdi ve itikâdî konularda ihtilafları yoktu. İstikâmetlerindeki aynılık ve fikirlerinin birbirine yakınlığı sebe­biyle Kur'ânî mânâları anlamada ihtilafları çok azdı. Buna bağlı olarak tefsirleri de kelâmî görüşlerden uzaktı. Temel karakter olarak sözlü rivayete dayanması ve baştan sona ayet ayet bütün Kur'ân'ın tefsir edilmeyip sadece zama­nına göre müphem ve mânâsı kapalı bulunan ayetlerin tefsirini ihtiva etmesine bakılarak Peygamberimiz (sas) ve Sahabe dö­nemleri "Tefsirin Birinci Merhalesi" kabul edilmektedir.
Genel Özellikler: 1- Sahabiler Kur’an-ı ayet ayet baştan sona tefsir etmiş değillerdir. Çünkü onlar Kur’anın tümünü tefsir etmeye ihtiyaç duymuyorlardı. Bu yüzden yaptıkları açıklamalar, garip,mübhem,müşkil ve mücmel lafızlarla sınırlı idi.
2-Tefsirdeki yöntemleri, ayeti ayetle, Hz.Peygamberimiz (s.a.v) in sünneti ve nüzül sebepleri ile açıklamaktan ibaretti.
3-Zaman zaman sahabiler arasında bir kısım ihtilaflar ortaya çıkmıştır. Ancak bu ihtilaflar tezat ihtilafı olmaktan ziyade tenevvü (çeşitlilik) ihtilafı idi.
4-Ahkam ayetlerini geniş bir  tahlile tabi tutarak hüküm istinbatında bulunmuş değillerdi. Dolayısıyla hüküm ayetleriyle ilgili içtihatlara pek rastlanmıyordu.
5-Tefsir bu dönemde henüz tedvin edilmiş değildi.Yani Kur’an’a yönelik beyanlar hala şifahi nakil yoluyla devam ediyordu.
   Sahabe Efendilerimizde Kur’an-ı rivayet ile tefsir edenler:Kur’an-ı nakle bağlı kalarak tefsir etme yolunu tercih eden sahibiler,İslam’ın ilk gününden itibaren özellikle mübhem,mutlak, mücmel ve müteşabih nasları açıklama konusunda oldukça çekingen davranarak re’y ile tefsire karşı çıkmışlardır. Mesela Hz.Ebu Bekir (r.ah) :’’Allah’ın kitabına dair herhangi bir şeyi kendi fikrime göre tefsir eder veya anlamını bilmediğim bir şey hakkında konuşursam,hangi arz beni üzerinde taşır ve hangi sema beni altında gölgelendirir’’ demiştir.(Taberi Camiul beyan,ı 27)
   Abdullah b.Ömer,Hasan-ı Basri’ye :’’Sadece Kur’an ve sünnetle fetva ver.Aksi halde hem kendini hem de başkalarını helak edersin’’ uyarısında bulunmuştur.(Darimi mukaddime 30)
    Peygamberimiz (s.a.v) :’’ Kur’an-ı kendi görüşüyle tefsir eden kimse cehennemdeki yerini hazırlasın’’; ‘’Kim kendi içtihadıyla Kur’an hakkında bir şey söylerse isabet etse bile hata etmiş olur’’ (Tirmizi tefsir 1) şeklindeki tehdit dolu sözleri sahabe efendilerimizin Kur’an ayetlerini yorumlama ve fetva verme noktasında çok duyarlı hareket etmelerine neden oluyordu.
Sahabe Efendilerimizde Kur’an-ı Re’y ile tefsir edenler:Sahabe Efendilerimizin Kur’an’a yaklaşımının ikinci önemli ayağı da tefsirde re’yin kullanılmasıdır.Bu görüşü benimseyen sahabiler,herhangi bir ayeti tefsir ederken öncelikle rivayet tefsir kaynaklarına müracat ediyorlar,şayet aradıklarını onlarda bulamazlarsa, o taktirde kendi re’yleriyle tefsir ediyorlardı. Örnek: Maide suresi 5.ayet bazı koşullarda ehli kitap hanımlarla evlenme izni vermektedir. Ancak Hz.Ömer ictihadda bulunarak Hz.Huzeyfe’nin Yahudi bir hanımla evlenmesine izin vermemiştir.(Cassas Ahkamul Kur’an ııı,323) Tabiun fakihlerinden Ata,Hz.Ömer’in ictihad gerekçesini o dönem de Müslüman hanımların sayısı azdı.Sonra sayıları çoğalınca önceki dönemdeki ihtiyaç ortadan kalkmış ve ruhsat da zail olmuştur şeklinde açıklamıştır. (Razi Mefatihul Ğayb xı,147)
    Yine Tevbe suresi 60.ayette Müellefe-i Kulüb bizzat Kur’an’da zekatın harcama yerlerinden birisi olarak zikredilmiş ve Efendimiz (s.a.v) de bu hükmü uygulamıştır.Hz.Ömer, ilk zamanlarda dinin güçlendirilmesi amacıyla kullanılan bu fonu,ihtiyaç kalmadığı gerekçesiyle halifeliği döneminde askıya almıştır.(Serahsi Kitabul mebsut ııı,9) Bu iki örnek Hz.Ömer’in ayetler üzerinde cesaretle yapmış olduğu yorumdur.
SAHABE TEFSİRİNİN BAĞLAYICILIĞI VAR MIDIR?
     Kur'ân tefsirinde Sahabeden nakledilen rivayetlerden müs-tağnî kalınamaz. Bir âyetin izahında, sahîh olarak sahabeden gelen bir tefsir varsa, tefsircinin bu rivayeti bırakıp kendi görü­şüyle tefsir etmesi doğru değildir. Çünkü Allah'ın Kitabını ve O'ndaki sırları O'nlar daha iyi bilir. Sahabe "Resûlullah (s.a.v) böyle buyurdu" diyerek sözü Resûlullah’a (s.a.v)  isnat etmese de Onların sözü, nüzul sebepleri,nasih-mensuh veya ahiret ahvali ve muğayyebatla ilgili olup üzerinde ictihad etme ve fikir yürütmenin mümkün olmadığı bir alana ait ise,bunlar merfû hükmünde haber kabul edilmişlerdir. Dolayısıyla içtihat edilmesi mümkün olmayan yerler ve sebeb-i nüzul ile ilgili konularda sahabeden gelen tefsiri almak şarttır.Sahabeden merfu hadisle ilgili gelen tefsiri de almak şarttır.Bu konularda sahabe tefsiri bağlayıcıdır. Neredeyse tüm alimlerin bu konuda ittifakı vardır.
     Fikir yürütülmesi ve içtihat edilmesi mümkün olan yerlerde Resûlullah (s.a.v) isnat edilmediği takdirde sahabe sözü mev­kuf kabul edilir. Böyle bir tefsirin bağlayıcılığı hususunda ihtilaf vardır. İlim adamlarının bir kısmı, sahabenin mevkuf tefsirini almanın vacip olmadığı görüşündedir. Zira sahabe bu tefsiri ref etmeyince, içtihat ettiği anlaşılır. Müçtehit ise doğruyu bulabile­ceği gibi, hata da edebilir. Bir grup ilim adamı ise, sahabenin bu tefsirini almanın vacip olduğu kanaatindedir. Çünkü Saha­benin bu tefsiri, Resûlullah (s.a.v) den işitmiş olması muhtemeldir.
   Hanefî imamlarına, -başlangıçtaki görüşüne göre- İmam Şa­fiî'ye, bir rivayette İmam Mâlik'e ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre Kitab, Sünnet ve İcma'da hükmü bulunmayan konulardaki Sahabî Kavli, hüccettir; bağlayıcı bir delildir. Dolayısıyla Onlara dayanan mevkuf rivayetleri başka içtihatlara tercih daha uygun olur. Kendi re'yleriyle tefsir etseler bile Onların görüşü başkalarınınkinden daha isabetlidir. Çünkü sahabe, lügat ehli olmak, Resûlullah’ın (s.a.v)  sohbetine mazhar olmak ve O'nun ahlakıyla ahlâklanmak, şeriatın maksatlarını ve insanların maslahatlarını, mükellefiyete esas olan halleri ve bu hallerin karinelerini en iyi bilmek vb. üstün özellik ve avantajlara sahiptirler.Bu yüzden Kur’an-ı Resûlullah (s.a.v) den sonra en iyi bilen onlardır.
    Kısacası, nüzul sebepleri, Kur'ân'ın müphemleri ve âhiret ahvâli gibi içtihat edilmesi mümkün olmayan konularda sahabe tefsiri bağlayıcıdır, yani delil olarak kullanılması gerekir. Ancak içtihat edilmesi ve fikir yürütülmesi mümkün olan ve aynı za­manda Resûlullah Efendimiz'e (s.a.v) herhangi bir yolla isnat edilmeyen yerlerde ise,Ebu Hanife efendimizin de aralarında  bulunduğu çoğunluğun kanaatine göre sahabe tefsiri tercih sebebi olmakla biriikte bağlayıcı değildir.(Zehebi et tefsir ı,95)
   Sahabe Efendilerimizden, Kur'ân tefsirine dair en çok rivayette bulunan ve tefsir alanında ün kazanan şu kişileri sayabiliriz:
a.) Alib.Ebî Tâlib        b.) Abdullah b. Mes'ûd       c.) Ubeyyb.Ka'b          d.) Abdullah b. Abbâs
e.) Ebû Musa'l-Eş'arî                   f.) Zeyd b. Sabit                 g.) Abdullah b. Zübeyr
Abdullah b.Abbas (r.ah): Çok hadis rivayet eden (muksirun) bir sahabi olarak hadis ilmine, fetvalarının çokluğuyla da fıkıh ilmine olan katkılarının yanında,hemen her ayet hakkında yapmış olduğu rivayetlerle de tefsir ilminde bir otoritedir.Bu yüzdendir ki onun tefsir ilmindeki üstünlüğü daha ilk devirlerden itibaren herkes tarafından kabul edilmiştir.Zehebi İbni Abbas efendimizi bu üstün mertebeye yükselten sebepleri şu şekilde zikretmiştir.
1- Resûlullah (s.a.v) onun hakkında Allah’ım ona kitabı öğret ve onu dinde fakih kıl  (Buhari) diye dua etmiştir.
2-Temyiz yaşından sonra Hanei saadette bulunup pek çok şeyi bizzat Resûlullah (s.a.v) den işitmiştir.
3- Resûlullah (s.a.v) in vefatından sonra da ilimde temayüz etmiş pek çok sahabiden, özellikle ayetlerin teşri tarihi ve esbabı nüzül konusunda ilim öğrenmiştir.
4-Ayetleri kendi re’yi ile tefsirde cesaret sahibidir.
    Bu özelliklerinden dolayıdır ki İbni Abbas ashab devrinden itibaren hıbrül ümme(ümmetin bilgini), tercümanül Kur’an (Kur’an’ın Resûlullah (s.a.v) den sonra en yetkili müfessiri) ünvanıyla anılagelmiştir.Hz.Ömer (r.ah)ın yaşı küçük olmasına rağmen onu ilim meclislerine götürüp fikirlerine değer vermesinin sebebi de bu olsa gerektir.

Abdullah b.Mes’ud: Abdullah b.Abbas gibi hadis,tefsir ve fıkıh ilminde bir otorite kabul edilmiştir. Resûlullah (s.a.v)’e gelen vahyi günü gününe takip ederek kendisi için özel bir Mushaf yazan çok az sayıda sahabiden biridir.Böyle bir iş yapmakla o sadece Kur’an’ın metnini yazmamış,zaman zaman da bazı garip kelimelerin anlamlarını kaydetmek suretiyle tefsire daha başlangıçta katkıda bulunmaya başlamıştır.Çünkü onun yaptığı bu tür ilaveler, Resûlullah (s.a.v) den duyulan açıklayıcı nitelikteki ifadelerdir ve bunlar daha sonra tefsirde malzeme olarak kullanılmışlardır.Mesela Hanefiler,yemin keffareti olarak tutulacak olan üç günlük orucun peşpeşe olması gerektiğini, İbni Mes’ud r.ah’ın özel mushafındaki ilgili ayette (maide 89) bulunan ve eyyam kelimesini niteleyen mütetabiat sözcüğünden çıkarmışlardır.İsra suresi 93. Ayette yer alan من زخرف min zuhruf sözcüğünün karşısına kaydettiği من ذهب min zehebin ifadesi de söz konusu kelimenin lügat manasının anlaşılmasına yardımcı olmuştur.
   
Hz.Ali r.ah: Ashab-ı Kiram arasına tefsir,hadis ve fıkıh alanındaki bilgileriyle kendini kabul ettirmiş bir otoritedir. Bir konuşmasında:’’Bana Allah’ın kitabından sorunuz.Allah’a yemin ederim ki,Kur’an’daki her ayetin nerede nazil olduğunu,gece mi? gündüz mü? ovada mı? dağda mı? indiğini mutlaka bilirim’’(Suyuti itkan 239, Zehebi et tefsir ı,90) diyerek her zaman Kur’an’ın mana ufuklarında dolaşan ve onun zenginliğine aşina olan bir sahabi olduğunu göstermiştir. Hz.Ömer r.ah onun için :’’En isabetli hüküm verenimiz Ali idi’’ (buhari tefsir 2,6) demiştir.

TABİÜN DÖNEMİNDE TEFSİR
   Gerek Hz. Peygamber (sas), gerekse dört halife devrinden i-tibâren, yeni fetihlerle İslâm devletinin sınırları Arap yarımada­sını aşmıştı. Fethedilen her beldeye İslâm'ı öğretmek için mual­limler, asayişi temin etmek için de valiler görevlendiriliyordu. ResûluUah zamanında Muaz b. Cebel'in Yemen'e, Hz. Ömer döneminde de Abdullah b. Mes'ud'un Irak'a muallim olarak gönderilişini burada misâl olarak zikredebiliriz. Bu şekilde muh­telif şehirlere dağılan sahabe, oralarda ilmî hareketlere başla­mıştı.
    İslâm dininin hükümran olduğu beldelerde, sahabenin gü­zide bilginleri, tedris halkalarını kuruyor ve etrafına toplanmış olan tâbiûndan öğrencilerine Kur'ân'dan anladıkları ve Hz. Peygamberden (s.a.v) öğrendikleri tefsiri öğretiyorlardı. Bilhassa Müslümanların yaşadıkları bir çok bölgede, fitnenin zuhuruyla ihtilafların artması, görüş ve kanaat farklılıkları neticesinde grup­ların ortaya çıkması, her grubun, haklılığını ispat etmek için öncelikle Kur'ân'a sanılması, bazen yanlış ve bozuk te'villerle halkın yanıltılmaya çalışılması... gibi nedenler, Kur'ân'ın ma'kûl ve doğru bir şekilde tefsir edilmesi gerekliliğini gösteriyordu.
    Bu tedrîs neticesinde genel olarak "Mevâlî" adıyla anılan ve Arap olmayan kişiler sahabeden ilim almışlar ve özellikle tefsir alanında temayüz etmişlerdir. Tabiîler içinde tefsir ve fıkıhta öne çıkan Nâfi', İkrime, Atâ, Saîd b. Cübeyr ve Hasan Basrî gibi şahıslar, tefsirde meşhur sahâbilerin mevâlisi olarak anılmakta-dıriar. İşte bu ve benzeri kimseler, eski din ve kültürlerinin de belli ölçüde tesiri altında kalarak, İslamiyet’i Araplardan farklı bir biçimde anlamışlar, bu anlayış farkları yüzünden tefsirde önemli hareketlerin başlamasında etkin rol oynamışlardır. 
   Bu faaliyetin tabiî sonucu olarak, hocaları sahâbîler, öğren­cileri tabiîler olan mektepler oluştu. Sahabenin en yetkili şahsi­yetlerinin kurduğu ve tâbiûndan meşhur müfessirlerin yetişmiş olduğu tefsir ekolleri şunlardır:
1. Mekke Medresesi/Ekolü:
    Bu medrese/ekol, Mekke'de te­sis edilmiş bir ekoldür. "İlim denizi" ve "Tercümânu'l- Kur'ân" unvanının sahibi olan Abdullah b. Abbas (v. 68/687) tarafından kurulmuştur. Kur'ân tefsirinin pîri olan bu sahâbînin kurmuş olduğu tefsir ekolü hakkında: "Tabiîler içerisinde tefsir yönünden en önde gelenler Mekke ekolünün yetiştirdiği müfessirlerdir. Çünkü onlar İbn Abbâs'ın talebeleridir." denilerek söz konusu ekolün, üstünlüğü anlatılmak istenmiştir. Bu ekolün yetiştirdiği en seçkin öğrenciler şunlardır: Saîd b. Cübeyr (v. 95/714), Mücâhid b. Cebr (v. 103/721), İkrime (v. 105/723), Atâ b. Ebî Rabah (v. 114/732), Tavus b. Keysan (v. 106/724).
2.  Medîne Medresesi/Ekolü:
   ResûluUah Efendimizin (sas) vefatından sonra, ashabın uzun zaman ayılmayıp bu mukad­des şehirde ikâmet etmesi ve âlim sahâbîlerin sayı itibariyle diğer ilim merkezlerine nispetle burada daha fazla olması, söz konusu ekolün değerini ortaya koymaktadır. Medine'deki sahâbîler bu şehirde kaldıkları müddetçe kendilerinden sonra gelenlere Allah'ın kitabını ve Hz. Peygamber'in sünnetini öğ­retmeye çalışıyorlardı. Medine medresesi, Medine'nin en büyük âlimlerinden olan Ubeyy b. Ka'b (v. 30/650) tarafından kurul­muştur. O'nun tedris halkasında yetişen en meşhur öğrenciler de şunlardır: Ebu'l- Âliye (v. 90/708), Muhammed b. Ka'b el-Kurâzî (v. 118/736), Zeyd b. Eslem (v. 136/753), doğrudan veya dolaylı biçimde Ubeyy b. Ka'b'dan ders almışlardır.
3. Irak (Küfe) Medresesi/Ekolü:
    Tefsir ve kıraat konusunda sahabe müfessirlerinin en önde gelenlerinden biri de Abdullah b. Mes'ûd'dur. (v. 34/654) İbn Mes'ûd, Peygamber Efendimizin (s.a.v) vahiy kâtiplerinden olması hasebiyle O'nun yanından pek ayılmazdı. Bu münasebetle Hz. Peygamber'in (s.a.v) Kur'ân'a yönelik açıklamalarına daha çok muttali olmuştur. O'nun bu niteliğini ve ilimdeki derinliğini bilen Hz. Ömer (r.ah) halifeliği sıra­sında İbn Mes'ûd'u Kûfe'ye muallim olarak tayin etmiştir. İbn Mes'ûd'un Kûfe'de oluşturduğu medrese, daha çok rasyonel bir temel üzerine bina edilmiştir. Bu sebepten dolayıdır ki İslâm âlimleri, İbn Mes'ûd'un teşekkül ettirdiği bu medreseyi/ekolü, içtihâdî hareketlerin çekirdeği, ilk nüvesi olarak kabul ederek O'na "Irak Re'y Ekolü" ismini vermişlerdir.
   Alkame b.Kays (v.61/681),Mesruk b. el-Ecda' (v. 63/683), Mürre b. el-Hemedânî (v. 90/708), Âmir eş-Şa'bî (v. 103/721), Hasan Basrî (v. 110/728), Katâde b. Diâme (v. 117/735), İbra­him en-Nehaî, İbn Mes'ud'tan ilim alarak yetişmişler ve tefsir alanında ün kazanmışlardır.
    Tabiîler buralarda tefsir ve ilmî hayata yeni bir hareket ka­zandırmışlardır. Bu üç tefsir okulu ayn bölgeler ve ayrı şahıslar tarafından kurulduğu için aralannda aynlıklar bulunduğu gibi müşterek taraflar da mevcuttur. Meselâ; Mekke ve Medine ekol­leri re'y ve kıyasa fazla yer vermezlerken, Irak medresesinde bu görüşlere fazlasıyla önem verilmektedir.
    Tabiîler, tefsiri sahabeden ya işittikleri şekilde nakletmişler, ya da kendi içtihatlarına müracaat etmişlerdir. Bu arada İsrâiliyyat denilen hareket de tefsire girmiştir. Aslında sahabe devrine kadar indirilebilecek bu hareket tabiîler devrinde arta­rak devam etmiş, Yahudî, Hıristiyan ve diğer kültürlerden gelen rivayetler tefsir kitaplarına girmiştir. İslamî eserlerde İsrailî riva­yetler çoğunlukla Abdullah b. Selâm (v. 43/663), Ka'bu'l-Ahbâr (v. 32/652), Vehb b. Münebbih (v. 110/728), Abdülmelik b. Güreye (v. 150/767) üzerinde yoğunlaşmaktadır.

 Tâbiûn Tefsirinin Özellikleri:

    Bu dönemde de tefsir henüz tedvin edilmiş değildi.Tefsire dair haberler yine şifahi nakil yoluyla aktarılmıştır.Sahabe Tefsiri, kendilerine mânâsı kapalı gelen ayetlerle sınırlı kalmışken, tabiîler döneminde Kur'ân'ın bütünü tefsir edil­meye başlanmıştır. Yine Sahâbe'nin yaptığının aksine, ayetlerin icmâlî mânâlarıyla yetinilmeyip gerektiğinde kelimeler de tefsir edilmiştir. Kur'ân'daki garip lafızlar, baştan sonuna kadar âyet âyet tefsir edilirken, istinbat ve istidlal yoluyla âyetlerden hü­kümler çıkartılması sebebiyle, âyetlerde geçen bazı kelime ve tâbirlerin tavzihine geniş yer verilmiştir. Lügat müfredatının yanında târihî bilgiler, fıkhî şerhler ve gayb âlemini tasvîr mahi­yetinde açıklamaların yapılması da sahabe döneminde fazlaca görülmeyen, tâbiûna ait tefsir özelliklerindendir. Tabiîler ara­sındaki anlayış farklılığının çokluğuna bağlı olarak tefsirdeki ihtilafları da çok olmuştur. Bu ihtilaflar neticesinde mezhebî ihtilafların tohumları da bu dönemde atılmış olmaktadır.

Tâbiûn Tefsirinin Bağlayıcılık Değeri Var mıdır?

    Tâbiûn Kavlinin, tefsir açısından değeri, kabulü veya reddi konusunda farklı görüşler ve deliller ileri sürülmüştür. Tefsircilerin çoğunluğunun görüşü, Tâbiûn Tefsirinin hüccet olarak kabulü yönündedir. Bunu benimseyenlerin gerekçesi ise, tabiîlerin, tefsirin ekserisini sahabeden almış olmalarıdır. Ayrıca tabiîlerin kendi şahsî ifadeleri, birbirleri hakkındaki hüsn-ü şa­hadetleri, Kütüb-i Sitte sahiplerinin onlan tevsîki de bu görüşü destekler mahiyettedir. Bunun için de bu gruba dahil tefsirciler onların kavillerine, görüşlerine eserlerinde yer vermişler, nakletmişlerdir. Bir rivayete göre Ahmed b. Hanbel de bu görüştedir.
    Alimlerin bir kısmı da Tâbiûn Tefsirini hüccet olarak kabul etmeme görüşündedir. Bunların ileri sürdüğü delilleri; ‘’Resûlullah'tan işitmedikleri için Tabiî Tefsiri, sahabe Tefsirinin bulunduğu yere konulamaz. Nüzul vaktinde yaşayıp, nüzule sebep olan halleri ve karineleri görmediklerinden dolayı, âyette kastedilen muradı anlamada hata edebilirler, delil olamayan şeyi delil sanabilirier. Ayrıca sahabenin sîka (güvenilir) oluşuna dair nass var ama, bunlar hakkında böyle bir nass mevcut de­ğildir.’’şeklinde delillendirmişlerdir.
    Bir kısım alimler de:’’ Tabiilerin,üzerinde ittifak ettikleri görüşlerin hüccet olduğu hususunda şüphe edilmemelidir.İttifak ettikleri görüşleri almak vaciptir’’ demişlerdir.İttifak edilmeyen hususlara gelince, o hususu önce Kur’an’a,Sünnete ve o konudaki sahabilerin görüşlerine arz ederiz demişlerdir.

TEFSİRİN TEDVİNİ (Yazılı Nakil Dönemi)
     Kaynakların verdiği bilgiye göre tefsir,ilk defa hadis ilminin bir şubesi olarak tedvin edilmiştir.Es Sülemi,Süfyan es Sevri gibi bazı muhaddisler,hadisleri toplayıp tedvin etmek maksadıyla çeşitli İslam beldelerini dolaşırken sahabe ve tabiinden nakledilen mevkuf ve maktu haberleri de bir araya getirmişlerdi. Topladıkları hadisleri yazıya geçirirlerken tefsire dair rivayetleri de kitabüt tefsir adıyla bir bölüm halinde kaydetmişlerdi.Böylece tefsir de hadis ilminin tedvin aşamasında onunla birlikte aynı kaynakların içerisine girmiş oldu. Yazıya geçirilen bu kaynaklar müstakil tefsir kitabı oluşturacak bir hacme sahip değildi.
   Nakilleri bir araya toplayarak Kur’an’ı sure ve ayet tertibine göre tefsir eden ilk şahıs Mukatil b.Süleymandır.(ölm.150/767)
Tedvin Dönemi Tefsirlerinin Genel Özelliği:1-Dil bilimsel tefsir olmalarıdır.
2-Söz konusu tefsirler öncelikle garip,müşkil,mübhem,mücmel kelimelerin Arap dilindeki anlamlarına,irab durumlarına yer vermişlerdir.
3-Zaman zaman eski Arap şiirlerinden istişhadda bulunmuşlardır.
4-Ayetlerin nüzul sebepleri,kıraatı ve neshi gibi konuların da ele alındığı bu tefsirlerde ayet ve sure tertibine riayet edildiği görülmeke birlikte,Kur’an’ın her ayetine yer verilmemiş,ayrıca ayetler daha sonraki klasik dönem tefsirlerinde olduğu gibi her yönüyle izah konusu edilmemiştir.
5-Sözü edilen tefsirler genellikle garibul Kur’an,meanil Kur’an,Mecazül Kur’an,Müşkilül Kur’an ve İrabul Kur’an adıyla kaleme alınmışlardır.Varlığını hicri 4.asra kadar devam ettiren söz konusu tefsir geleneği bundan sonra yerini geniş hacimli rivayet ve dirayet tefsirlerine bırakmıştır.
6-Şu anda en eski matbu tefsir Süfyan es-Sevri’nin tefsiridir.Bu tefsir ayetlerin bazısını ele alan me’sur (nakli yani rivayet) bir tefsirdir.
7-Bu gün bize ulaşan en eski ve tam bir Kur’an tefsiri, Mukatil b.Süleyman’ınkidir.O ayet ayet bütün Kur’an’ı tefsir etmiştir.
8-İlk tefsirlerden çoğu kaybolmuş ve bize kadar ulaşmamıştır.Bu bakımdan Taberi’nin tefsiri, bu eski tefsirleri muhafaza eden tefsir kolleksiyonu sayılır.
Tefsirin Müstakil Bir İlim Olduğu Merhale:
   Sağlam bir temel üzerine oturan tefsir, hicrî üçüncü asırda İbn Cerîr et-Taberî'nin Kur'ân'ın başından sonuna kadar tam bir tefsir yazmasıyla müstakil bir ilim haline gelmiştir. Ondan önceki dönemde tefsir, sadece lügavî izah ve nakilden ibaretti. Çok az müfessir âyet hakkında kendi görüşlerini bildiriyordu. Aynı zamanda, lügavî tefsirle meşgul olanlar, rivayete önem vermiyor, rivayet tefsiri ile meşgul olanlar, lügavî izahlar üze­rinde durmuyordu. Fakat İmam Taberî, hem lügavî izahlar, hem de rivayet üzerinde durdu. Bunlara ilâveten de, kendi gö­rüşlerini ve tercihlerini de zikrederek tefsirde yeni bir metot or­taya koydu. Ayrıca Kur'ân'ı, Fatiha sûresinden Nâs sûresine kadar sûre sûre ve âyet âyet tefsir etti. Kendisinden önceki tefsir rivayetlerini eserinde toplayarak adetâ bir tefsir koleksiyonu meydana getirdi. Böylelikle tefsirde önemli bir dönemi başlat­mış oldu. Bundan dolayı da kendisine İmamu'l- müfessirîn de­nilmiştir.

TEFSİRDEKİ FARKLILIKLARIN VE İHTİLAFLARIN SEBEPLERİ
     Efendimizin (s.a.v) vefatından sonra sahabe efendilerimiz,sünnette tefsirle ilgili malzemeye ulaşamadıklarında kendi re’y ve içtihatlarıyla tefsirde bulunuyorlardı. İlk ihtilaflar ashab arasında başlamıştır. Ancak sahabe efendilerimizin tefsire yönelik ihtilafları tezat değil, tenevvü (çeşitlilik) ihtilafıdır.Tabiatıyla yorumdan kaynaklanan bu tür ihtilaflar daha sonraki dönemlerde giderek çoğalmaya başlamış ve bunun sonucunda Sahabe efendilerimiz döneminde görülen söz konusu tenevvü ihtilafının yerini,tezat ve bir birine zıt yorumlar ve farklı anlayışlar almıştır. İslâmiyet, doğduğu Arap yarımadası sınırları içerisinde kal­mamıştır. Genişleyen fütuhat veya başka yollarla Arap olmayan unsurlar da Müslümanlar arasına katılınca, her şeyden önce onlara yeni dinin öğretilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Genişle­yen İslam toplumunu oluşturan insan kitleleri ayrı ayrı kültürler­den, ayrı dinlerden kopup gelen kimselerdi. Onlar İslam dinine girerken eski dinleriyle ilgili bazı fikirleri de beraberlerinde taşıdılar. Öte yandan kom­şu ülkelerin felsefî ve ilmî eserleri Müslümanlar arasında yayıl­maya başladı. Bu âmillerin, toplumun kültür ve tefekkür ha­yatını etkilemesi kaçınılmaz bir sonuçtu.
    Ayrıca, insan tefekkürünün genişlemesi, hâdiselerin çoğal­ması ve bunların izahının Kur'ân nasslarının ışığında yapılmak istenmesi tefsirin boyutlarının genişlemesine sebep olmuştur. Kur'ân  tefsirindeki  farklılıkların,   biri  Kur'ân'ın  yapısı, muhtevası ve üslûbundan, diğeri de müfessirlerin görüş, dü­şünce ve tavırlarından kaynaklanan iki ana sebebi bulun­maktadır.Şimdi bu sebepler üzerinde duralım.
1-Kıraat İhtilafları: Bilindiği gibi Kur'ân'ın okunmasında çeşitli kırâatlar söz ko­nusudur.Bu kıraatların bir kısmı sahih bir kısmı da şaz olarak nitelendirilmektedir.Ancak ekseriyetin anlayışına göre şaz kıraatlerle amel caiz değildir.Burada bahsettiğimiz sahih kıraatlerdir. Bir âyet hakkında sahabeden muhtelif iki veya daha fazla kıraat şekli gelebilir. Bu kırâatlar bazen âyetin tefsirine tesir eder ve âyetten değişik mânâ ve hükümlerin çıkmasına sebebi­yet verebilir:Örnek nisa suresi 43.ayette ياايهاالذين امنوا لاتقربوا الصلاة... ayetinde geçen لامس lamese fiilini, Hamza ve Kisai elifsiz olarak sülasiden  لمستم lemestüm şeklinde okumuşlardır.Diğer kıraatın imamları da müfaale babından لامستم lamestüm şeklinde okumuşlardır.
   Birinci kıraata göre fiil,tek kişide cereyan etmektedir.Buna göre anlamı dokunmak demektir. Yani söz konusu fiil elle dokunmak veya öpmek gibi cinsel ilişki dışı bir eylemi ifade etmektedir. İkinci kıraat tarzına göre fiil müfaale babından müşareket ifade ettiği için eylemin iki kişi arasında vuku bulması gerekir.Yani cinsel ilişkiden kinayedir.Ebu Hanife hazretleri لامستم şeklindeki kıraatı esas alarak kadına el ile dokunmanın abdesti bozmayacağını ileri sürmüştür.
  İmam Şafi ise لمستم kıraatını tercih ederek,anne kız kardeş,hala,teyze gibi nikahı ebedi olarak haram olanları istisna ettikten sonra, yabancı kadının herhangi bir yerine dokunmanın abdesti bozacağını ileri sürmüştür.
   İmam Malik ve Ahmed b.Hanbel de mutlak anlamdaki dokunma fiilini şehvetli ve şehvetsiz dokunma diye ikiye ayırarak,şehvetli olarak dokunma sonucu abdestin bozulacağını, diğer şekilde bozulmayacağını savunmuşlardır.
    Buraya kadar anlattıklarımız mütevatir kıraatlerin,Kur’an tefsirinde hem anlayış farklılıklarına yol açtığını hem de önemli bir işlev gördüğünü bizlere göstermektedir.
2-Çok anlamlılık: (Lafızların iki veya daha fazla manaya gelmesi).Saffat suresi 95.ayette geçen,
فراغ عليهم ضربا باليمين bunun üzerine,yanlarına gelip sağ eliyle vurdu; ayetinde yer alan اليمين el yemin kelimesi sağ el,yemin,kuvvet anlamlarına gelmektedir.Yani Hz.İbrahim putlara yeminle veya kuvvetle de vurmuş olabilir. Bu mânâların hepsi de lügatte bu kelimenin anlamı olarak geçmekte ve Araplar, yerine göre bu anlamlan vermektedir. Dolayısıyla kelimenin birden fazla mânâda kullanılıyor olması, âyetin farklı şekillerde tefsir edilmesine sebep olmaktadır.
3-Âyette ıtlak ve takyîd ihtimalinin bulunması sebebiyle ihtilaf: Kur’an’ın bazı ayetleri hem mutlak anlama alınabilecek hem de takyide gidilerek manaları sınırlandırılabilecek konumdadırlar. Maide suresi 89.ayette.لايؤاخذكم الله باللغو...   yemin kefareti için üç gün oruç tutma hükmü,takyidle hareket eden Ebu Hanife,Es Sevri,Ahmed b.Hanbel’e göre mutlak değildir,yani art arda tutulmalıdır.Bu fakihler vermiş oldukları hükme,İbni Mesud r.ah. mushafında bulunan متتابعات mütetabiat lafzını dayanak yapmışlardır.Bu lafız ilgili ayetin mütevatir olan aslında yer almıyorsa da,söz konusu sahabinin mushafında tefsir kabilinden yazılı olması,üzerine hüküm bina etmek için yeterlidir. Mezkur fakihler İbni Mesud r.ah mushafını bağlayıcı karine olarak görmüş ve yemin kefaretinde bu günlerin arasını açmanın caiz olmadığına hükmetmişlerdir.
    İmam Şafi hz.ise bu mushafataki lafzı mütevatir kıraatler içerisinde yer almadığı için şaz olarak değerlendirmiş ve ayete mutlak mana vermiştir.Bu yüzden ona göre bu orucu değişik günlerde tutmak caizdir.
  İhtilafları çoğaltmak mümkündür. Zamirin merciinin, âyette açıkça belli olmaması se­bebiyle ortaya çıkan ihtilaf. Harfin zait olup olmadığından kaynaklanan ihtilaf. Âyetin mânâsının umum veya husus ifade etmiş olmasından kaynaklanan ihtilaf.

TEFSİR ÇEŞİTLERİ
    Tefsirciler, öteden beri tefsir çeşitlerini genellikle "rivayet tef­siri" ve "dirayet tefsiri" olmak üzere iki ana bölümde ele almış­lardır. Bunlardan birincisi Kur'ân-ı Kerim'in, Resûlullah (s.a.v)'in sünneti, sahabe ve tâbiûn sözlerine dayanan tefsirdir. Bu kaynaklarla yapılan tefsire "rivayet tefsiri" denildiği gibi, "naklî tefsir" veya "me'sûr tefsir" de denilir. Rivayet tefsiri kaynakları bize âyetin mânâlarını, kıraat vecihlerini, muhkem ve müteşâbih olanlarını, nüzul sebeplerini, nâsih ve mensubunu bildirir. Bu kaynaklar, aynı zamanda bize geçmiş ümmetler ve onlarla ilgili âyetler hakkında bilgi verir. Bu tür kaynaklar daha ziyâde tefsir, siyer, magâzî ve târih kitaplarında bulunabi­lir. Dirayet tefsiri ise; Arap dili ve edebiyatı, dinî ve felsefî ilimler ile çeşitli müspet ilimlere dayanan tefsirdir. Bu usûl ile yapılan tefsire de "dirayet tefsiri" veya "rey ile tefsir" ya da "ma'kûl tefsir" denir.
    Tefsiri farklı kısımlandıranlar da vardır.Önce konulu (mevzui) tefsir ve ayet ayet (mevzi,teczi) tefsir diye ikiye ayırıyorlar.Mevziyi de kendi içinde üçe ayırıyorlar.İcmali,Tahlili ve Mukaren(karşılaştırmalı) tefsir. Tahlili tefsiri de rivayet ve dirayet diye ikiye ayırıyorlar.Yani bu kısım taksime tabi tutanlar rivayet ve dirayet tefsirini tahlili tefsirini içinde değerlendiriyorlar.
    Kimisi de önce mevzui ve mevzi diye ikiye ayırıyor.Mevziyi de icmali ve tafsili diye ikiye ayırıyor. Tafsiliyi de rivayet ve dirayet tefsiri diye ikiye ayırıyorlar.Şimdi bunları açıklamaya çalışalım.
Mevziî (Parçaçı)/Tecziî/Âyet Âyet Tefsir
     Kur'ân-ı Kerim âyetlerinin, mushaf tertîhine göre âyet âyet ,ve sûre sûre tefsir edilmesine Tefsiru'l- Mevziî denir. Bazıları buna tecziî ve taklîdî de demişlerdir.Herhangi bir müfessirin Kur’an’daki sure sıralamasını esas alarak her ayeti, mevcut tertibe göre birer birer ele alarak açıklamasıdır.Bu çeşit tefsirde, âyetlerin mushaftaki tertibine riâyet edilir. Her âyetin belli bir mevzii, yani yeri ve mekânı olduğu için bu çeşit tefsire "mevziî tefsir" ismi verilmiştir. Bazıları ise bu çeşit tefsire "müselsel", "atomik tefsir, geleneksel metot" gibi isimler vermişlerdir.
     Bu çeşit tefsirde müfessir, baştan sona Mushaf’la birlikte iler­ler. O'nun bölümlerini, kısımlarını, parçalarını daha önceden tespit ettiği metoda göre açıklamaya çalışır. Ayetleri olaylarla, görüşüne göre, yahut rivayetlerle, veya söz konusu başka âyetle mefhum ve ıstılahta ortak yanı bulunan başka âyetlerin mütala­asıyla açıklamaya çalışır. Bu tefsir akımı, sahabe ve tâbiûn dönemlerinde Kur'ân'ın bazı âyetlerini parça parça şerh ve izah etmek, bazı yerlerini tefsir etmek suretiyle başlamıştır. Zaman ilerledikçe daha fazla âyetleri açıklama ihtiyacı hasıl olmuş, nihayet bu tefsir akımı, et-Taberî ve başkalarının üçüncü asrın sonlarında dördüncü asrın başlarında kaleme aldıkları tefsir kitaplarıyla en mükemmel şekline kavuşmuştur. Müfessir zaman zaman hadîsler ve rivayetlerden faydalandığı gibi bu meyanda başka âyetlerden de yararlanır. Şu kadar var ki, bu faydalanma söz konusu edilen âyet-i kerimenin taşımış olduğu lafzî anlamını tespit etme gayesine yöneliktir. Yani bu tefsirin her adımında temel hedef müfessirin üzerinde çalıştığı âyetin delâletini, imkân dahilindeki her türlü vâsıta ile anlamaya çalışmasıdır. Demek ki hedef "Cüz'î bir hedeftir".Yani tecziî tefsir metodu, Kur'ân'da ele alınan herhangi bir konuyu enine boyuna, konu ile ilgili bütün âyetleri inceleyerek bir neticeye varmayı hedef edinmiş değildir.
    A-İCMALİ TEFSİR
   Kur'ân âyetlerinin icmâlî olarak (kısaca) tefsir edilmesidir. Bu açıdan Tefsiri tercümeye benzemektedir. Bu çeşit tefsirde de mushaf tertibine göre sûre sûre ve âyet âyet tefsir yapılır. Önce­likle garip kelimelerin ve cümlelerin mânâları verilir, birazcık ilim sahibi olanların anlayabileceği şekilde âyetlerin hedefi zik­redilir ve âyetler arası münâsebetler gösterilir.
    Müfessir tefsir yaparken âyetleri de zikreder ki, âyetler ara­sındaki tenasübü göstersin. Böylece tefsiri dinleyen veya oku­yan kimseler de âyetler arası ilişkiyi rahatlıkla görebilsin.. Müfessir gayet kısa, fakat açık ve net bir şekilde âyetin tefsirini yapar ki böylece âyetin hedefi anlaşılır ve ümit edilen fayda elde edilmiş olur. Bundan dolayı müfessirin bunu gerçekleştirmek için yapması gereken şeyleri ihmal etmemesi gerekir. Meselâ; konunun ihtiyaç duyduğu kadarıyla târihî olaylara, nüzul sebe­bine, hadis-i şerife veya selef-i salihinden gelen haberlere işaret etmesi gerekir.
    Kısacası icmali tefsir,kelimelerin anlamı,tahlili,farklı okuma biçimleri(kıraat),cümlelerin irabı, Kur’an’ın içerdiği belağat nükteleri vb.açıklamalarla yetinen yani sadece lafızla ilgilenen tefsir tarzıdır ki, buna taşıdığı bu özellikten dolay caff(kabuk) tefsir de denilmektedir.Bu çeşit tefsire CELALEYN TEFSİRİNİ örnek olarak verebiliriz.
B-Mukaren Tefsir: Türkçe olarak "Karşılaştırmalı Tefsir" diyebileceğimiz bu çe­şit "tefsir metodu şöyledir:Müfessir tefsirini yapacağı âyetin tefs­iri için daha önce yazılan tefsirlere müracaat eder. Bu tefsirler, ister yeni ister eski olsun, ister rivayet isterse dirayet tefsiri olsun. Onların âyet hakkındaki görüşlerini araştırır. Müfessirlerin değişik tefsir metotları ile yaptıkları tefsirlerini karşılaştırır. Bu görüşler içinde itimat ettiği görüşü alır, tercih etmediği görüşleri terk eder. Bu çeşit tefsirde müfessir, aynı âyet hakkında değişik metotlarla tefsir yapanların ne söylediğini karşılaştırma ve bun­lar arasını te'lif etme imkânı bulur. Âlûsî'nin "Rûhu'l- Meâni" tefsiri mukâren tefsire örnek olarak gösterilebilir. Çünkü Alûsi tefsirini yazarken, kendisinden önceki müfessirierden istifade etmiştir. Akidede selefi görüşe sahiptir. Genellikle Mutezile, Şia ve kendi mezhebine muhalif mezheplere reddiyelerde bulunur. Bir çok meselede Fahruddin Râzi'yi tenkit eder. Fıkhi meselelerde, Ha­nefi mezhebini müdâfaa sadedinde Râzi'ye reddiyelerde bulu­nur. Kevni meselelere intikâl ederek, astronomi bilginlerinin ve filozofların sözlerini zikreder. Beğendiklerini kabul eder, beğen­mediklerini ise reddeder.

C-TAFSİLİ TEFSİR: Kimileri bunu tahlili tefsir diye de inceler.Tafsili tefsir tarzı,nakli ve ictihadi tefsir geleneğinin,yerine göre geniş veya dar anlamda uygulandığı bir yöntemi içermektedir. Bu yöntem,Kur’an-ı kendi sistematiğine göre ele alıp hem rivayet hem de dirayete yer vermekte, ayetlerin içsel anlamlarıyla da ilgilenmektedir.Rivayet ve Dirayet olarak ikiye ayrılır.
1-Rivayet Tefsiri (et-Tefsir bi’l me’sur): Rivayet Tefsiri; Kur'ân-ı Kerim, Resûlullah'ın (sas) sünneti, sahâbe ve tâbiûn sözlerine dayanan bir tefsirdir. Bu kaynaklarla yapılan tefsire "rivayet tefsiri" denildiği gibi, "naklî tefsir" veya "me'sur tefsir" de denilir.
    Selefin önde gelen alimleri,özgün bir düşünce ve özgür bir yaklaşımla Kur’an-ı tefsir etmeyi doğru bulmuyorlardı. Onlara göre Kur’an tefsirinde en doğru ve başarılı yöntem nakle bağlı kalarak yapılan tefsirdi.Nakle dayanmayan tefsirler ya keyfi,ve akli;ya da zan ve tahminden ibarettir ki bu da ilim sayılmaz.O halde yapılan tefsirin hakikate uygun olabilmesi için onun, başta Kur’an ve sünnete,selef alimlerinden nakledilen sahih rivayetlere,Arap dilinin kurallarına ve lügat anlamı itibariyle eski Arap şiirine dayanması gerekmektedir.
    Söz konusu tanıma göre Rivayet tefsirinin kaynakları:Kur’an,sünnet,sahabe,tabiun ve tebe-i tabiin kavilleri ile Arap dili ve cahiliye şiirleridir.Rivayet tefsiri ilk olarak Kur’an-ı Kur’an’la tefsir eder.Şüphesiz tefsir yollarının en güzeli ve en doğrusu Kur’an’ın Kur’an ile açıklanmasıdır. Mesela Peygamberimiz (s.a.v) و عنده مفاتح الغيب لا يعلمه الا هو : Gaybın anahtarı onun nezdindedir. Onları O’ndan başkası bilmez.(Enam 59) mücmel ayetinde geçen gaybın anahtarlarından muradın ne olduğunu Lokman suresi 34.ayetteki mübeyyen ayetle tefsir etmiştir. ‘’Gaybın anahtarları beştir ki onları Allah’tan başkası bilmez…’’ان الله عنده علم الساعة… Kıyamet saatini bilmek ancak Allah’a mahsustur….’’ Bu tür tefsire Kur’an’ın Kur’                an’la tefsiri denilmektedir.
    Kur’an’ın daha iyi anlaşılmasında yardımcı unsur niteliğindeki cahiliye arap şiirleri de Kur’an tefsirinde istişhad olarak kullanılmıştır.İbni Abbas r.ah.’’ Kur’an’ın garip kelimeleri hakkında bana sorduğunuzu şiirde arayın.Çünkü şiir Arapların divanıdır’’ demiştir.(Suyuti itkan ı,157)
    Rivayet tefsiri iki kısımda incelenir:
1-Salt rivayet tefsiri,yani % 100 rivayet tefsiri olup müfessirin kendi görüşünü ve düşüncesini katmamış olduğu tefsirdir.Sahabe,tabiin ve tebei tabiinden gelen rivayetlere dayanan tefsirdir. Suyutinin ed Dürrül Mensur adlı tefsiri buna örnektir.Rivayetleri isnatlarıyla birlikte zikretmiştir.
2-Dirayetle karışık rivayet tefsiri: % 100 rivayete dayanmayan, müfessirlerin kendi görüşünü de yansıttığı ama % 50 den fazla rivayete yer veren % 80 rivayet % 20 dirayet gibi olan tefsirlerdir. Taberi ve ibni Kesirin tefsirleri gibi.
Rivayet Tefsirinin Zaaf Noktaları:
   Rivayet tefsir metodu açısından Kur’an’ın Kur’an’la veya sahih hadislerle veya sahabe sözleriyle yapılan izahların makbuliyeti hakkında herhangi bir şüphe yoktur. Ancak uydurma rivayetler çeşitli nedenlerle tefsirlere sokulmuş ve bazı müfessirler bunları elemeden yazmışlardır.Mesela bazı mezhep mensupları kendi görüşlerini delillendirmek amacıyla hadis uydurmuşlardır.Bazı şiiler hadis diye bir takım sözler uydurarak Hz.Ali r.a ‘ye nisbet emişler ve bunları Kur’an tefsirine sokmuşlardır.
    Yine bazı alim geçinen zevat idarecilere yaklaşmak ve makam, mevki elde etmek için haber uydurmuş ve bu uydurmaları tefsire bir şekilde sokmuşlardır.Özellikle Abbasilere yaltaklanmak için Abdullah ibni Abbas için bir sürü haber uydurulmuştur.
   Kur’an okumayı teşvik maksadıyla surelerin fazileti hakkında uydurulan hadisler bazı müfessirler tarafından kitaplarına alınmıştır.Mesela Nuh b.Ebi Meryem’e :’’ Kur’an’ın fazileti ile ilgili İbni Abbas,İkrime tarikiyle gelen bunca haber sana nasıl ve nereden ulaştı diye sorulunca ben insanları Kur’an okumaya teşvik etmek için kendim uydurdum demiştir.( Zerkeşi Burhanı,432)
   Tefsirlerde İsrailiyata Yer Verilmesi: Rivayet tefsirinin zaaf noktalanndan birisi de bu tür tefsirlere İsrâiliyyâtın fazlasıyla sızmış olmasıdır. İsrailiyyat,İsrailiyye kelimesinin çoğuludur. Kelime İsraili bir kaynaktan aktarılan kıssa veya hadise manasınadır.Kelime her ne kadar tefsire girmiş Yahudi kültürünü ifade ediyorsa da,sadece bundan ibaret değildir. İsrâiliyyât terimi ile; yalnızca Yahûdî kaynaklı fikirler değil, aynı zamanda Hıristiyan kaynaklı fikirler ve bunların ikisinin karışı­mından ibaret olan Bâtinî ve Gnostik (irfânî) fikirler ve diğer dinlere ait kültür kalıntıları da kastedi­lir. Yahûdî kaynaklı fikirler anlamına İsrâiliyyât denmesinin nedeni, bu fikirlerin tefsirlerde daha çok yer almış olmasından­dır.
    Sonradan İslâm Dini'ni kabul edip bu dine giren Yahûdî ve Hıristiyanlar, tahrif edilmiş olan İncil ve bilhassa Tevrat'a ait bir takım bilgileri yanlarında muhafaza etmekteydiler. Bazı meraklı Müslümanların aşırı hırsları ve istekleri onları bazı âyetlerin teferruatını da öğrenmeye sevk ediyordu. Kur'ân'da ve Hz. Pey-gamber'in (sav) hadîslerinde, lüzumsuz addedilip haklarında bilgi verilmediği halde, kimseye hiç bir fayda sağlamayacak olan bilgileri elde etmek için Ehl-i Kitabın müslüman olan bü­yüklerine, özellikle de Abdullah b. Selâm, Vehb b. Münebbih ve Ka'bu'l-Ahbâr gibi zevata müracaat ederek, bu konularda muharref Tevrat ve haşiyelerinde kaydedilmiş olan bilgileri aldılar ve bu bilgilerin bazıları tefsirlere girdi.
 İsrailiyatın Kısımları:İslam’a uyup uymaması bakımından üçe ayrılır.
1-İslam’a uygun olan İsrailiyat: Kur’an’da çeşitli hallerinden bahsedilen kavimlere dair Hz.Peygamberimiz s.a.v efendimizin ve gerekse Efendimiz s.a.v den duyarak sahabe efendilerimizin nakletmiş oldukları tefsir ve açıklamalar bu kısıma girer.
2-İslam’a zıt olan İsrailiyat:Hangi konuya ait olursa olsun İslam’ın inanç ve ibadetleri ile zıtlık halindeki haberlerdir.Bunları kabul etmek asla mümkün değildir.Hz.Süleyman a.s. için anlatılan parmağından yüzüğünü çıkartması ve şeytanın yüzüğünü takarak dünyaya hükmetmesi,eşleri ile haşa ilişkiye ve hatta ters ilişkiye girmesi vs.buraya örnek verilebilir.
3-Tasdik veya tekzib edilemeyen İsrailiyat:Bu tür israiliyat tekzib edilemeyişinden dolayı tefsirlerde geniş yer tutmuştur.Bunlar lüzumsuz söz kalabalığından ve hayal mahsulü efsanelerden ibarettir.İnsana hiçbir yararı olmayan ve hatta vaktini boşa geçirmesine vesile olan fuzuli bilgi kalabalığıdır.Örneği çok olmakla birlikte Ashabı kehfi burada zikredelim. Ashabı Kehfin köpeği çobanın köpeğiydi veya hükümdarın ahçısının köpeğiydi.Bir başkası Ashabı Kehften birinin köpeğiydi demiştir.Köpeğin ismi hakkında bir sürü isim zikredilmiştir.Köpeğin rengi al yahut sarı başı al sırtı siyah karnı beyaz….. bir sürü boş söz zikredilmiştir.Köpeğin cinsi normal köpek çin köpeği idi demişler ve hatta bazısı köpek değil evcil aslandı demiştir. Görüldüğü gibi bu tür sözler ve anlatımlar ne dünyaya ne de ahirete bir fayda sağlamaz. Sahih hadisler bir tarafa atılmış ve kitapları doldurmuş olan bu hurafeler İslam namına yazılmış, okunmuş,okutulmuş ve halk bunlarla ağlatılmış ve çoşturulmuştur.
En meşhur rivayet tefsirlerini müellifleriyle birlikte zik­redelim:
1.  İbn Cerîr et-Taberî (310/922). Câmiu'l- Beyân an Te'vîli Âyi'l- Kur'ân.
2.   İbn Ebî Hatim (327/939). Tefsiru'l- Kur'âni'l- Azîm Musneden an Rasûlillâhi ve's- Sahabeti ve't- Tabiîn.
3. Ebu'l- Leys Semerkandî (383/993). Tefsiru Ebi'l- Leys.
4. el-Vâhidî (468/1075). el-Vecîz fî Tefsiri'l- Kur'âni'l- Azîz.
5. el-Begavî (516/1122). Meâlimu't- Tenzil.
6.  İbn Atiye (546/1151). el-Muharraru'l- Vecîz fî Tefsiri Ki-tâbi'l- Azîz.
7. İbn Kesîr (774/1372). Tefsiru'l- Kur'âni'l- Azîm.
8.  Celâluddîn es-Suyutî (911/1505). ed-Dürrü'l- Mensur fi't-Tefsir bi'l- Me'sûr.
TABERİ  - Câmiu'l- Beyân an Te'vîli Âyi'l- Kur'ân
    Kaynakların verdiği bilgiye göre  839 senesinde Taberistan’ın Amul şehrinde dünyaya gelmiştir. Yedi yaşında Kur’an’ı ezberlemiş ve dokuz yaşında da hadis yazmaya başlamıştır. Tahsil hayatını tamamlamak için Rey,Basra,Kufe,Medine,Suriye ve Mısır’ı dolaşmış, sonra hilafet merkezi olan Bağdat’a giderek hayatının sonuna kadar orada kalmıştır. Tefsir yanında  kıraat,hadis,kelam ve tarih ilimlerinde de otorite olan Taberi fıkıhta da bir müçtehid olarak görülmektedir.
    Hicri 2.yüzyıldan itibaren Kur’an’ın yorumuyla uğraşan İslam bilginleri tefsir ihtiyacını karşılamak için eserler kaleme almışlardır.Ancak söz konusu alanla ilgili bu ilk ürünler elimize ulaşamamıştır.Bunların içeriğini oluşturan bilgileri derleyip büyük bir titizlikle bize ulaştıran çok görkemli bir tefsir vardır ki o da Taberi’nin Camiul Beyan adlı tefsiridir.Bu özelliğinden dolayı yazıldığı zamandan günümüze kadar hep zirve noktasını işgal etmiş ve tefsir tarihinin temel taşı olarak nitelendirilmiştir. Tefsir usulüyle ilgili çok kıymetli bilgilerin yer aldığı bir mukaddime ile  başlayan bu kitap,oldukça hacimli bir tefsirdir.
   Taberi tefsiri,Rasulüllah s.a.v ,sahabe,tabiin ve daha sonraki zamanlarda yapılan nakilleri toplayıp kendisinden sonrakilere aktaran sistematik bir tefsirdir.Lugat,kıraat,tarih,fıkıh,kelam, nahiv ve cahiliye şiiri açısından eşsiz bir kaynaktır.Bu tefsir rivayet tefsirlerinin en mükemmel örneği olarak kabul edilmiştir.Nevevi,bu tefsirin bir benzerinin yazılmadığı konusunda ümmetin ittifak ettiğini ileri sürmüştür.(Tarihi Bağdadı ıı,164)
    Bu tefsirinde Taberi,açıklamak üzere ele aldığı ayete önce’’ el kavlu fi te’vili kavlihi Te’ala’’ ifadesiyle kısa bir izahla başlar,sonra o ayetle ilgili olarak sahabe ve tabiinden gelen haberleri nakleder,arkasından da ekseriya bu rivayetlerden elde etmiş olduğu bilgilerin bir özetini verir. Buna göre rivayetleri kendi içerisinde-birbirine muvafık ve muhalif oluşları itibariyle-tasnife tabi tutar. Bu onun her ayeti Kur’an-ı Kur’an,sünnet,sahabe,tabiun kavliyle tefsir yönteminin bir neticesidir.Eğer sözü edilen kaynaklarda aradığını bulamazsa o zaman da Arap dili bilgilerine dayanarak ayetleri yorumlamaya çalışır.
    Taberi tefsirinde rivayetleri senedli olarak vermektedir.Kendilerinden nakilde bulunduğu ravileri tescilde çok dikkatli davranmıştır.Kıraatte büyük bir otorite olan Taberi,ayetleri tefsiri esnasında değişik kıraat vecihlerini dikkate almış,çoğunlukla sahih kıraatlere yer vermekle beraber zaman zaman da şaz kıraatleri zikretmiştir.Ancak bu tür kıraatler için bazen açıkça şaz tabirini kullanarak,bazen de caiz olmadıklarını söylemek suretiyle onların gayrı sahih oldukları konusunda okuyucuları uyarmıştır.
    Taberi İsraili haberler konusunda zengin bir hazine sayılabilir.İsraili rivayetleri hiçbir tenkite tabi tutmadan sadece isnadlarını vermek suretiyle nakletmiş olması nedeniyle bu konuda müsamahakar davrandığı şeklinde tenkide tabi tutulmuştur.Örneğin Harut ile Marut  adlı yeryüzüne indirilen iki melekle ilgili Allah’ın o iki meleğe şehvet verdiği ve insanlar arasında hükmetmekle görevlendirdiği zikredilir.Bu iki melek evli bir kadınla zina etmek ister vs.. ( Taberi Camiul Beyan ı,363)
   Taberi Kelami meselelerde de Ehli Sünnet’e uygun anlatımlara yer verir.Özellikle itikadi meselelerde Mu’tezile’ye karşı açıkça bir tavır aldığı göze çarpar.Kısacası o,selef mezhebine aykırı düşen tüm akidevi yönelişlere karşı durarak hararetle Ehli Sünneti savunur.
    Özetle Taberinin tefsiri olan Camiul Beyan, ihtiva ettiği nitelikler açısından hiçbir zaman yeri doldurulamayacak eşsiz bir tefsirdir.Bu yüzden denilebilir ki o,gerek ilk devirlere ait olan ve günümüze intikal etmemiş bulunan tefsirlere ulaşmak,gerekse lügat,tarih, fıkıh,kıraat, kelam, nahiv ve kadim Arap şiiri konularında araştırma yapmak isteyenler için vazgeçilmez bir kaynak eserdir.
İBNİ KESİR - Tefsiru'l- Kur'âni'l- Azîm.
    1301 senesinde Şam civarında bulunan Busra’nın bir köyünde dünyaya gelen İbni Kesir, küçük yaşta babasını kaybederek yetim kalmış,10 yaşında Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş ve kendini yetiştirmek için devrinin çeşitli bilginlerinden hadis,fıkıh,tefsir ve tarih dersleri almıştır. Akide yönünden Eş’ari ve fıkıh yönünden Şafi olmasına rağmen,o hiçbir zaman mezhebi bir taassub içerisinde olmamıştır.
    Taberi’nin Camiul Beyan’ından sonra rivayet tefsirini temel kaynaklarından biri de kuşkusuz Tefsirul Kur’anil Azimdir.Müfessir tefsirinde ayeti ayet,sünnet,sahabe sözü ve tabiun kavilleriyle açıklamaya çalışmıştır.Yapmış olduğu nakillerin senetlerini de zikrederek hem ravileri tahkik etmiş hem de okuyuculara onların sahihini zayıfından ayırma imkanını vermiştir. Tıpkı Taberi’nin yaptığı gibi rivayetleri senedli olarak zikretmesi tefsirine olan güveni daha da artırmıştır.
    İbni Kesir ahkam ayetlerinin tefsirinde yer yer fıkhi münakaşalara girişerek mezhep imamlarının görüş ve delillerini zikretmiştir.Mesela Bakara 230.ayette dört mezhep imamlarının görüş ve delillerine yer vermiştir.
    İsraili haberleri naklederken diğerlerinden biraz daha titiz davrandığı söylenebilir.Çünkü o israiliyatla ilgili rivayet ettiği  hikayeleri, istişhad yani misal gösterme maksadıyla naklettiğini söylemektedir.Yani ona göre istiştada konu olan nakiller İslam inancına ters düşen ve yalan olduğu bilinen nakiller değil aksine sahih olduğu bilinen nakillerle doğruluğu ve yalan olduğu
İspatlanamayan rivayetlerdir.Bazen o nakletmiş olduğu haberi faydasına inanmadığı için İsraili haber olarak vasıflar ve tenkit eder.Mesela Kaf suresinin başındaki hurufu mukattaadan söz ederken bazı selef alimlerinin,söz konusu harf ile Kaf dağının kastedildiğini ileri sürdüklerini beyan ederek bunun, İsrail oğullarının hurafelerinden biri olduğunu ifade etmektedir.(İbni Kesir ıv,221)
2-Dirayet Tefsiri (et-Tefsir bi’d-diraye):
   Dirâyet tefsiri;müfessirin yalnızca rivayetlere bağlı kalmayıp dil,edebiyat ve çeşitli ilimler yanında kendi bilgi birikimine ve re’yine dayanarak yaptığı tefsirdir. Bu kaynaklarla yapılan tefsire de "dirayet tefsiri" veya "re'y ile tefsir",’’akli tefsir’’ ya da "ma'kûl tefsir" denir. Zehebi’nin ifadesine göre re'y ile tefsir; müfessirin, Arap sözlerini, konuşma şekillerini. Arapça lafızlann mânâlannı ve delâlet vecihlerini bildikten sonra, cahiliye devri şiirinden de yararlanarak nüzul sebeplerine vâkıf olarak Kur'ân âyetlerinirı nâsih ve mensûhunu ve tefeir bilgininin muhtaç olduğu diğer konulan bildikten sonra Kur'ân'ı  içtihat ile tefsir etmekten ibarettir. Yani dirayet tefsirinde asıl bahis mevzuu olan husus, şahsî görüş ve içtihattır.
    Bu tefsiri rivayet tefsirinden ayıran en belirgin özellik,müfessirin ayetleri tefsir ederken dirayete yani akli çıkarımlara da yer vermesidir.Ancak bunu yaparken müfessir akli tefsir yapmalı, Kur’an’i nasları aklileştirmemelidir.
     Bir âyet hakkında onu açıklayan bir âyet veya bir hadîs bu­lunmadığında, tabiî olarak re'y ve içtihâtla tefsir edilir. Bu du­rumdaki müfessirin, tefsir usûlüne göre kendisi için şart olan ilimleri öğrenmiş olması gereklidir. Aksi takdirde, sadece kendi re'yi ile yapacağı tefsir, Kur'ân'a ters düşeceğinden makbul değildir,hatta ibni kesir ve taberi haramdır demişlerdir. Çünkü tefsir bir bakıma Allah adına söz söylemektir. Allah'ın kelâmından muradın ne olduğunun tayin edilmesi, mes'uliyetli bir iştir. Bu mes'uliyeti Hz. Peygamber (sav) sarahaten ifade ederek, ihtiyatî bir tedbir koymuştur:
من قال في القرآن بغير علم فليتبوّاْ مقعدَه من النار  :Kur’an hakkında ilmi olmaksızın söz söyleyen,cehennemdeki yerini hazırlasın (Tirmizi tefsiril Kur’an ı)
من قال في القرآن بِرَاْيه فاصاب فقد اَخْطَاَ : Kendi re’yiyle Kur’an hakkında söz söyleyen kimse,isabet etse bile hata etmiştir.( Tirmizi tefsiril Kur’an ı)
     Genişleyen İslâm sınırlan içinde yeni müslüman olan kitlele­rin antik çağın eski ve güçlü kültür çevrelerine mensup olmaları (Hıristiyan, Yahûdî, Kildânî, Kıptî, İran, Türk ve Mısır kültürleri) İslâm dünyasında çeşitli düşünce akımlarının zuhuru sonucunu doğurdu. Kur'ân'ı, dileyenin dilediği gibi ve keyfine göre tefsir etmemesi için bilginlerin kendi şahsî çabalarıyla; fakat esaslı kaidelere bağlı olarak yaptıkları dirayet tefsirleri ile doğabilecek fikrî kargaşanın izâlesi yoluna gidildi. Bu sebeple bazı bilginler dirayet tefsirinin yanında yer alırken, bazıları da ona karşı çıktılar. Bir kısmı Kur'ân'ın re'y ile tefsirine şiddetle karşı çıkarak; âlim de olsa, edîp de olsa, fıkıh, nahiv ve diğer konularda derin bilgiye de sahip olsa hiçbir kimsenin Kur'ân'ı re'y ile tefsir ede­meyeceğini belirttiler. Bunlara karşı çıkan bir diğer grup ise Kur'ân'ın re'y ile tefsirinde bir beis olmadığını, İslami ilimlerle tam donanımlı olan kişinin(edebiyat, sarf nahiv vs…)  Kur'ân'ı kendi görüş ve içtiha­dıyla tefsir edebileceğini belirttiler.
     Şu halde re'y ile tefsirin bir kısmı yerilmiş, bir kısmı övül­müştür. Ancak caiz görülüp övülen kısım da belirli kayıtlarla sınırlandırılmıştır. Buna göre dirayet tefsirinin caiz ol­ması için dikkat edilmesi gereken hususları şöylece sıralayabili­riz:
1. Âyetin tefsiri için öncelikle Kur'ân'a müracaat etmek.
2.  Zayıf ve mevzu hadîslerden sakınmak ve Hz. Peygamber'den (s.a.v) nakledilen sünnete uygun yorumlar yapmak.
3. Ashabın tefsir tarzlarını göz önünde bulundurmak.
4.Kelimenin sözlük anlamını esas alarak, delâlet etmediği mânâlara yöneltmekten kaçınmak.
5. Sözün lafzından anlaşılan (zahirî) mânâyı gözetip şeriatın delâlet ettiği hususu benimsemek.
Bu şartlara riâyet edilerek yapılan tefsirler caiz ve makbul sayılmıştır. Bu şartları göz önünde bulundurmadan ve buna aykırı olarak yapılan tefsirler ise reddedilmiştir.
Dirayet tefsirinde kaçınılması gerekli olan hususları şu şe­kilde sıralamak mümkündür:
1. Âyetin mânâsını, Arap dilini ve İslâm'ın ahkâmını bilme­den Allah'ın kastetmediği anlama yönelterek beyân etmeye kal­kışmak.
2.  Allah'ın kelâmını bozuk görüşlere hamlederek yanlış yo­rumlara sapmak.
3.  Allah'ın; bilgisini, yalnız kendisine tahsis ettiği ve kendi­sinden başka kimsenin bilemeyeceği konuları açıklayıp yorum­lamaya teşebbüs etmek.
4. Allah'ın kelâmını hiçbir delîle dayanmadan tahsîs etmek.
5. Arzu ve hevesleri doğrultusunda Kur'ân'ı tefsire yeltenmek.
    İslâm Âlimleri, her önüne gelenin tefsir yapamayacağını, tef­sir yapmak isteyen bir kimsenin mutlaka bilmesi gereken ilimler olduğunu, bu ilimleri bilmeden Kur'ân'ı, kendi re'y ve içtiha­dıyla tefsir yapmanın caiz olmadığını beyân etmişlerdir.
Dirayet tefsiri kendi arasında ikiye ayrılır:
1. Mutlak Dirayet Tefsiri. 2. Mukayyed Dirayet Tefsiri.
Mutlak dirayet tefsiri: Kendisinde muayyen bir görüşün mesela,sufi,felsefi,fıkhi,edebi veya fenni görüşün hakim olmadığı dirayet tefsiridir.Hakim olanlara mukayyed dirayet tefsiri denir.
Mutlak Dirayet Tefsiri tarzında yazılmış birkaç önemli tef­sir ve müfessirlerini zikredelim:
1.  Fahruddin er-Razî (606/1209). Mefâtîhu'l- Gayb (Tefsir-i Kebîr).
2.  Kâdî Beydâvî (685/1288). Envâru't- Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl.
3.  Nesefî (710/1310). Medârikü't- Tenzîl ve Hakâkiku't-e'vîl.
4.  el-Hâzin(741/1340). Lübâbu't- Te'vîl fî Meâni't- Tenzîl.
5. Ebu Hayyân el-Endelûsî (745/1344). el-Bahru'l- Muhît.
6. Hatîb Şirbînî (977/1569). es-Sirâcü'l- Münîr.
7. Ebussuûd Efendi (982/1574). İrşâdü'l- Akli's-Selîm İlâ Mezâye'l- Kur'âni'l-Kerim.
8. Elmalılı  Hamdi Yazır,Hak Dini Kur’an Dili
RAZİ,MEFATİHUL GAYB: 1149 senesinde Büyük Selçuklu Devleti’nin başkenti Rey’de dünyaya gelmiştir.Arap asıllı bir ailenin çocuğudur.İbnul Hatib diye tanınmakla birlikte daha çok Fahruddin Razi adıyla meşhur olmuştur.İlim öğrenmek için pek çok belde dolaşan Razi,İran, Türkistan,Afganistan ve Hindistan’ın bazı şehirlerine de uğradıktan sonra 1203 senesinde Herat’a yerleşmiş ve burada yaşamıştır.12.yüzyılın en büyük düşünürlerinden kabul edilen Razi, kelam,fıkıh usulü,tefsir,dil ve edebiyat,felsefe,mantık,astonomi,tıp ve matematik gibi çağının bütün ilimlerini öğrenip bu alanlarda eserler vermiş çok yönlü bir bilgindir.Ömrünün son yıllarında yazmış olduğu bu tefsir, müellifin dirayet metodunu başarıyla kullandığı bir eserdir ve yazıldığı günden bu güne kadar kaleme alınan pek çok tefsire kaynaklık etmiştir.
     Razi bu tefsirinde dirayet yöntemini kullanmış olsa da,rivayet tefsir esaslarını terk etmemiştir.Hatta onun,öncelikle rivayet tefsir malzemesini kullanarak akli izahları bunların üzerine bina ettiği söylenebilir. Ayetin ayetle tefsirine çok önem veren bir müfessirdir.

     Akli bir tefsir yazmış olmasına rağmen,özellikle kelimelerin lugavi ve kavramsal izahlarında, müşkil,mübhem ve gaybi hususlar başta olmak üzere daha pek çok konuda sahabe ve tabiin kavillerini kullanmıştır.Ancak bu kavilleri herzaman olduğu gibi nakletmeyip,ravilerinin akli ve nakli tefsir ekollerindeki zayıf yönlerini de göstermeye çalışmıştır.Bakara 114.ayette yer alan
خائفين haifin kelimesi hakkında Katade ve Süddi’nin görüşlerine yer vererek ardından onları tenkit etmesi bu hususa örnek olarak gösterilebilir.
   Mefatihul Gayb incelendiğinde, Razi’nin tefsire,nüzul sebebleri bağlamında önem veren bir müfessir olduğu da görülür.Ona göre ayetlerin anlaşılmasında nüzul sebeplerini bilmenin önemli bir yeri vardır.Bu yüzden bazen bir,bazen de birden çok nüzul sebebi rivayetine yer vermek suretiyle ayetleri tefsir etmeye gayret etmiştir.
    Razi,israili haberleri ahad olarak nitelendirerek onlara itibar etmemeyi esas alan bir müfessirdir.Çünkü ona göre bu tür haberler kesinlik ifade etmezler.Bu sebeple israili haberleri ya tefsirine almamış ya da sağlam akli deliller getirerek onları tenkit etmiştir.Mesela Taberi gibi bir müfessirin bile hiçbir tenkide tabi tutmadan zikrettiği ‘Allah’ın iki meleği imtihan edişi’ haberini çeşitli noktalardan tenkid ederek,doğruluğunu te’yid edecek Kur’ani bir delil yerine, aksini gösterecek hususların bulunduğunu ileri sürmek suretiyle onu reddetmiştir.Yine Hz.Yusuf as.ın kimden satın alındığı,satın alanın ismi,satın alınış şekli ve Mısır kralı Aziz’le ilgili rivayetleri de tefsirinde ele alan Razi,yine Kur’an’da bu hususları destekleyecek delillerin ve sahih hadislerin yer almayışını ileri sürerek,akıllı insanların böylesi haberleri nakletmemesi gerektiğini vurgulamaktadır.
    Razi’nin tefsirinde önem verdiği konulardan biri de kıraat meselesidir.Ancak onun tefsirinde zikre konu olanlar,şaz değil mütevatir kraatlerdir.Razi,Kur’an’ın nasları arasındaki anlam ilişkisinden söz eden ilk müfessir olarak bilinmektedir.Ona göre beliğ olan her kelamda bir tertip vardır.Kur’an’da beliğ bir kelami ilahi olduğuna göre elbetteki onda da bir tertip mevcuttur.Bu tertip de insicam ve irtibattan uzak değildir.Bu insicam ve münasebet ayetler ve sureler arasında olduğu gibi bazen birbirini takip eden sureler,bazen de bir surenin başıyla sonu arasında olabilir.Mesela yüce Allah’ın Bakara suresine gayba iman eden,namaz kılan ve Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan infak eden müminleri överek başlayıp,surenin sonunda da sözü edilen bu müminlerin Hz.Muhammed ‘in s.a.v ümmeti olduğunu zikretmesi;ayrıca surenin başında gayba imandan söz edip,sonunda da bunun Allah’a,meleklere,kitaplara ve peygamberlere iman etmek olduğunu açıklaması bu hususun belirgin özelliklerinden biridir.
    Bir Eş’ariyye kelamcısı olan Razi,Gazalinin yolunu takip ederek İslam filozofları karşısında Eş’ariye görüşlerini savunmuş ve aykırı gördüğü felsefi görüşleri eleştirmiştir.Son dönemlerinde ise özellikle itikadi meselelerin kelami delillerle değil,Kur’an-ı Kerim’in delil ve yöntemleriyle çözümlenmesi gerektiğini savunmuştur.
    Tefsirinde fıkhı meseleleri ele almış ve diğer mezheplerin görüş ve eğilimlerini zikrettikten sonra Şafi mezhebine mensub olması dolayısıyla İmam Şafi’nin görüşlerini tercih etmiştir. Rivayet tefsirinde Taberinin ulaştığı zirve noktaya,dirayet tefsirinde de çok haklı olarak Razi ulaşmıştır.
BEYZAVİ,ENVARU’T – TENZİL: Şiraz baş kadılığı yaptığı için el-kadi diye anılan Beyzavi,1189 yılında Şiraz yakınlarındaki Beyza kasabasında dünyaya gelmiştir.Daha çok tefsir,kelam, fıkıh, usulü fıkıh,nahiv,belağat ve mantık alanında eser veren Beyzavi’nin İslami ilimlerde bir otorite olduğu kabul edilmektedir.Belağat nüktelerinin ve dil inceliklerinin ihtimamla üzerinde durulduğu bir tefsirdir.Bu konuda müfessirin en çok yararlandığı kaynak ise Zemahşeri’nin el Keşşaf adlı eseridir.
    Envarut tenzile isnad edilen olumsuz bir nitelik vardır ki o da müfessirin,surelerin faziletine dair naklettiği uydurma rivayetlerdir.Bu rivayetleri de Zemahşeriye tabi olarak tefsirine aldığı sanılmaktadır.
    Surelerin faziletine dair uydurma rivayetler istisna edilirse,edebi ve felsefi tahlillerin veciz bir uslüpla ifade edilmesinden dolayı zor anlaşılmasına rağmen,özellikle araştırmacı alimler tarafından büyük bir itibar görmüştür.Müellifin özellikle felfese,kelam ve tabiat konularına dair bilgilerini belağat kaideleri ile mezcedip edebi bir uslüpla ortaya koyması,Kur’an’ın manalarını anlamak isteyen kimseler için bu tefsiri, vazgeçilmez kaynaklardan biri haline getirmiştir.
NEFESİ,MEDARİKU’T TENZİL: Moğol istilasından hemen sonra maveraünnehir bölgesinin yetiştirdiği önemli İslam alimlerinden biridir.Özbekistan’da bulunan Nesef şehrinde dünyaya gelmiştir.Tefsirini mutezile mezhebinin yorumlarını içeren el Keşşaf isimli Zemahşeri’nin tefsirine karşılık,Ehli Sünnet akidesini savunmak gayesiyle yazmıştır.Ancak tefsirinde Keşşaf’tan çok fazla yararlanmıştır.Keşşafı önce fesahat ve belağat açısından tetkik etmiş ve Keşşaftaki güzellikleri görmemezlikten gelmemiştir.Yani akidevi konularda Keşşaf’ı tenkit etmiş diğer konularda ise ondan istifade etmiştir.Ne okuyucuyu usandıracak kadar uzun,ne de anlaşılmayı zorlaştıracak kadar kısa bir tefsirdir.
    Tefsirinde o da israili haberleri zikretmiştir ancak diğer tefsirlerle kıyaslandığı zaman onun tefsirinde bu israiliyatın oldukça az olduğu göze çarpmaktadır.
      Sonuç olarak denilebilir ki Nesefi’nin kaleme aldığı bu tefsir Kur’an’ı baştan sona açıklayan özgün bir eser olmakla birlikte,özellikle akaid konusunda Maturidi,fıkıhta da Hanefi mezhebinin görüş ve tercihlerine dayanak olan Kur’ani nasları,dil,kıraat,belağat ve diğer hususlar itibariyle veciz bir tarzda ele alan bir dirayet tefsiridir.

Mukayyed Dirayet Tefsiri: Kendisinde muayyen bir görüşün, meselâ; sûfî, felsefî, fıkhî, edebî-içtimaî görüşün hâkim olduğu tefsirdir.Mukayyed Dirayet Tefsiri kendi arasında bazı bölümlere ayrılır:
a. Tasavvufî/Sûfî Tefsir.  1. Nazarî Sûfî/Tasavvufî Tefsir. 2.İşârî veya Amelî Tefsir.
b. Felsefî Tefsir. c. Fıkhî Tefsir. d. Fennî Tefsir.
e. Edebî-içtimaî Tefsir. 1. Edebî Tefsir. 2. İçtimaî Tefsir.
f.  Lügavî Tefsir.       g. Târihî Tefsir.        h. Fırka Tefsirleri.          i. İlhâdî Tefsir.

A. SÜFİ/TASAVVUFİ TEFSİR: Tasavvufun gayesi; züht ve takva, nefis terbiyesi, kendi var­lığını Allah’ın sevgisinde erîtmek, kalbini bütün mâsivâdan boşaltıp Hakk'a tahsis etmek, kendini yok bilip O'nun varlığında yaşamak; dinin bütün emirlerine uymak ve yasaklardan kaçmak ve bu suretle en büyük mutluluğa yani Allah'ın cemâlini müşa­hedeye ermektir, şeklinde özetlenebilir. İşin başında Allah kor­kusu veya sevgisine bağlı ferdî bir dinî hayat biçimi olarak or­taya çıkan bu hareket, ikinci asırdan itibaren sistemleşmeye; müntesiplerinin ibâdet ve tâatlarını, zikir ve virtlerini, davranış biçimlerini düzenleyen, sâliklerin dereceleriyle ilgili ıstılahlar koyan bir okul haline gelmiştir. Müntesiplerine "sûfî" isminin verilmesi hicrî ikinci asırda ortaya çıkmıştır.
    Hz. Peygamber'in (s.a.v) vefatından sonra özellikle fetih hare­ketleri sırasında yeni müslüman olanların da etkisiyle dînî ha­yatta bazı sapmalar ve aşırılıklar ortaya çıkmıştır. Bazı kimselerde, bir takım sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik sebeplerin etkisiyle ibadete aşırı düş­künlük, uzlet, dünyadan uzaklaşma ve züht hayatı gibi davra­nışların ön plana çıktığı görülmüştür. Bu düşünce ve davranış­larda bulunan kişiler, insanları kendileri gibi düşünmeye ve yaşamaya teşvik etmek için en kolay ve en kestirme yolun, Kur'ân'ı anlayışları doğrultusunda yorumlamak olduğunu göre­rek Kur'ân'a yönelmişlerdir. Neticede bu hareket, Kur'ân'da yer alan bazı ahlakî kavramları zahirî anlamların dışında bâtınî bir mânâ ile yorumlamaya çalışmıştır. Böylece Kur'ân lafızlarının biri zahirî, diğeri de bâtınî olmak üzere iki çeşit yorumu ortaya çıkmıştır.
    Tasavvuf, nazarî ve amelî olmak üzere ikiye ayrılır. Her iki kısmın görüşlerine uygun olarak iki çeşit Sûfî tefsir meydana gelmiştir. 1. Nazarî Sûfî Tefsir, 2. İşârî Sûfî Tefsir.
Nazari Sufi Tefsir: Ayetlerin tefsi­rindeki asıl maksatları Kur'ân'ın aslî gayesine, İslam'ın ruhuna uy­gunluk olmayıp, sahte mutasavvıfın kendi varmak istediği neti­cedir. Bu yüzden ayetin zahir mânâsı, dil ve nahiv kaideleri vs. bütünüyle buna hizmet ettirilir. Yapılan açıklamaların da Arap dilinin umumuna, Kur'ân diline, nahvin prensiplerine uyması aranmaz; gerektiğinde bütün bunlar zorlanıp kendi anlayışlarına uydurulmaya gayret edilir. Neticede Kur'ân'ın açıklanmasın­dan çok, gayet karmaşık ve anlaşılması güç yorumlar ortaya çıkar. Sûfî, görüşle­rini geçerli kılabilmek için, Kur'ân'la görüşü arasında bir zıtlık olsa dahi, onu kendi görüşüyle te'lif etmeye uğraşır ve böylece Kur'ân'ı kendi görüş ve felsefesinin hizmetine sokmuş olur.
İşârî Sûfi Tefsir: Zahir manasıyla bağdaştırılabilen, suluk erbabının bilebi­leceği birtakım anlamlara ve işaretlere göre Kur'ân'ı tefsİr etmektir. Burada, nazarî sûfî tefsirde olduğu gibi sûfî müfessirlerin ön fikir ve yargıları yoktur.Müfessir bulunduğu makamda içine doğan ilham ve işaretlerle ayetleri anlamlandırmaya çalışır. Kalplerine doğan bilgiyi kapalı bir üslûp ile, remiz ve işaret yoluyla ifade ederler. Yaptıkları tefsirlere de tefsir değil, işaret adını verirler. Bunun için tasavvufî tefsi­re "işârî tefsir" adı verilir. Diğer bir ifâde ile, ilk anda akla gelmeyen, fakat tefekkürle, âyetin işaretinden kalbe doğan mânâ anlamına gelir.
    İşârî tefsirler, makbul ve makbul olmamak üzere iki gruba ayrılırlar. İşârî tefsirin makbul olabilmesi için, verilen bâtınî mâ­nânın sıhhat şartlarının bulunması gereklidir.Bunlar:
1.  Bâtıni mânânın Kur'ân lafzının zahir mânâsına aykırı ol­maması,
2.  Başka bir yerde bu mânânın doğruluğunu te'yid eden şer'î bir şahidin bulunması,
3.  Verilen bu mânâya, şer'î veya aklî bir muarızın bulunma­ması,
4.  Verilen bâtınî mânânın tek mânâ olduğunun ileri sürül­memesi.
Bu şartları taşıyan tasavvufî tefsir makbuldür. Ancak bu makbûliyet onun reddedilmemesi manasınadır; onun kabul edilmesinin mutlak vâcipliği mânâsına gelmemektedir. Redde­dilmemesi, zahire zıt olmaması ve sapıtma derecesinde olma­ması, şer'î delillere muarız ve zıt bir şeyin olmaması manasına­dır.
Bazı tasavvufî tefsirlere örnek olarak şunları zikredebiliriz:
1.et-Tüsterî (200/815-283/896) Tefsiru'l- Kur'ân'il- Azîm.
2.Sülemî (325/936-412/1021) Hakâiku't- Tefsir..
3.Muhammed el-Kuşeyrî (465/1072). Letâifu'l- İşârât.

İşârî Sûfî Tefsire Örnek: et-Tüsterî, Tefsiru't- Tüsterî isimli tefsirinde, Şuarâ sûresinin 78-82. Ayetinde الذي خلقني فهو يهدين... O'dur beni yaratan ve hayat imkânlarını veren, maddeten ve manen yol gösteren. O'dur beni doyuran, O'dur beni içiren. Hastalandı­ğımda O'dur bana şifa veren. O'dur beni öldürecek ve sonra da diriltecek olan. Büyük hesap günü günahlarımı bağışlaya­cağını umduğum ulu Rabbim de yine O'dur." âyetlerini açık­larken: "O'dur beni yaratan ve maddeten ve manen yol gös­teren." O beni ubudiyeti için yarattı ve kendine yaklaşürmak için doğru yola eriştirdi. "O'dur beni doyuran, O'dur beni içiren." îman lezzeti ile beni doyuran tevekkül ve kifâye şa­rabı ile beni sulayan O'dur şeklinde işari tefsirde bulunmuştur.

FELSEFİ TEFSİR:
İslâm felsefesi, Abbasiler devrinde tercüme faaliyetleri ile başlamış, daha sonra Meşşâî ve İşrâkî Mektebi halinde iki ekole ayrılmıştır. İslâm felsefesi Yunan, Hint, Yahudi, İran ve diğer felsefî görüşlerden etkilendiği için tam bir orijinalliğe sahip olmamakla birlikte kendine has bazı özellikleri de var­dır. İslâm'da Mu'tezile, felsefî fikirlerden olumsuz etkilenerek ona itimat etmiş, dînî nassları ve hakikatleri felsefî görüşlerle açıklamaya yönelmiştir. Buna karşılık Ehl-i Sünnet âlimleri de felsefeyi dine hizmet edecek duruma getirmeye ve din ile hikmeti birleştirmeye çalışmışlardır. Onlar, Kur'ân'daki hik­metleri açık bir şekilde ortaya koymak suretiyle, insanları dinin veya Kur'ân'ın kaynağına doğru sevketmişlerdir. Onla­ra göre Kur'ânî hikmet, diğer hikmetlerin, felsefelerin ve kelâmî yolların en sağlamıdır.
    Meşşâî   felsefesinin   en   önemli   temsilcisi   olan  Farâbî (339/950) kendine mahsus felsefî fikirleriyle dinden uzak fikirler sergilemiş, kelâma karşı çıkmış, maddeyi ezelî kabul etmiş, Peygamberlik, Cennet ve Cehennem kavramlarına kabul edileme­yecek farklı yorumlar getirmiştir. Tefsirle en çok ilgisi tespit edilen İbn Sina (428/1037) ise fel­sefede Farâbî ve İhvân-ı Safâ'yı tamamlamıştır.İbn Sina'nın tefsirie ilgili eserieri şunlardır:
1. TefsiruSûreti'l-İhlâs. 2. Tefsiru Sûreti'l-Felak.3. Tefsiru Sûreti'n-Nas.
Felsefî Tefsire Örnekler:
    Farâbî'ye göre dinin sembolik bir özelliği vardır... Kur'ân'daki Cennet, Cehennem gibi şeyler, bu sembollerden ibarettir. Pey­gamber metafizik ve nazarî hikmeti bilmez, fakat sezgi kuvveti ile pratik hikmette, ahlâkta dehâ sahibidir. Halbuki olgun bir feylesof Peygamberden üstündür. Çünkü nazar, amelden ve ilim, ahlâktan üstündür. Farâbî, Kur'ân'ı aklîleştirebilmek için, orada görülen arş, kürsî, levh, kalem gibi birçok tâbirleri kendi sistemine göre te'vil etmektedir. Aynı te'villeri, cesetlerin haşri ve âhiret meselelerine tatbik eder. Hadîd sûresinin 3. âyetindeki "O Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Bâtındır..." sözlerini, Eflatun'un felsefesindeki âlemin kıdemine dayandırarak tefsir eder.(Farabi Kitabul Fusus)
   İbn Sina, Kur'ân'ın nasslarını, hakikatini ancak kendisi gibi havassın anlayabileceği rumuzlar olarak görmektedir. O, Kur'ân nasslarını elinde bulunan felsefî nazariyelerle hükmederek tefsir etmiştir. O, bu yaklaşımlanyla, Kur'ân'ın ruhundan ve dinin hakikatinden uzaklaşmıştır. İbn Sina'nın Kur'ân yorumlanyla ilgili bir misâl verelim: Hakka sûresinin 17. "O gün Rabbinin arşını, onlardan başka sekiz tanesi yüklenir." âyetini açıklarken, "arş" kelimesini dokuzuncu felek olarak tefsir etmiştir. O da göklerin göğüdür. Arşı taşıyan sekiz meleği de, dokuzuncu gö­ğün altındaki sekiz gök ile tefsir etmektedir. İbn Sina, Cenneti, Cehennemi ve Sıratı, sahîh rivayetlerden uzak, felsefî açıdan değerlendirir. Alemleri üç kısma ayınr, his âle­mi, vehmî hayâl âlemi, akli âlem. İbn Sina'ya göre aklî âlem Cennet'tir. Hayâl âlemi Cehennem'dir. His âlemi de kabir âlemidir.(Zehebi et tefsir vel müfessirun ıı,424)
FIKHI TEFSİR:
   Fıkhî tefsir, Kur'ân-ı Kerim'in amel yani ibâdât ve muamelât yönleri ile meşgul olan, bu konu ile ilgili bulunan âyetleri açıklayan ve onlardan hükümler çıkarmaya çalışan bir tefsir çeşidi­dir. Bu nevi tefsirin gayesi, İslâm'ın ilk temel kaynağı olan Kur'ân'ın ihtiva ettiği amelî hükümleri, kaide ve prensipleri ortaya çıkarıp onları açıklamak ve onların nasıl uygulanacaklarını göstererek, insanlara dünya ve âhiret saadetini temin etmektir. Fıkhî Tefsir, Kur'ân'ın inzali ile beraber başlamıştır.
   Fıkhî tefsirin konusu Kur'ân'ın ahkâm, yani amellerle ilgili yönü olduğuna göre, Kur'ân-ı Kerim'de herkesin anlayabileceği şekilde bulunan muhkem fıkhî âyetleri, sıralayıp tespit etmek, müfessirin kendi ilmî kudret ve kabiliyetine bağlıdır. Bu sebep­ledir ki, bu gibi eserlerde ele alman âyetlerin sayısının birbirini tutmaması, bu işin müfessirlerin kabiliyetine bağlı bir husus olduğuna açıkça delâlet eder. Fıkhî tefsirlerde genellikle ah­kâmla ilgili 500'le 1000 arası âyet incelenmiştir. Fıkhî Tefsir'in konusu, sadece ahkâm âyetleri olmayıp, konu ile ilgili olabile­cek bütün âyetlerdir. Başka bir ifadeyle, fıkhî tefsirin konusu bütünüyle, Kur'ân-ı Kerim'in fıkhî yönü olup, bunun içine ibâ­detler olsun, hukukî işler olsun insanların amelleri ile ilgili bütün âyetler girmektedir. Bu bakımdan o, sadece ahkâm âyetlerin­den değil, Kur'ân'ın ibâdetler ve insanların hukukî fiilleri ile ilgili olabilecek bütün âyetlerinden istifâde edecektir. Bu âyetler, sadece sarih hüküm ifâde eden âyetler olmayıp müfessirin dira­yetine göre faydalanabileceği her türlü âyet olabilir.
Fıkhî tefsir sahasında yazılan eserlerin bazıları:
1. Mukâtil b. Süleyman, "Tefsiru'l- Hamsi mie Âye Mine'l-Kur'ân".
2. Şafiî, "Ahkâmu'l- Kur'ân".
3. Dâvûd ez-Zahirî (270/884)."Ahkâmu'l- Kur'ân".
4. Tahâvî (321/933). "Ahkâmu'l- Kur'ân".
5. Ebû Bekr el-Cassâs (370/981). "Ahkâmu'l- Kur'ân".
6. Ebû Bekr b. Arabî (534/1148). "Ahkâmu'l- Kur'ân".
7. el-Kurtubî (671/1272). "el-Câmi'u li Ahkâmi'l- Kur'ân".
  Tefsiri iki kısıma ayrılıyor demiştik.Konulu (mevzui) tefsir ve ayet ayet (mevzi,teczi) tefsir. Mevzi tefsiri anlattık.Şimdi kısaca konulu tefsire değineceğiz.

KONULU TEFSİR
    Türkçe'ye genellikle "Konulu Tefsir" veya bazı araştırma­cılar tarafından "Kavram Tefsiri/Kavramsal Tefsir" olarak tercüme edilen "et-Tefsiru'l- Mevdûî" veya "et-Tefsiru't- Tevhîdî" tâbiri yeni bir ıstıiâhî tabirdir ki, araştırmacılar buna deği­şik mânâlar vermişlerdir. '"Konulu Tefsir; aynı konuda ve Kur'an'ın değişik sûrelerinde zikredilen âyetieri toplamak, mümkün olduğu kadarıyla nüzul sırasına göre tertip edip, nüzul sebeplerine vâkıf olmak ve bun­dan sonra da konularına göre metotlu bir şekilde araştırıp açık­lamak ve onlardan hüküm çıkarmaktır. Böylece araştırıcı, o konu hakkında Kur'an'ın hedefini herkesin rahatlıkla anlayabi­leceği şekilde bütün yönleriyle ve doğru bir şekilde ortaya koyar". Konulu Tefsir; bir konuda müşterek olan Kur'an ayetlerini derinliğine araştırmak, bu araştırma ve incelemesini sadece o konuya yöneltmektir.
 Konulu tefsir için şunları söyleye biliriz:
1.  Herhangi bir konunun Kur'an bütünlüğü içinde ele alın­ması,
2.  Bu konuyu ilgilendiren âyet veya âyetlerin aynı veya de­ğişik sûrede yer alabileceği ve bunların siyak-sibak çerçevesi içinde ele alınması,
3. Mümkün mertebe ayetlerin nüzul sırasına göre dizilmesi,
4.  İlmî araştırma ve incelemenin sadece o konuya hasredil­mesi ve konunun sınırlandırılması,
5. Toplumun gelişmesinde Kur'anî metodun göz önünde bu­lundurulması,
6.  Yüce Allah'ın o konu ile ilgili muradının ortaya ko­nulması gibi hususlar dile getirilmektedir. Bu hususlar ger­çekten bu tür çalışmalarda konunun ana hatlarını ihtiva etmektedir.
   Bütün bu söylediklerimizden yola çıkarak Konulu Tefsiri şöy­le tanımlayabiliriz."Herhangi bir konuyu, Kur'an veya sûre bütünlüğü içerisinde ele alıp, konuyu uzaktan ve yakından ilgi­lendiren Mekkî ve Medenî tüm ayetleri toplayarak bunların siyak-sibak çerçevesi içinde ele alınması, mümkün mertebe nüzul sırasını göz önünde bulundurarak, ilmî araştırma ve ince­leme kurallarına uymak şartıyla Yüce Allah'ın o konu ile ilgili muradının ortaya konulmasıdır."

TEFSİR USULÜ KAVRAMLARI
Muhkem:Manalarının anlaşılması için açıklamaya ihtiyaç duyulmayan,kendisiyle neyin kastedildiği anlaşılabilecek derecede açık olan,nazım ve te’lifi itibariyle herhangi bir ihtilafa yol açmayan ve tek bir anlama delalet eden,herkesin anlayabileceği ayetlerdir. Helal,haram, namaz,oruç vb. konulara ilişkin ayetler muhkem ayetlerdir.
Müteşabih:Manaları bilinemeyen yahut herhangi bir sebepten ötürü anlamlarında kapalılık bulunan,ya da birden çok manaya ihtimali olup bu manalardan birisini tercihte zorluk söz konusu olan ayet,kelime ya da harflerdir.Bir çok manalara gelebilen,açıklamaya ihtiyaç duyulan,anlamı akıl ve nakille bilinemeyecek olan ayetlerdir.
   Müteşabihler mutlak ve izafi şeklinde ikiye ayrılır.Mutlak müteşabihler,beşerin gücü dahilinde olmayıp hakikat ve mahiyetlerini yalnız Allah’ü Teala’nın bildiği naslardır. Bunların başında hurufu mukattaa gelmektedir.Allah’ın sıfatları,ahiret ahvali,Ruh,Sur,Dabbetül arz, Arş,Kürsi,Kalem,Levhi mazfuz,Sidrei münteha,Beyti mamur gibi kesin anlamlarını yalnız Allah’ü Teala’nın bildiği müteşabihlerdir.        
    İzafi müteşabihler ise rusüh sahibi yani donanımlı alimlerin manalarına nüfuz ettiği naslardır.Bu kısımda yer alan müteşabihler,kastedilen mananın anlaşılmasında bir delile veya harici bir açıklamaya ihtiyaç gösteren hafi,müşkil,mücmel,mübhem,müevvel,mutlak ve genel manalı ayetlerle garip kelimeler ve dilcilerin manalarında ihtilaf ettikleri lafızların bulunduğu ayetlerdir. Müteşabihlerin Kur’an’da yer almaları,insan için bir imtihan vesilesidir.Çünkü bu nevi ayetler,insanın gayba imanının ölçüsünü ortaya koyar.
Esbabı Nüzul:Bazı ayet ve surelerin hangi sebeplere binaen indirildiğini bildiren ilim dalına denir.Esbabı nüzulü bilmenin faydalarını sayacak olursak:
-Emredilen şeylerin hikmetleri anlaşılır.Ayetlerden kastedilen mana kolayca anlaşılır.
-Hasr tevehhümü bertaraf edilir.Yani ayetteki hükmün sınırlandırma anlayışı ortadan kalkar. Mesela Enam 145.ayette قل لا اجد في ما اوحي الي محرما...  : De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir. Bu ayette haram olarak 4 şey zikredilmiştir. Ancak haramlar bu 4 şeyle sınırlı değildir.Mesela şarap da haramdır.İşte sebebi nüzulü bilmek hasr tevehhümünü bertaraf eder.
-Ayetin ihtiva ettiği hükmü tahsis eder,hükmün kime ait olduğunu bildirir.
-Ayetler ve sureler arasında münasebet kurmaya yardımcı olur.

Nasih-Mensuh:Şer’i bir hükmü,bir başka şer’i delille kaldırmak yahut mukaddem tarihli bir nassın hükmünü,muahhar tarihli bir nas ile değiştirmektir.Hükmü kaldırılmış ayete mensuh, hükmü kaldıran ayete nasih denir.
İcazül Kur’an:Lugat olarak aciz bırakmak anlamına gelen İcaz,ıstılahta bir şeyin benzerini yapmaktan aciz bırakan şeye denir.Bu yönüyle Kur’an Hz.Peygamberimiz (s.a.v) in en büyük mucizesidir.Kur’an’ın icaz yönlerini şöyle sıralayabiliriz.
-Üslubu,dili ve fesahatı
-Te’lif yönünden eşsizliği
-İhtiva ettiği ilimler yönünden eşsizliği
-Beşerin ihtiyacını karşılama yönünden eşsizliği
-Tabiat ilimlerine temas ve işarette bulunması

Vucuh  ve Nezair:Vucuh,Bir kelimenin birden çok anlama gelmesidir.Mesela صلاة kelimesi namaz, rahmet,dua,istiğfar,ibadet  manalarına gelmektedir.
Nezair:Bir anlamın birden fazla kelime ile ifade edilmesidir.Mesela جهنم  cehennem manasında Kur’an’da kullanılan kelimeler: سعير – سقر – حميم - نار





 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder