Popüler Yayınlar

18 Mart 2018 Pazar

EL BELAĞATUL VADIHA













EL BELAĞATUL VADIHA

البلاغة الواضحة





Hazırlayan

Nuri İLKATMIŞ







      Kıymetli Arkadaşlarım! Bu çalışmamız belağat ilmini okumuş olup tekrar edip hatırlamak isteyenler için hazırlanmıştır. Şiirler kısaca yazılıp konu önceden okunduğu için detaylıca anlatılmayacaktır. Eğer detaylı bilgi isteyen olursa Nusret Bölelli hocanın Belağat kitabını almalarını tavsiye ederim. O kitabında hoca el-belâğatu'l-vâdıha adlı eserdeki şiirleri veriyor ve güzel de izahta bulunuyor. Bu özet çalışmamızdan istifade etmeniz dileğiyle.


BELAĞATUL VAZIHA
Fesahat: Sözlükte açık olmak demektir.Istılahta, sözün ses ve mana kusurlarından arınmış olması demektir. Fasih söz,manası kolay anlaşılan,rahat telaffuz edilen,dizimi mükemmel olan sözdür.
Fesahat kelimede,kelamda, mütekellimde bulunur.
Kelimenin Fesahatı: Tenafuru huruftan غدائِرُه مُسْتَشْزِرات   Muhalefetül Kıyastan الحمدُ للهِ علي لاَجْلَلِ Garabetten :  ما لكم تَكَاْ كَاْتُم  Kerahetten uzak olmasıdır.
Kelamın Fesahatı: Tenafurul kelimattan ( Bazı kelimelerin yan yana gelmesi ile sözün kulağı rahatsız etmesi ve dile ağır gelmesi وقبر حرب بمكان قفر
Atıfsız fiillerin art arda gelmesinden عَلِّ سَلِّ أَعِدْ زِدْ هَشَّ بَشَّ
Da’fı Te’liften (Bir sözün meşhur olan nahiv kurallarına aykırı olmasından) ضرب غلامُهُ زيْدًا
جَزَي رَبُّهُ عَنِّي عَدِىَّ بْنَ حاتَمٍ
Ta’kıdi Lafziden (Lafızların bir birinden ayrılması,te’hir takdim suretiyle kast olunan mananın anlaşılmaması) ما قرأ محمدٌ مع أخِيه الا كتابا واحداما قرأ الا واجدا محمد مع كتابا اخيه
Ta’kıdi Maneviden ( Kendisinden ne kast edildiği anlaşılmayan mecaz ve kinaye kullanmak, kelimeyi toplumun kullandığı mananın dışında kullanmak) نشر الملِكُ السنَتَهُ في المدينًتِ Kral dillerini (casuslarını) şehre yaydı. عيونه demesi lazımdı.
Zincirleme isim tamlamasının olması: حَمامَةَ جَرْعا حَوْمَةِ الجَنْدَلِ اسْجَعِي ey taşı çok kumluk arazinin güvercini öt.
Mütekellimin Fesahatı: Hangi maksatla olursa olsun, mütekellimin meramını fasih bir sözle açıklayabilme kabiliyetidir.

BELAĞAT: Sözlükte varmak, hedefe ulaşmak manasına gelir.Istılahta,doğru bir manayı kendisine uygun olan üstün ifadelerle anlatmaktır.Belağat hem sözün hem de mütekellimin vasfı olarak kullanılır.
Kelamın Belağatı: Bir sözün hem fasih olması,hem de durumun gereğine(muktezayı hale) uygun olamasıdır.Yani yerinde,yeterince ve adamına göre söz söylemektir.
Mütekellimin Belağatı: Hangi gaye ile olursa olsun mütekellimin meramını muktezayı hale uygun beliğ bir kelamla açıklayabilme kabiliyetidir.
Tenafur zevk ile,kıyasa muhalefet sarf ilmiyle, Da’fı te’lif ve lafzı ta’kıd nahiv ile, garabet Arapçayı çok iyi bilmekle, manevi ta’kid ise beyan ilmiyle bilinir.

USLÜB: Sözden kastedilen gayeyi elde etmeye en yakın olan ve dinleyiciler üzerinde en etkili olan bir tarzda dizilen kelimelere,dökülen manaya uslüb denir.Yerine ve zamanına göre yapılan değişik konuşma şekillerine veya yazı ile ifade edilen manalara uslüb denir.
Uslüb üçe ayrılır. İlmi uslüb,edebi uslüb,hitabi uslüb
İlmi uslüb: En sakin, sağlam düşünceye en fazla ihtiyacı olan, şiire ait hayalden en uzak olan uslübtur.
Edebi Uslüb: Edebiyatçıların şiirde kullandığı uslübtur. Üstün hayal,ince tasvir,teşbih bu uslübtaki güzellliğin kaynağıdır.
Hitabi Uslüb: Güzellik,açıklık,eş anlamlı kelimelerin ve tekrarlamaların çok olması özelliklerine sahiptir.Darbı meseller kullanılır.

BEYAN: Bir manayı farklı söz ve usullerle anlatmayı öğreten,belirli usul ve kuralları olan bir ilimdir.
TEŞBİH: Belirli bir maksat için bir edat ile aralarındaki ortak nitelikten dolayı bir şeyi başka bir şeye benzetmektir. العلمُ كالنورِ في الهداية ilim müşebbeh, nur müşeb.bih, hidayet vechü şebehtir.

Teşbih üç bölümde incelenir.
1-Teşbihin unsurları (öğeleri) 2-Teşbihin kısımları 3-Teşbihin gayeleri

1-Teşbihin Unsurları (Erkanüt teşbih)= 4 tanedir.
a)Müşebbeh (benzetilen)   b) Müşebbeh bih ( kendisine benzetilen) Bu ikisine teşbihin iki tarafı denir.
c)Vechü şebeh (benzetme yönü)=Müşebbeh ile m.bihin ortak vasfıdır.
d)Teşbih edatı: كَ – كَاَنَّ – مِثْل – شَبِيه  -  يُماثِل  -  يُناظِر
ك ve مثل den sonra müşebbehün bih gelir. كأن ve fiillerle yapılan teşbihte bunlardan sonra müşebbeh gelir.
انتَ كا الشمس في الضِّياء وان جاوزْت   كَيْوانَ في عُلُوِّ المَكانِ

2-Teşbihin Kısımları :
a)Teşbihi Mürsel    : Teşbih edatı zikredilirse
b)Teşbihi Müekked: Teşbih edatı hazfedilirse
c)Teşbihi Mücmel   : Vechi şebeh hazfedilirse
d)Teşbihi Mufassla : Vechi şebeh zikredilirse
e)Teşbihi Beliğ        : Teşbih edatı ve veçhi şebeh hazfedilen teşbihe denir.
اَيْنَ اَزْمَعْتَ اَيُّهَذا الهُمامُ – نَحنُ نَبْتُ الرُّبا وانت الغَمامُ Teşbihi beliğe örnek : Ey himmetli zat sen nereye gitmeyi kastediyorsun. Biz yüksek arazinin bitkileri sen de çiğ gibisin.
كأن الشمسَ المُنيرَةَ دينارٌ – جَلَتْهُ حَدائِدُ الضَّرَّابِ  Teşbih mücmel ve mürseldir: Parlayan güneş,sanki para basan darphanecinin çekiçlerinin parlattığı altın paradır.

TEMSİLİ TEŞBİH: Teşbihler veçhi şebeh yönü itibariyle temsili ve gayri temsili teşbih olmak üzere iki kısma ayrılır.
Temsili Teşbih: Vechi şebeh değişik birkaç unsurdan meydana gelen hayali bir şekil ise temsili teşbih denir. الثُّرَيَّا كَعُنْقودِ العِنَبِ المُنَوَّرِ : Ülker yıldızı, parlayan üzüm salkımı gibidir. Bu misalde ülker yıldızı, görünüşü ve parlaklığı itibariyle, parlayan üzüm salkımına benzetilmiştir.
والماءُ يَفْصِلُ بَيْنَ رَوْضٍ – الزَّهْرِ في الشَّطَّيْنِ فَصْلا
كَبِساطِ وَشْيٍ جَرَّدَتْ – اَيْدي الْقُيونِ عَليْهِ نَصْلا        : İki çimen arasında akan su, gül bahçesini öyle bir birinden ayırıyor ki sanki silah yapan kimse, elleriyle kılıcı çekerek onun nakışlı ipek halısı üzerine bırakmış (ve onu görünüşte iki kısma ayırmıştır.) Şair burada gördüğü bir şeyi yani su kanalının durumunu hayal ettiği bir şeye benzetmiştir.

TEŞBİHİ ZIMNİ: Müşebbeh ve Müşebbeh bih bilinen şekillerden herhangi bir şekle konmadan, bilakis cümlede o ikisine üstü kapalı olarak işaret edilerek yapılan teşbihtir. Maksat müşebbehe isnat edilen şeyin mümkün olduğunu ifade etmektir.
لاَ تُنْكِرِي عَطَلَ الكَريمِ من الغِنَي – فا السَّيْلُ حَرْبٌ للمَكانِ العَالِي = Cömert adamın zengin olmamasını yadırgama! (Bu hayret hayret verici bir şey değildir.)Çünkü sel suyu,dağ tepeleriyle savaşır(yani orada durmaz).Şair hanımına,cömert kimsenin zengin olmamasını yadırgama demiş nedenini açıkça ifade etmemiş bilakis bağımsız bir cümle söylemiş ve bu manayı o cümlede üstü kapalı bir delil şeklinde söylemiştir.Ayrıca böyle bir şeyin olmasının mümkün olduğunu da ifade etmiştir.(Dağ başları yerin en değerli ve en kıymetli kısmı olduğu halde  sel suyu orada durmaz.)

TEŞBİHİN GAYELERİ (اغراض التشبيه)=
a)Müşebbehe isnad olunan şeyin mümkün olduğunu açıklamak.
فَاِنْ تَفُقْ الاَنامَ وانْتَ مِنهُمْ – فَاِنَّ المِسْكَ بَعْضُ دَمِ الغَزالِ =Sen insanlardan olduğun halde onlardan üstün isen,(bu şaşılacak bir şey değildir.)Çünkü misk de ceylan kanının bir kısmıdır.(ve onun diğer unsurlarından üstündür.)
b)Müşebbehin durumunu belirtmek:
كأنك شمسٌ والملوكَ كَواكِبُ – اذا طلعَتْ لم يَبْدُ مِنْهُنَّ كَوْكَبُ =Sanki sen (yücelik ve üstünlük bakımından) güneş gibisin.Diğer melikler de yıldızlar hükmündedirler.Güneş doğduğunda ortalıkta hiçbir yıldız görünmez.(Bunun gibi senin yanında da onların şanı yücelmez.)
c)Müşebbehin durumunun miktarını ortaya koymak: Teşbih yapılmadan önce müşebbehin taşıdığı nitelik hakkında az bilgi vardır.Teşbih yapılarak onun bu niteliğinin miktarı belirtilir.
مَا قوبِلَتْ عَيْناهُ اِلاظُنَّتا – تَحْت الدُّجَي نارَ الفَريقِ حُلولا =(Karanlıkta) Arslanın gözleri ile karşılaşıldığı zaman, o gözler (karanlıklarda) bir yerde oturup ateş yakan topluluğun ateşi oldukları zannedilir. (Aslanın gözleri o ateş gibi kıpkırmızı olup parlar)
d)Müşebbehin durumunu zihne yerleştirmek=Müşebbehe isnad edilen şeyi misal ile ispat etmeye ve açıklamaya ihtiyaç duyulduğu zaman yapılır.Müşebbeh manevi bir şey olduğunda bu nevi bir teşbih yapılır.
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لاَ يَسْتَجِيبُونَ لَهُم بِشَيْءٍ إِلاَّ كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ إِلَى الْمَاء لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِهِ وَمَا دُعَاء الْكَافِرِينَ إِلاَّ فِي ضَلاَلٍ
Gerçek dua O'nadır. O'nun dışında yalvarıp durdukları ise onlara hiçbir şeyle cevap veremezler. Onlar olsa olsa ağzına su gelsin diye iki avucunu açana benzer ki, o, ona gelmez. Kâfirlerin duası hep bir sapıklık içindedir.
e)Müşebbehi süslemek ve rağbet edilmesini sağlamak üzere durumunu güzelleştirmek.
 = (Asılan şahsın görüntüsü tasvir etmek için)مَدَدْتَ يَدَيْكَ نَحْوَهُم اِحْتِفاءً – كَمَدِّهِما اليهم بِالْهِباتِ
Sen bol ikramda bulunmak üzere ellerini onlara doğru uzatmışsın.(Tıpkı)Yaptığın bağışlarla ellerini onlara doğru uzattığın gibi.
f)Sevilmemesini ve rağbet edilmemesini sağlamak üzere müşebbehi çirkin göstermek (kötülemek) = وَتَفْتَحُ-لَاكانَتْ-فَمًا لَوْ رَأَيْتَهُ  -  تَوَهَّمْتَهُ بابًا مِن النارِ يُفْتَحُ =O,olmaz olaydı,öyle bir ağzını açıyor ki; eğer sen onun ağzını görseydin,cehennemden açılan bir kapı zannederdin.
TEŞBİHİ MAKLÜB:
Benzetme yönünün müşebbehte,müşebbehi bihtekinden daha kuvvetli ve daha belirgin olduğunu iddia ederek müşebbehi,müşebbehi bih haline getirerek yapılan teşbihtir.
وبَدا الصَّباحُ كأن غُرَّتَهُ  - وَجْهُ الخَليفَةِ حِينَ بُمْتَدَحُ =Sabah oldu.Onun ilk ışıkları,övüldüğünde halifenin (parlak) yüzüne benziyor. Bu şiirde şair,sabahın ışıklarını, övüldüğünde gülümseyen halifenin yüzüne benzetiyor.

HAKİKAT VE MECAZ:
Hakikat: Lafzın konulduğu manada kullanılmasına hakikat denir.Kalem,kitap vs.esas manalarında kullanıldıkları zaman bu kullanıma hakikat denir.Kalemle yazı yazdım.
Mecazı Lugavi:Hakiki ve mecazi mana arasında bir alaka olduğunu ve hakiki manayı kast etmeye engel olan bir karine bulunduğu için vaz edildiği manadan ayrı bir manaya kullanılan kelimeye Mecazi Lugavi denir.
Hakiki mana ile mecazi mana arasındaki alaka, bazen benzeme bazen de başka bir şey olabilir.
Karine: Yani maksadı gösteren alamet,bazen lafzi,bazen de hali dir.Yani durumdan anlaşılır.
Alaka: Hakiki mana ile mecazi mana arasındaki münasebettir.
فلانٌ يَتَكَلَّمُ باالدُّرَرِ :Falan adam incilerle konuşuyor.الدرر kelimesi asıl manasından çıkmış ve aralarındaki güzellik ilişkisinden dolayı fasih kelimeler manasında kullanılmıştır.
اذا العيْنُ راحَتْ وَهْيَ عَيْنٌ عَليَ الجَوَي – فليس بِسِرٍّ ما تُسِرُّ الاَضالِعُ :Bir (kişinin) gözü,üzüntüyü ve gammı gözetleyerek (casusluk yaparsa),kalbin gizlediği şey,artık (ona)sır değildir.
Bu beyitte birinci عين kelimesi hakiki manasında kullanılmıştır.İkinci عين kelimesi ise casus manasında kullanılmıştır. Karine lafzidir عَليَ الجَوَي . Burada alaka ise cüziyettir.
قامتْ تُظَلِّلُنِي مِنْ الشَّمْس  -  نَفْسٌ اَحَبُّ اِلَيَّ من نفْسٍ – قامَتْ تُظَلِّلُني و مِن عَجَبٍ – شَمْسٌ تُظَلِّلُنِي مِن الشَّمْسِ
Nefsimden daha fazla sevdiğim biri,kalkmış beni güneşin ışığından gölgelendiriyor.O kalkmış beni gölgelendiriyor.Hayret bir güneş beni güneşten gölgelendiriyor. شَمْسٌ تُظَلِّلُنِيşems mecazdır.Karine تُظَلِّلُنِي kelimesidir.Hakiki ve mecazi mana arasındaki alaka,parlaklıktır.
İSTİARE (الاستعارة )
   Hakiki mana ile mecazi mana arasındaki benzerlik alakasından dolayı, hakiki manayı kastetmeye engel bir kariye bulunduğu için, bir kelimenin manasının geçici olarak alınıp başka bir kelime için kullanılmasıdır. İstiare mecazi lugavidir.İstiare bazen, teşbih erkanlarından sadece müşebbehi bih zikredilerek yapılır.Mesela:Bir insanın ilmini övmek için şöyle denir.عليٌّ كالبَحْرِ في الْعلمِ Ali, ilimde deniz gibidir.Teşbihi beliğ yapmak istersek: عليٌ بَحْرٌ deriz. Bahrun kelimesini tek alarak cümlede kullanırsak: رايتُ بحرًا يُعلِّم الناسَ İnsanlara ilim öğreten bir deniz gördüm. Burada bahr kelimesinde istiare yapılmış olur.

İstiarenin Kısımları:
  İstiare,müşebbeh ve m.bih lafızlarının zikredilip zikredilmemesine göre ikiye ayrılır.
a)İstiareyi tasrihiyye: Müşebbeh hazfedilip,müşebbehi bihin açıkça zikredildiği istiaredir.
b)İstiareyi mekniyye: Müşebbehi bih hazfedilip, levazımlarından bir şeyle (kendisi ile ilgili bir hususla) kendisine işaret edilen istiaredir.Bu istiarede müşebbeh zikredilir.
Tasrihiyyeye örnek: İbrahim suresi 1.ayet:
الَر كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ
Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, her şeye galip ve övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
  Bu ayette ظلمات - نور  müstearun minh yani müşebbehü bihtir. ضلال – هُدَيise müstearun leh yani müşebbehtir.Müşebbeh ve m.bih arasındaki alaka müşabehettir.(Zulümat ile dalalet her ikisi de doğru yolu şaşırmaya sebep olma hususunda birleştikleri için,sapıklık karanlığa benzetilmiştir. Bu ayette karine ise haliyyedir.
Mekniyyeye örnek:    اِنِّي لَاَرَى رُؤُوسًا قَدْ أَيْنَعَتْ – وَحانَ قِطافُها وَاِنِّي لَصاحِبُها   Haccac, bir konuşmasında: Olgunlaşmış ve koparma zamanı gelmiş bazı kafalar görüyorum.Muhakkak ki onları koparacak benim, demiştir.Haccac,adamların başlarını meyvelere benzetmiştir.Aslında bu söz:
اِنِّي لَأَرَى رُؤوسًا كَالثّمَراتِ قَدْ اَيْنَعَتْ Ben olgunlaşmış meyveler gibi kafalar görüyorum,şeklindedir. Müşebbehi bih hazfedildi ve ona kendisi ile ilgili bir şey olan اَيْنَعَتْ ile (olgunlaştı) işaret edildi.

رب انى وهن العظم منى واشتعل الرأس شيبا : (Zekeriyya as ) dedi ki: Ey Rabbim.Şüphesiz (artık öyle bir durumdayım ki) benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım (ın saçı) bembeyaz alev gibi tutuştu.    Bu ayette baş yakıta benzetilmiştir.Sonra m.bih olan yakıt (وقود) hazfedilmiş ve ona levazımından olan bir şeyle (اشتعل) işaret edilmiştir.Burada m.bih hazfedildiği için istiareyi mekniyye vardır.

İSTİAREYİ ASLİYYE – İSTİAREYİ TEBEİYYE
    İstiare yapılan kelimenin camid olup olmamasına göre istiare ikiye ayrılır.
1-İstiareyi asliyye: Kendisinde istiare yapılan kelime camid (türetilmeyen) olan istiaredir.
اَسَدٌ – قَتْلٌ – بدْرٌ - شَمْسٌ – قلمٌ  gibi.
2-İstiareyi tebeiyye: Kendisinde istiare yapılan kelime müştak,fiil veya edatlarından biri olan istiaredir.   سَكَتَ – جارح – مجروح – مَقْتَلَةٌ – يٌشْرِقُ – لِ – مِنْ – لَمْ  gibi.
   Her istiareyi tebeiyyenin karinesi mekniyyedir.(Eğer istiare tebeiyye ise karinesine bakılır. Mutlaka karinesinde istiareyi mekniyye vardır.) Tebeiyye veya karineden herhangi birinde istiare yapılırsa diğer kelimede istiare yapılması mümkün olmaz.
يَمُجّ ظَلامًا في نَهارٍ لِسانُه   و يُفْهِم عَمّنْ قال ما ليس يُسْمِع     : Mütenebbi kalemi vasfediyor: Onun dili (kalemin ucu) karanlığı (mürekkebi), gündüze (kağıda) döküyor.Duyulmayan şeyleri söyleyen kimseninde (yazarın da söylediklerini) devamlı anlatıyor.
   İlk önce istiare yapılan kelimeleri tesbit ediyoruz. ظلاما – نهارا – قَلَمًا  bunların hepsi camid olduğu için buradaki istiare asliyyedir.
    Bu beyitte لسانه kelimesindeki zamirin işaret ettiği şey olan kalem, bir insana benzetilmiştir. M.bih olan insan hazfedilmiş ve insanın levazımından olan dil ile kendisine işaret edilmiştir. Buradaki istiare, istiareyi mekniyyeyi asliyedir. Mürekkep karanlığa benzetilmiştir. Kağıt da gündüze benzetilmiştir.Müşebbeh olan مِداد ve ورق mürekkep ve kağıt hazfedilmiştir. Müşebbehün bihe delalet eden ظلام  ve نهار kelimeleri istiareyi tasrihiyye yolluyla müşebbeh için kullanılmışlardır. İstiare camid bir kelimede yapıldığı için istiareyi asliyyedir.
وَلَمّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ أَخَذَ الْأَلْوَاحَ : Musa (a.s) ‘ın öfkesi geçince levhaları aldı.
     Bu ayeti celileye bakınca öfke susmaz.Öfke diner,sakinleşir.سكت müştak bir kelime olduğu için buradaki istiare, istiareyi tebeiyyedir. سكت nin karinesine bakarız.Karinesi الغضب kelimesidir. Karinede mekniyye vardır kaidesi gereği الغضب ya bakarız. Gadab susmaz susan ancak insan olur. الغضب kelimesi insana benzetilmiştir.Müşebbehün bih olan insan hazfedilmiş ve kendisinin levazımından olan سكت ile kendisine işaret edilmiştir. Dolayısıyla الغضب kelimesinde istiareyi mekniyye vardır.
     Ayrıca الغضب öfke susmayacağı için الغضب gadabın dinmesi ( انتهاءُ الْغضبِ) sukuta سكوت benzetilmiştir.Yani سكت  müşebbehün bih انتهى müşebbehtir.Sonra müşebbeh hazfedilip  m.bih zikredildiği için buradaki istiare, istiareyi tasrihiyye olur.Müştak bir kelimede istiare yapıldığı için de tebeiyye olur.
    Tebeiyye veya karineden herhangi birinde istiare yapılırsa diğer kelimede istiare yapılması mümkün olmaz demiştik. Burada tebeiyye dediğimiz yerde istiare yaparsak (yani سكت  müşebbehün bih انتهى müşebbehtir.Sonra müşebbeh hazfedilip  m.bih zikredildiği için buradaki istiare, istiareyi tasrihiyye olur dersek) karine olan الغضب da istiare yapmamız mümkün olmaz. Yani o zaman gadab hakiki manasında kullanılmış olur.
     Eğer الغضب da istiare yaparsak o zaman da سكت hakiki manasında kullanılmış olacağı için bu kez de سكت kelimesinde istiare yapamayız.Yani tebeiyyede istiare yapılırsa karinede yapılması imkansız olur.Eğer karinede istiare yapılırsa tebeiyyede yapılması imkansız olur.

İSTİAREYİ MÜRAŞŞAHA,MÜCERREDE,MUTLAKA
İstiareyi müraşşaha: İçinde, müşebbehün bihle ilgili unsurlardan biri(mülaimi) zikredilen istiaredir.
İstiareyi mücerrede: İçinde,müşebbehin mülaimi (münasib unsuru) zikredilen istiaredir.
İstiareyi mutlaka: İçinde müşebbehün bih ve müşebbehle ilgili hiçbir mülaim yani ilgili unsur zikredilmeyen istiaredir. Veya içinde terşih ve tecridin her ikisi de bulunan istiaredir.
     * İstiare tamamlanmadan yani lafzi veya hali karine zikredilmeden müraşşaha veya mücerrede aranmaz.Öncelikle karine bulunur.Daha sonra hangi kısıma girdiği tespit edilir.Yani istiareyi tasrihiyyenin karinesine mücerrede ve mekniyyenin karinesine de müraşşaha denilmez.

أولئك الذين اِشْتَرَوُا الضّلالَةَ بالهُدى فما رَبِحَتْ تِجارتُهم  : İşte onlar, hidayete karşılık delaleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazanmamıştır. Bu ayeti celilede اِشْتِراء satın alma kelimesi gerçek anlamında kullanılmamıştır.Gerçek anlamında kullanılmamasına mani karine الضلالة kelimesidir. Çünkü delalet satın alınmaz.Öyle ise اِشْتَرَوا kelimesi burada اِخْتارُوا kelimesi yerine kullanılmıştır. Yani اِشْتَرَوا müşebbeh bih, اِخْتارُوا ise müşebbehtir. Ayette müşebbehün bihin mülaimi olan yani müşebbehün bihin ilgili unsuru olan رَبِحَتْ ve تِجارة  kelimeleri zikredilmiştir.Yani buradaki istiare müraşşahadır.
يُؤَدّون التّحِيّةَ مِن بَعيد  الى قَمَرٍ مِنَ الْاِيوان بادِ : Onlar,(sarayın)balkonundan görülen bir aya,uzaktan selam veriyorlar. Bu misalde قَمَرٍ kelimesi gerçek manasında kullanılmamıştır. Gerçek anlamında kullanılmamasına mani karine يُؤَدّون التّحِيّةَ selam veriyorlar ibaresidir.Aya insanlar selam vermezler. Öyle ise قَمَرٍ m.bihtir.Kral ise müşebbehtir.Karineyi bulduktan sonra mülayime bakıyoruz. مِنَ الْاِيوان بادِbalkondan görülen ibaresi müşebbehin mülaimidir.Çünkü kral balkona çıkar.Ay balkona çıkamaz.Bu sebeple bu müşebbehin mülaimi olduğu için bu istiare mücerrededir.
اِنّا لَمّا طَغَى الماءُ حَمَلْناكُم فى الجارِيَة :Biz,tufan kopup sular azdığı (kabardığı) zaman,sizi gemide biz taşıdık. Bu طَغَى kelimesi gerçek manasında kullanılmamıştır. Gerçek anlamında kullanılmamasına mani karine الماءُ lafzıdır.Çünkü su azmaz.Su kabardığı zaman denilmek istenmiştir. Bu ayeti celilede müşebbeh ve müşebbehi bih ile ilgili bir karine zikredilmediği için bu istiareye istiareyi mutlaka denilir.

İSTİAREYİ TEMSİLİYYE
    Asli manayı kasdetmeye engel olan bir karineyle birlikte aralarındaki müşabehetten (benzerlikten) dolayı asli manası dışında bir manaya kullanılan terkiptir.Buna mürekkep istiare de denir.Gizli iş yapan adam hakkında ‘’saman altından su yürütüyor’’ haddinden fazla harcama yapan adama ‘’ayağını yorganına göre uzat’’ tabirlerinin kullanılması gibi.
عاد السيفُ الي قِرابِه – وحَلّ اليْثُ مَنيعَ غابِه: Gurbette,Zor ve ağır işlerde çalıştıktan sonra vatanına dönen kimseye veya seferden dönen mücahide bu söz söylenir.Kılıç kınına döndü.Aslan ormandaki inine girdi. Burada karine haliyyedir.Alaka ise müşabehettir.
وَمَنْ يك ذا فَمٍ مُرٍّ مَريضٍ – يَجِدْ مُرًّا بِه الماءَ الزُلالا : Edebi zevkten mahrum olan,edebiyat anlayışı zayıf olan, kendi edebi zevki kusurlu olduğu halde şiirde kusur arayan kimseye bu sözü Mütenebbi söylemiştir. Kimin ağzı rahatsız ve ağzının tadı acı ise,bu sebeple o tatlı suyu da acı bulur. Burada karine haliyyedir.Alaka ise müşabehettir.
قَطَعَتْ جَهيزَةُ قَوْلَ كُلِّ خَطيبٍ :Problemi halleden bir sözü söyleyene bu söz söylenir. Cehize (ismindeki bir cariye), bütün hatiplerin sözünü kesti.

MECAZI MÜRSEL
     Hakiki mananın kastedilmesine mani olan bir karineyle birlikte (lafzi veya hali bir karine), müşabehetin dışındaki bir alakayla birlikte asli manası dışında kullanılan kelimedir. Mecazi Mürselin alakaları yani kelimenin hakiki manası ile mecazi manası arasındaki alakalar şunlardır: Sebebiyyet,müsebbebiyyet,cüziyyet,külliyyet, itibar-u ma kan , itibar-u ma yekun,mahalliyyet, halliyyet
1-Sebebiyyet alakası: Sebebi söyleyip müsebbebi kastetmek suretiyle yapılır.Bu alakaya zikri sebep iradeyi müsebbeb de denir. رَعَتْ الماشِيَةُ الغَيْثَ  : Sürü yağmuru (yani bitkileri ) otladı. Bu misalde الغَيْثَ yağmur lafzı ile bitkiler kastedilir.Çünkü yağmur bitkilerin yeşermesine sebep olur.Karine  رَعَتْibaresidir.
2-Müsebbebiyyet alakası:Bir şeyin sonucunu (müsebbebini) söyleyip sebebini kastetmektir ki buna zikri sebep iradeyi müsebbeb de denir.
ويُنَزِّل لَكُمْ مِن السّماءِ رِزْقًا : O sizin için gökten bir rızık indirir.Bu ayeti celilede Hz.Allah,rızkı zikretmiş yağmuru kastetmiştir.Çünkü su rızıkların sebebidir.Alaka müsebbebiyettir.Yani müsebbebi (neticeyi) söyleyip sebebi kastetme türündendir. اَمْطَرَتْ السّمَاءُ نَباتًا :Gök,bitki yağdırdı.Yani gök bitkilerin yeşermesine sebep olan yağmuru yağdırdı demektir.
3-Cüziyyet: Bir bütünün, bir parçasını zikredip tümünü kastetmektir.Buna zikri cüz iradeyi kül de denir. الاسلامُ يَحُثُ عَلى تَحْرير الرِّقابِ : İslam,köleleri azat etmeyi teşvik ediyor.Bu cümlede mecazı Mürsel yoluyla الرِّقابِ boyunlar lafzı zikredilmiş ve kölelerin vücutlarının tamamı için kullanılmıştır.Hakiki mana ile mecazi mana arasındaki alaka cüziyyettir.
من قام رمضان ايمانا و احتسابا غفر له ما تقدم من ذنبه :Buharide geçen bu hadiste قام ayağa kalktı kıyama durdu lafzından maksat namazın tamamını kılmaktır.Namazın bir cüzü olan kıyam zikredilmiş ancak namazın tamamı kastedilmiştir.
4-Külliyet: Bir şeyin bütününü zikredip bir parçasını kastetmektir ki,buna zikri kül iradeyi cüz de denir. أَكَلْتُ نَباتَ الاَرْضِ:Yerin bitkilerini yedim.Bir kimse yeryüzünde biten tüm bitkileri yiyemez.Yani bir kısmını yedim demek istiyor. شَرِبْتُ ماءَ النِّيلِ  :Nil’in suyunu içtim.Yani bir kısım suyunu içtim. Nuh suresi 7.ayette وَاِنىِّ كُلّما دَعَوْتُهُم لِتَغْفر لَهم جَعَلوا أَصابِعَهم فِى آذانِهم  :Gerçekten de (imana gelmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için,onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar…Bu ayetteki parmaklardan maksat parmak uçlarıdır.Hakiki mana ile mecazi mana arasındaki alaka zikri küll irade-i cüzdür.
5-Geçmişi göz önünde bulundurmak اعتبار ما كان : Bir şeyi, geçmiş zamanki bir vasfıyla zikretmektir.Buna kevniyyet diyenler de vardır. وَ آتُوا الْيَتامَى اَمْوالَهم :Yetimlere mallarını veriniz.Bu ayette mecazi Mürsel vardır.Yani daha önce yetim olup da buluğ çağına eren kimselere mallarını veriniz demektir.Burada yetim lafzı zikredilmiş buluğ zamanı kastedilmiştir.Buradaki alaka اعتبار ما كان daha önce bulunduğu durumun göz önünde bulundurulmasıdır.
يَلْبَسُ الْمِصْرِيّونَ القُطْنَ الذي تُنْتِجُهُ بِلادُهُمْ : Mısırlılar,ülkelerinin ürettiği pamuğu giyerler.Yani pamuktan yapılan elbiseyi giyerler.Pamuk elbisenin ham maddesidir.Burada القُطْنَ lafzının zikredilmesinde
اعتبار ما كان alakası vardır. Ayrıca بِلادُهُمْ mekan (ülke) zikredilmiş,hall (ülkede yaşayanlar) kastedilmiştir.
6-Geleceği göz önünde bulundurmak اعتبار ما يكون  : Bir şeyi,gelecekte alacağı bir vasıfla zikretmektir. Buna evveliyyet de denir. اِنّكَ اِنْ تَذَرْهم يُضِلّوُا عِبادَكَ وَلايَلِدُوا اِلّا فاجِرًا كَفّارًا  Nuh suresi 27.ayette: Çünkü sen onları bırakırsan,onlar kullarını sapıtırlar;yalnız ahlaksız ve nankör (insanlar) doğururlar.Bu ayeti celilede فاجِرًا كَفّارًا kelimelerinde mecazı mürsel vardır. Çünkü her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar.Burada Hz.Nuh doğanların facir olacaklarını değil, büyüyünce facir olacaklarını kastetmiştir.Yani alaka ileride olacak durum اعتبار ما يكون   dur.
سَأُوقِدُ نارًا : Bir ateş yakacağım.Bu ibarede ateş ile odun kastedilmiştir. كَمْ وَلَدَتْ الاُمّهَاتُ مِنْ اَبْطَالٍ  Anneler,nice kahramanları doğururlar.Burada kastedilen ileride kahraman olacak çocukları doğururlar demektir.
7-Mahalliyyet: Mekan yönüyle bir şeyi kuşatan yeri zikredip onun içindekini kastetmektir. Buna zikri mahall irade-i hall de denir.  فليَدْعُ نادِيَه سَنَدْعُ الزّبانِيَةَ  O hemen meclisini çağırsın.Biz de zebanileri çağıracağız.Bu ayeti celilede ناديه kelimesinde mecazı mürsel vardır.Çünkü toplantı yeri zikredilmiş ama toplantı yerinde bulunan aşireti ve taraftarları kastedilmiştir.Alaka mahalliyettir. واسئل القرية التي كنا فيها  İçinde bulunduğumuz köye sor.Yani köy halkına sor.
قَرّرَ المَجْلِسُ ذَلِك Meclis onu kararlaştırdı yani meclisteki insanlar kararlaştırdı.
سَقَتْ الدّلْوُ الاَرْضَ Kova yeri suladı yani kovadaki su yeri suladı.
8-Halliyyet: Bir mekan içinde bulunan şeyi zikredip mekanını kastetmektir.Buna zikri hall iradei mahall denir. إنّ الاَبْرارَ لَفِي نَعيِم وَ إنّ الفُجّارَ لفي جَحِيم   İyiler, mutlaka nimet içinde olurlar,ve kötüler de, mutlaka cehennemde olacaklar. Bu ayeti celiledeki نَعيِم lafzında mecazı mürsel vardır.Çünkü insanlar,nimetin içinde bulunduğu yer olan Cennette olacaklar.
MECAZI AKLİ
      Bir fiili ya da fiil manasına gelen ismi, kendi failine isnadına engel olan bir karine bulunmak şartıyla, ma hüve lehinin gayrısına isnad etmektir. (Fiili,mütekellime göre, gerçek failinden başkasına isnad etmektir.)
    Mecazi isnad: Bir fiilin bazen sebebine veya zamanına,mekanına,masdarına,malum fiilin meçhule,meçhul fiilin maluma isnad edilmesiyle yapılır.
وَيَمْشِي بِهِ العُكّازُ في الدّيْرِ تائِبا : O keşişlerin manastırında baston yardımıyla yürür oldu.Bu misalde يَمْشِي fiili, faili dışındaki bir şeye isnad edilmiştir.Çünkü العُكّازُ baston yürümez.Ancak bastonun sahibi yürür.Baston yürümenin sebebi olduğu için fiil ona isnad edilmiştir.
بَنىَ عَمْرُو بْنُ الْعاص مدينةَ الفُسْطاط :Amr b.As Fustat şehrini kurdu.Bu misalde fiil faili dışındaki bir şeye isnad edilmiştir.Çünkü hükümdar şehri imar etmez.İşçileri imar ederler.Hükümdar imarın sebebi olduğu için fiil ona isnad edilmiştir.
نهارُ الزّاهِدِ صائِمٌ وليلُه قائِمٌ :Zahidin gündüzü oruçludur.Geçesi de kaim,namazdadır.Burada oruç tutmak gündüze,namaz kılmak da geceye isnad edilmiştir.Gündüz oruç tutulur,gecede bulunan şahıs gece namazı kılar.Bu misallerde şibhi fiil kendisine ait olmayan bir şeye isnad edilmiştir. Bu misallerde namaz ve oruç ilgili zamanda gerçekleştiği için isnad zamana yapılmıştır.
اِزْدَحَمَتْ شَوَارِعُ القاهِرَة :Kahirenin caddeleri kalabalık oldu.Bu misalde sıkışıklık caddelere nisbet edilmiştir.Halbuki caddeler sıkışmaz;ancak caddede bulunan insanlar sıkışırlar,kalabalık meydana getirirler. اِزْدَحَمَتْ fiili kendisine ait olmayan bir şeye isnad edilmiştir.İnsanların kalabalık olduğu mekan,izdihamın yeri caddeler olduğu için fiil ona isnad edilmiştir. (Yani fiilin mekanına isnad edilmiş)
جَدّ جِدّكَ كَدّ كِدّكَ :Senin çalışman çalıştı,çaban çaba harcadı.Fiil mastara isnad edilmiştir.
 وَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرآنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ حِجَاباً مَّسْتُوراً
: (Ey Peygamber)Kur’an’ı okuduğun zaman,seninle ahirete iman etmeyenlerin arasına örten bir perde çekeriz.Bu ayette مستورا  kelimesi ساترا manasına gelmiştir.
اِنّهُ كانَ وَعْدُهُ مَأْتِيّا :Şüphesiz O’nun va’di mutlaka yerini bulacaktır.Bu ayeti celilede مَأْتِيّا kelimesi آتِيًا manasına yani ismi fail yerine kullanılmıştır.
KİNAYE
    Bir sözü,gerçek manasına da gelebilecek şekilde,onun dışında başka bir manada kullanma sanatına kinaye denir.Kinaye,mekniyyün anha göre (kinayeden kast olunan manaya göre) üç kısma ayrılır.a-Mekniyyün ahn sıfat olur b-mevsuf olur c- nisbet olur.
1-Mekniyyün anha itibarla kinaye sıfatta olur: فُلانَةٌ بَعِيدَةُ مَهْوَى الْقُرْطِ :Falan hanımın,küpesinin sarktığı yer uzundur. Yani onun boynu uzundur. أَخِي طَوِيلُ النِّجادِ رَفيِعُ الْعِمادِ كَثِيرُ الرَّمَادِ إِذا مَا شَتا  : Kardeşim,kılıç bağı uzun,çadırının direği yüksek,kışın bir yerde ikamet ettiğinde külü çok olandır.Yani kardeşinin uzun boylu,cesur,şerefli ve cömert olduğunu kastediyor.
Hakiki sıfat ile başka sıfat kastedilirse,sıfattan kinaye olur.Mesela örnekte طَوِيلُ النِّجادِ hakiki sıfattır.Bununla başka bir sıfat olan الشّجاعَة kastedildiğinden bu misal sıfattan kinayedir.
2- Mekniyyün anha itibarla kinaye mevsufta olur:
وَ جَدَتْ فِيه بِنْتُ عَدْنانَ دارًا – ذَكّرَتْها بَداوَة َالْاَعْرابِ :Ey okul! Adnan’ın kızı (arap dili) sende öyle bir ev (yurt) buldu ki; bu, ona bedevilik dönemini hatırlattı.Şair بِنْتُ عَدْنانَ ibaresi ile,kinaye yoluyla Arap dilini kasdetmiştir. Arap dili sıfat olmaz mevsuf olur. تكلمتُ العربيةَ الجميلةَ  gibi.
الضارِبِينَ بِكُلِّ اَبْيَضَ مِخْذَمٍ – وَالطّاعِنِينَ مَجامِعَ الأَضْغانِ : Biz keskin ve parlak kılıklarıyla vuran kimseleri överiz. Kin ve nefretin toplandığı yeri yaralayanları da överiz. Eğer bir kelimeyle kinaye olarak mevsuf kastedilirse, mekniyyün anha itibarla kinaye mevsufta olur. Bu şiirde مَجامِعَ الأَضْغانِ ile kastedilen kalbtir.Kalp ise zattır,yani mevsuftur.Sıfat olarak kullanılmaz.İyi kalb güzel kalpli dersin.Yani burda mekniyyün anha itibarla kinaye mevsufta olmuştur.
3- Mekniyyün anha itibarla kinaye nisbette olur. المَجْدُ بَيْنَ ثَوْبَيْكَ : Şeref,senin iki elbisen içindedir. Yani şair şerefi muhatabına nisbet etmek istiyor.Fakat bunu açıkça söyleyip sen şereflisin demek yerine,şerefin onun elbisesinin içinde olduğunu söylüyor.
KİNAYE ÇEŞİTLERİ
1-TELVİH التلويح :Kinayede,asıl mana ile kinaye yoluyla kastedilen mana arasındaki vasıtalar çok olursa,kinaye telvih adını alır. هو كثيرُ الرّمادِ : Onun külü çoktur.Yani o,cömerttir.Çünkü külünün çokluğu,çok odun yakmayı gerektirir.Çok odun yakmak,çok miktarda yemek pişirmeyi gerektirir.Çok yemek pişmesi,yiyenlerin çok olmasını gerektirir.Bu da misafirlerin çok olmasını gerektirir.Misafirlerin çok olması da cömert olmayı gerektirir.
2-REMZ الرمز : Eğer kelimenin uzak ve yakın manaları arasındaki vasıtalar az ve kapalı ise kinaye remz adını alır. هو عَريضُ الْقَفا :O ensesi geniştir.Yani kafası kalındır ve dolayısıyla o ahmaktır.
هو عَظيمُ الرّأْسِ : O,kafası büyüktür.Yani o,ahmaktır.
3-İMA veya İŞARET الإيماءُ او الإشارة :Eğer uzak ve yakın manalar arasındaki vasıtalar az olursa ve açık bir şekilde bulunursa veya hiç vasıta bulunmazsa kinaye ima veya işaret adını alır.
اَوَما رَاَيْتَ المَجْدَ أَلْقَى رَحْلَهُ – فِي آلِ طَلْحَةَ ثُمّ لَمْ يَتَجَوَّلِ :Şeref ve asaletin,Talha ailesi arasında mola verip birdaha onlardan ayrılmadığını görmedin mi?Bu beyt onların cömet olduklarına delalet eder.
4-TA’RİZ التعريض :Söylenen sözü üstün bir yetenekle manasından başka bir yöne çevirmektir.
اِيّاكَ اَعْنِي وَاسْمَعِي يا جارَةُ :Kızım sana söylüyorum,gelinim sen anla.
MEANİ İLMİ

     Bütün sözler ya haber ya da inşa şeklindedir.Yani kelam haberi ve inşai olmak üzere ikiye ayrılır. Sözü söylene, bu sözünde doğrudur veya yalancıdır diyebileceğimiz her kelama haber denir. سافرَ زيدٌ Zeyd yolculuğa çıktı gibi.Eğer söylenen söz gerçeğe uygun ise,onu söyleyen doğru sözlüdür.Gerçeğe uygun değilse,onu söyleyen yalancıdır.
   İnşa cümlesi,sözü söyleyene bu sözünde doğrudur veya yalancıdır diyemeyeceğimiz cümlelere denir. يا زيدُ اِقْرَأ القرآنَ : Ey Zeyd Kur’an oku,gibi.
    Her haber ve inşa cümlesinin,mahkumun aleyh (müsnedün ileyh) ve mahkumun bih (müsned) olmak üzere iki unsuru vardır.Mesela fail,naibi fail,mübteda,inne babının ismi bunlar müsnedün ileyhtir.Fiil,haber,inne ve kardeşlerinin haberi bunlar müsneddir.

Haber Cümlesi ve Kuruluş Gayeleri:Haber,aslında herhangi bir cümlede bulunan bir hükmü dinleyiciye bildirmek için söylenir. حَضَر زيدٌ :Zeyd geldi dememiz gibi.Haber cümlesindeki bu hükme faide-i haber (muhatabı bilgilendirme) denir.
   Ya da haber,konuşan kimsenin,dinleyici tarafından bilinen bir hususu,kendisinin de bildiğini ifade etmek için söylenir.Mütekellimin bunu bildirmesine lazimul faide (muhatabın bildiği şeyi, kendisinin de bildiğini muhataba bildirme) adı verilir. انت تَجْتهد في دُروسِك كثيرا gibi.
   Haber cümlesi bazen de kelamın sıyakından anlaşılan başka maksatlar için söylenir.Bu maksatlar istirham (merhamet dilemek),izharud da’f (zayıf ve güçsüz olduğunu açıklamak), izharuttahassür (üzüntüsünü belirtmek), fahr (övünmek), çalışma ve çaba harcamaya teşvik etmek, azarlamak,nasihat vb.dir.
إذا بلغ الفطامَ لنا صَبِيٌّ   -   تَخِرُّ له الجبابرُ ساجِدينا : Bizim bir çocuğumuz sütten kesilme çağına ulaştığında, zalimler ona secde ederler (boyun eğerler).Şair bu misalde kavmi ile övünüyor ve onlardaki güç ve kuvvet ile iftihar ediyor.

Haber Cümlesinin Çeşitleri (اضرب الخبر): Muhatap için üç durum vardır:
1-Muhatap,sözün doğruluğu veya yanlışlığı hakkında herhangi bir bilgiye sahip değilse,zihni boşsa,haber pekiştirilmeden (durumun gereğine göre te’kid edatları kullanılmadan) muhataba bildirilir. Haberin bu kısmına ibtidai haber denir. جاء أخوك gibi.
2-Muhatap,sözün doğruluğu hakkında tereddüt edip onu kesinlikle doğru bir şekilde öğrenmek isterse,bu durumda muhatabın zihninde yerleşmesi için sözü pekiştirmek uygundur.Haberin bu kısmına talebi haber denir.إنّ أخاك جاء Gerçekten kardeşin geldi,gibi.
3-Eğer muhatap,haber cümlesinin anlamını asla kabul etmiyorsa,bu durumda durumun gereği ve tepki derecesine göre sözü bir,iki veya daha fazla te’kid edatıyla pekiştirmek gerekir. Haberin bu kısmına inkari haber denir.Haber cümlesini pekiştirmek için çok miktarda edat vardır.inne,enne,kasem,lamul ibtida,te’kid nunu,tenbih harfleri,قَدْ, لَنْ bunlardandır.
والله إنّ أخاك قد جاء  gibi.

HABER CÜMLESİNİN DEĞİŞİK ŞEKİLLERDE İFADE EDİLMESİ (خروج الخبر عن مُقْتَضي الظاهر)
  Bazen mütekellimin göz önünde bulundurduğu bazı durumlardan dolayı haber cümlesi, durumun icabına aykırı olarak söylenir.Bu durumlar:
a)Zihni boş olan kimse,tereddüt ile soru soran kimse yerine koyulur.Bu da cümlede haberin hükmüne işaret eden bir şey geçtiğinde olur. ولا تُخاطِبْني في الذين ظلموا إنهم مغرقون.  Hud suresi 37.ayet.Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme (benimle muhatap olma).Onlar kesinlikle suda boğulacaklardır. Bu ayete bakılırsa,burada zalimlerle ilgili hüküm hakkında muhatabın aklında bir şeyin bulunmadığı anlaşılır.Burada muktezayı hale göre ayetin te’kidsiz söylenmesi gerekirdi.Öyleyse ayet niçin te’kid ile gelmiştir?
Sebeb şudur:Yüce Allah muhalifleriyle ilgili Hz.Nuh’un kendisine hitap etmesini yasaklayınca, bu yasak,Hz.Nuh’u onların başına gelecek belayı merak etmeye sevketti.Böylece Hz.Nuh; onlar aleyhinde suda boğdurulmaları ile hükmedildi mi yoksa hükmedilmedi mi? şeklinde tereddüt ile soru soran kimse yerine konuldu ve böylece :’’إنهم مغرقون kesinlikle onlar suda boğulacaklar’’
cümlesi ile ona cevap verildi.
b)Kendisinde inkar işaretleri göründüğü için,inkar etmeyen kimse,inkar eden kimsenin yerine konulur. ثم إنكم بعد ذالك لَمَيِّتون  Mü’minün suresi 15.ayet: ‘’Sonra,muhakkak ki siz,bunun ardından elbette öleceksiniz.’’ Hiçbir muhatap ölümü inkar etmez.Öyle ise bu haber cümlesinin te’kid edilerek onlara söylenmesinin sebebi nedir?
Bunun sebebi,ayeti kerimenin hitap ettiği muhataplarda cümlenin muhtevası hakkında inkar alametlerinin görünmesidir.Çünkü onların ölümden gafil olmaları ve iyi işler yaparak ölüme hazırlanmamaları,inkar alametlerinden sayılır.Bu sebeple onlar,inkar eden kimseler yerine koyuldular ve haber cümlesi,iki te’kid edatı ile  muhataplara söylenmiştir.
c)İnkar eden kimse,inkar etmeyen kimse yerine koyulur.Bu durumda o şahsın önünde öyle deliller ve işaretler bulunur ki şayet bunları dikkatle incelerse,inkar etmekten vazgeçer.
والهكم إله واحدٌ :Bakara suresi 163.ayet:İlahınız bir tek ilahtır.Bu ayette Hz.Allah, birliğini inkar edenlere hitap etmektedir.Ancak ayet te’kidsiz gelmiştir.Sebebi ise bu ayetin muhataplarının önünde öyle apaçık deliller ve burhanlar vardır ki,eğer onları dikkatle inceleseler,inkarlarından vazgeçerler.Bu sebeple Hz.Allah onların inkarlarına değer vermeyerek hitap ederken te’kidsiz hitap etmiştir.

İNŞA  الإنشاء
   İnşa,talebi ve ğayrı talebi diye ikiye ayrılır.
Talebi inşa:Talep anında elde edilmemiş, bulunmayan bir şeyin yapılmasını gerektiren inşadır.Bu ise,emir,nehy,soru,temenni ve nida ile yapılır.
Talebi olmayan inşa: Bir isteğe delalet emeyen inşadır.Bunun bir çok sığası vardır.Taaccüb, medih,zem,kasem,reca fiilleri ve akit sığaları (yani sözleşmelerde kullanılan ifadeler) bu sığalardandır.
لا تطلُبْ من الجزاءِ إلا بقدر ما صَنعْتَ  :Sadece yaptığın iş kadar karşılık iste. (Talebi)
ما أحسنَ الدينَ و الدنيا إذا اجتمعا : Din ile dünya bir araya geldiklerinde ne güzeldir. Bu ibare taaccüb manasını ifade ettiği için gayri talebidir. Ne güzeldir,keşke,yemin olsun gibi cümleler gayri talebidir.

EMİR الأمر
    Emir,üstünlük yoluyla bir işin yapılmasını istemektir.Emir için dört sığa vardır.a) Emir hazır b)Emri gaib c)Emir manasında ismi fiil   d) Emir fiil yerine kullanılan mastar.
   Bazen emir sığaları asıl manalarından çıkar ve sözün gelişinden anlaşılan diğer manalarda kullanılır.Bunlar: İrşad,dua,dengin denginden istemesi,temenni,tahyir,tesviye,ta’ciz,tehdid ve ibahadır.
عَلِّمْ الجاهلَ ،و ذاكِرْ العالمَ : Hz.Ali Mekke valisini şöyle demiştir.Cahile bilmediklerini öğret,alim ile müzakere et.Burada emri hazır kalıbı kullanılmıştır.
وليُوفوا نُذورهم وليَطّوّفوا بالبيت العتيق Hac 29.ayet.Emri gaib
يا ايها الذين آمنوا عليكم انفسكم... Maide 105.ayet.Ey iman edenler!Siz kendinizi düzeltmeye bakın. İsmi Fiil
وبالوالدين إحسانا... Bakara 83.ayet.Ana babaya iyilik edin. Emir fiil yerine kullanılan mastar.
قال رب اشرح لي صدري... Ey rabbim benim göğsüme genişlik ver.İşimi kolaylaştır.Dua manasında
قل انتظروا إنا منتظرون Deki bekleyin.Şüphesiz ki biz de beklemekteyiz. Tehdit içindir.
NEHY – النهي
      Maddi veya manevi yönden muhatabından üstün olan birisinin,ondan bir işi yapmamasını istemesidir.Nehyin tek bir sığası vardır o da nehyi hazırdır.
    Bazen nehy sığası gerçek manası dışında cümlenin gelişinden ve durumdan anlaşılan başka manalarda kullanılır.Bunlar:dua,iltimas,temenni,irşad,kınama,tehdit,tahkir gibi.
ولا تقربوا مال اليتيم الا بالتي هي أحسن : Ergenlik çağına erişinceye kadar,yetimin malına sadece en güzel bir niyet ve maksatla yaklaşın.  Bu ayette nehy gerçek anlamında kullanılmıştır.
ولا تجلس الي أهل الدنيا  -  فإن خلائق السفهاء تعدي : Alçak kimselerle oturma.Çünkü sefihlerin ahlakı başkasına geçer. Burada nehy irşad içindir.
ربنا لا تزغ قلوبنا بعد إذ هديتنا... Rabbimiz bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi eğriltme.Dua için
لا تَنْهَ عن خلقٍ و تأتي مثله  -  عارٌ عليك إذا فعلتَ عظيم : Bir huyu kendin yaptığın halde onu başkalarına yasaklama. Böyle yaparsan bu senin için büyük bir kusurdur. Kınama ve azarlama içindir.

İSTİFHAM – الاستفهام
    Bilinmeyen bir şey hakkında bilgi istemektir.İstifham için bir çok edat kullanılmaktadır.
الهمزة Hemze: Hemze ile tasavvur veya tasdik ile ilgili iki şeyden biri hakkında bilgi edinmek istenir.
Tasavvur:Müfred bir şeyi öğrenmek için sorulan sorudur.Tasavvur şeklindeki sorularda hakkında soru sorulan (müsnedün ileyh,müsned,mef’ul,hal veya zarf gibi unsurlardan biri) hemzeye bitişik olarak ondan sonra zikredilen isimdir. Bu ismin أمْ (Emi muttasıle ) edatından sonra gelen bir dengi ve benzeri bulunur.
 أ مُحَمّدٌ مسافرٌ أم محمودٌ Muhammed mi yolcudur yoksa Mahmut mu? Bu cümlede hakkında soru sorulan Muhammed olup hemzei istifhamdan sonra gelmiştir.Em den sonra gelen Mahmut da dengidir.Bu misalde her ikisinden birinin yolculuğa çıktığını kesin olarak biliyorsun;fakat hangisinin çıktığını muhataptan belirtmesini istiyorsun.Bu nedenle bu soruya,yolculuğa çıkan kimse belirtilmek suretiyle cevap verilir.محمدٌ مسافرٌ  denir.
أ جاء أخوك أم أبوك :Kardeşin mi geldi yoksa baban mı? أ راكبا حضرتَ أم ماشيا  : Binerek mi geldin yoksa yürüyerek mi? أ دِبْسٌ في الإناءِ أم عسلٌ  :Kapta pekmez mi var yoksa bal mı?
Tasdik: İsme isnad edilecek hükmün sabit olup olmadığını tespit etmek için sorulan sorudur. Cümledeki hükmün durumu sorulur ve bu cümlede hükmün bir benzeri yani muadili bulunmaz.
أ يَصْدَأ الذّهبُ :Altın paslanır mı?  أ عِنْدك كتابٌ : Sende bir kitap var mı? أ حضر الضيوفُ : Misafirler geldi mi? Bu sorulara evet ya da hayır şeklinde cevap verilir.

هل Hel: İstifham edatı olan HEL, sadece tasdik sorusu için kullanılır.Soru edatı olan هل ile birlikte  bir şeyin dengini yani muadilini zikretmek mümkün değildir.
هل جاء صديقُك :Arkadaşın geldi mi?  هل قام زيدٌ : Zeyd ayağa kalktı mı? Cevap evet ya da hayır şekilinde olur.Ama şu şekilde soru sorulmaz: هل جاء صديقُك ام عدوُّك : Dostun mu geldi yoksa düşmanın mı?
مَنْ Men: Akıllı varlıkların durumunun belirtilmesi istenir. مَنْ في الدار : Evde kim var?
 ما : ما العَسْجَدُ : Asced (altın) nedir? ما عندك : Yanında ne var?
متي : متي يَعود المسافرون  : Misafirler ne zaman dönecek?

BAZI KARİNELERLE İSTİFHAMIN DEĞİŞİK MANALARDA KULLANILMASI
    Bazen istifham esas manasından çıkıp cümlenin gelişinden anlaşılan diğer manalarda kullanılır. Bu manalar: Nefy,inkar,azarlama,yüceltme,küçümseme,hayret,temenni,teşvik.
من للمحافل والجحافل والسري – فقدت بفقدك نيرا لا يطلع Bu şiirde ta’zim ve yüceltme vardır.
من اية الطرقِ يأتي مثلَك الكَرَمُ  -  اين المَحاجِم يا كافور و الجَلَمُ :Senin gibi birine cömertlik hangi yollardan gelir? Ey Kafur!(Kan)şişeleri nerede ve neşter nerededir? Tahkir ve küçümseme var.
كيف تكفرون بالله : Allah’ı nasıl inkar ediyorsunuz? Burada teaccüb yani hayret ifade ediyor.
أهذا الذي مَدَحْتَه كثيرا : Çok övdüğün adam bu mudur? Küçümseme manası ifade ediyor.
فَهَلْ انتم مسلمون : Artık Müslüman oluyorsunuz değil mi? (Yani Müslüman olunuz)
أَفَلَا يَشْكرون : Hala şükretmiyorlar mı?İstifham inkari olup kınama ve azarlama ifade eder.
أفلا يسمعونأفلا يبصرونأفلم تكونوا تعقلون bu ayetler kınama ve azarlama ifade etmektedir.
ألم نخلقكم من ماء مهين : Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı? ألم نُهْلِك الأولين : Biz öncekileri yok etmedik mi? ألم نجعل له عينين : Biz ona iki göz vermedik mi? İstifham takrir (ikrar ettirme) manasına gelmektedir.

TEMENNİ – التمني
      Gerçekleşmesi imkansız olduğu için gerçekleşmesi umulmayan;fakat sevilen veya istenen bir şeyi arzu etmektir.Yani arzu edilen şey,ya imkansızdır.Meydana gelmesi mümkün değildir; veya imkan dahilinde olup gerçekleşmesi çok uzak bir ihtimaldir.
   Temenni için konulan lafız ليت dir.Bazen edebi bir gaye için هل – لو – لعل  edatları da kullanılır.
Teracci: Eğer sevilen şey,gerçekleşmesi umulan bir şey ise buna teracci denir ve lafız olarak لعل  ve عسي kullanılır.Bazen de edebi bir gaye için ليْت kullanılır.
فليت الليلَ فيه كان شهرا  -  ومَرَّ نهارُه مَرَّ السحابِ  Keşke ondaki (Ramazan ayındaki) gece,bir ay kadar uzun olsaydı ve onun gündüzü bulutun geçişi gibi geçseydi.
فهل إلي خروج منْ سبيل : Mümin 11: Keşke bir daha (bu ateşten) çıkmaya çare olsaydı?Bu ayette هل edatı ليت manasına kullanılmıştır.
لو أنّ لنا كرَّةً فَنَتَبَرَّأَ منهم كما تبرَّئُوا مِنا : Bakara 167: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da,şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi,biz de onlardan uzaklaşsaydık.

NİDA – النداء
   Nida أدعو fiili yerinde kullanılan bir edatla,sözü söyleyen kişinin,muhatabından kendisine yönelmesini istemesidir.Nida için sekiz edat kullanılır.Bunlar: يا – ايا –هيا – أ –آ – أَيْ – آيْ - وا
أ- أي Hemze ve Ey yakın mesafede olanları,diğerleri de uzakta olanları çağırmak için kullanılır.
    Bazen uzaktaki bir şey yakın menzilesine indirilir.Konuşan kimsenin gönlünde devamlı bulunduğu için veya aklından hiç çıkmadığı için sanki hazır ve yakınmış gibi kabul edilir.Bu durumda أ- أي Hemze ve Ey nida edatlarıyla çağırılır.
   Bazen çağrılan kimsenin şanının yüceliğine ve rütbesinin yüksekliğine işaret etmek için, yakın olan şey, uzak gibi kabul edilir ve uzak için vazedilmiş herhangi bir nida edatıyla çağrılır.Bu durumda çağırılan kimsenin mertebesi,konuşan kimseden yüksek olması hususu,mesafe bakımından  uzaklık olarak kabul edilir.Yanında bulunduğu halde,bir kölenin,efendisine şöyle demesi gibi أيا مَوْلاى Ey Efendim! Veya muhatabın mertebesinin aşağılığına işaret etmek üzere, uzak için vazedilen nida edatı kullanılır.Mesela birisinin yanında bulunan kimseye şöyle demesi gibi: أيا هذا  : Ey bu adam! Veya dinleyici uyku ve dalgınlık gibi durumlardan dolayı gafil ise veya zihni dağınık olursa, sanki bulunduğu yerde bulunmadığına işaret etmek üzere,uzak için vazedilen nida edatı kullanılır.Mesela gafil olan bir kimseye şöyle denir: أيا فُلانٌ Ey falanca!
    
 يا أيها الناس اتقوا ربكم إن زلزلة الساعةِ شيءٌ عظيمٌ: Ey insanlar! Rabbinize karşı takvalı davranın.Şüphesiz kıyametin sarsıntısı çok büyük bir şeydir.
أمالك رقي ومن شأنه  -  هباتُ اللجيْنِ و عِتْقُ الْعَبِيدِ :Mütenebbi,göz altında bulunurken valiye yazdığı bir mektubta: Ey benim köleliğimin sahibi (efendim)! Ve işi gücü,gümüşten bağışları yapan ve köleleri azad eden kimse! Mütenebbi,valinin kendi kalbine yakın bulunduğuna, her zaman hatırında olduğuna ve bir an olsun onu unutmadığına işaret etmek için hemzeyi أمالك)) uzakta bulunsa da yakında gibi çağırmak için kullanmıştır.
   يا ربِّ إنْ عَظُمَتْ ذُنوبي كثْرَة ً -  فلقد عَلِمْتُ بأَنَّ عَفْوَك أعظَمُ: Ey Allah’ım! Eğer günahlarım çok olmakla büyük olsalar bile,senin affının daha büyük olduğunu kesin olarak bilirim.Bu misalde çağırılanın şanı yücedir.Yücelikteki uzaklık,mesafedeki uzaklık gibi kabul edilmiştir.Bundan dolayı şanın yüceliğine işaret etmek üzere mütekellim,Hz.Allah’a nida ederken,uzakta bulunan kimselere nida etmede kullanılan يا ya edatını kullanmıştır.
Tehassür manasında kullanılması (hasret çekmek ve inlemek): Zümer suresi 56.ayet
أن تقول نفسٌ يا حسرتي علي ما فرطت في جنب الله وإن كنت لمن الساخرين : Kişinin : (Allah’a karşı) işlediğim kusurladan dolayı bana yazıklar olsun!Gerçekten ben alay edenlerdendim! Diyeceği (günden sakının)
Hayret etme التعجب :  Yasin suresi 30.ayet: يا حسرةً علي العباد : Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine gelen her peygamberle alay ediyorlardı.
Temenni: Kasas 79.ayet:قارونُ إنه لذوة حظٍّ عظيم  يا ليت لنا مثل ما أُوتي : Keşke Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı.Hakikat şu ki o, çok büyük servet sahibidir.
Tahzir التحذير sakındırma: Şems suresi 13.ayet:فقال لهم رسول الله ناقة الله و سقياها  : Allah’ın elçisi (Salih peygamber) onlara: Allah’ın devesine ve onun su içme hakkına dokunmayın,dedi.Bu ayetteki mukadder nida يا قومي)  ey kavmim )  tazhir anlamı ifade eder.

KASR ( TAHSİS ETMEK) القصر
     Bir şeyi,bir işi özel bir tarzda başka bir şeye ait kılmaktır.Yani bir şeyin başkalarında bulunmayıp ancak bir şeyde bulunduğunu söylemektir.Tahsis edilen şeye maksur,başka bir şeyin kendisine tahsis edildiği şeye maksurun aleyh denir. لا فَتى الا عليٌّ Ali’den başka genç yoktur. Bu misalde gençlik vasfı Ali’ye tahsis edilmiştir. فتى kelimesi maksurdur.علي kelimesi maksurun aleyhtir.En meşhur kasr yolları (metotları) şunlardır:
1-Nefy (olumsuzluk) ve istisna: Nefy edatından sonra maksur gelir.Maksurdan sonra istisna edatı ve maksurun aleyh getirilmek suretiyle yapılır.لا فارسَ الا عليٌّ : Ali’den başka süvari yoktur.
Önce maksur zikredilir.Maksurun aleyh illa dan sonra getirilir. لا يفوز إلا المُجِدُّ
Çalışkandan başka kimse kazanamaz.Buradaki لا fevzin mucidde tahsisini ifade ediyor.Yani kazanmanın çalışmaya has olduğunu ifade ediyor.fevz maksur,mücid ise maksurun aleyhtir.
2-إنما : Bu edattan sonra maksur gelir.Maksurun aleyhin sonra gelmesi vaciptir. إنما الحياةُ تَعِبٌ gibi
3- Atıf harfi olan بل ve لكن لا - :
 La:  لا : الأرضُ متحركةٌ لا ثابتةٌ  maksurun aleyh La dan önce gelir. زيدٌ شاعرٌ لا كاتبٌ  gibi.
- بل ve لكن : Önce maksur zikredilir sonra maksurun aleyh bu edatlardan sonra gelir.
ما الأرضُ ثابتةٌ بل مُتحركةٌ : Yeryüzü sabit değildir;bilakis hareket ediyor.
ما الأرضُ ثابتةٌ لكن مُتحركةٌ : Yeryüzü sabit değildir;fakat o hareket ediyor.
5-Sonradan gelmesi gereken ibareyi öne almakla yapılır.(Hakkı te’hir olanın takdim edilmesi ile yapılır.)Bu durumda maksurun aleyh öne geçirilmiş olan kelimedir. علي الرجال العاملين نُثْنِي  : Biz ancak çalışan adamları överiz.
    Kasrın iki tarafı vardır.Bunlar maksur ve maksurun aleyhtir.Kasr bu iki tarafı,bu iki unsuru itibariyle iki kısma ayrılır.
a)Sıfatı mevsufa kasretmek                                                b) Mevsufu sıfata kasretmek
لا يفوزُ الا المجدُّ : Bu misalde fevz maksur mücid ise maksurun aleyhtir.Fevz sıfat mücid ise mevsuftur.Bu misalde sıfatın mevsufa kasrı vardır.
إنما الحياةُ تَعَبٌ : Hayat ancak meşaggattir,yorgunluktur.Hayat maksurdur,تعب ise maksurun aleyhtir. Hayat mevsuf تعب ise sıfattır.Bu misalde  mevsufun sıfata kasrı vardır.

KASRIN KISIMLARI تقسيم القصر إلي حقيقي و إضافي
    Kasr hakiki ve izafi olmak üzere iki kısma ayrılır.
Hakiki Kasr:Kavramlar arasındaki tahsisin başka şeye göre değil,bilakis hakikat ve gerçeğe uygun olmasıdır. Şöyleki;hakiki kasr;maksuru,maksuru aleyh dışına taşımamak üzere bir kavramın diğer kavrama tahsisidir.من الانهار الا النيلُ  لا يُرْوي مِصْر :Mısır’ı Nil nehrinden başka nehirler sulamaz. Mısır’ı ancak Nil nehri sular. Yani Mısır toprağını sulamak,ancak Nil nehrindeki bir niteliktir.Bu kasr hakikidir.Çünkü Mısır’ı sulayan başka nehir yoktur.
ما خاتم الأنبياءِ إلا محمدٌ : Peygamberlerin sonuncusu,yalnız Hz.Muhammed’dir.
لايَحُجُّ إلي مكةَ إلا المسلمون : Mekke’ye yalnız Müslümanlar hacca gidiyorlar./ Müslümanlardan başkası Mekkeye hacca gitmediğine göre misaldeki kasr,hakiki kasrdır.
إنما الرزَّاقُ اللهُ : Rızık veren yalnız Allah’tır.Bu misalde razıklık vasfı Allah’tan başkasında bulunmaz. Ayrıca bu misal sıfatın mevsufa kasrı niteliğindedir. Buradaki kasr hakiki kasrdır.

İzafi Kasr:Kavramlar arasındaki tahsis, belirli bir şeye göre yapılırsa,başka bir şeye izafetle yani başkasına kıyasla meydana gelirse buna izafi yani nisbi kasr denilir.
ما زيدٌ إلا قائمٌ : Zeyd ancak ayaktadır.Yer yüzünde Ali den başka kimse ayakta değil demek gerçek olmayacağına göre buradaki kasr izafidir.
لا جوادَ إلا علِيٌّ : Ali’den başka cömert yoktur.Yani Ali belirli bir şahsa mesela Halit’e göre daha cömerttir.Çünkü Ali’nin dünyadaki herkesten daha cömert olduğunu söylemek gerçeğe uygun olmaz. Bu sebeple buradaki kasr izafi kasrdır.Ama إنما الرزَّاقُ اللهُ derken Allah’tan başka rızık veren olmadığı için izafet hakiki olur.

FASL (AYIRMA) VASL (BAĞLAMA) ve الفصل و الوصل
      Vasl: Sözü oluşturan cümleleri vav harfi ile bir birine bağlamaktır.
        Fasl: Bir cümleyi,diğer bir cümleye atfetmeyip onları ayrı ayrı zikretmektir.Yani arada bağlaç olmaksızın kelime ve cümlelerin bir araya getirilmesine fasl denir.
Fasl yapılmasının gerekli olduğu yerler:
a)İki cümle arasında tam bir birlik (birleştirici bir yön) bulunduğu zaman fasl yapılır.Bu durum şu şekillerde olur: İkinci cümle birinci cümlenin manasını te’kid eder.İkinci cümle birinci cümlenin bedeli olur.İkinci cümle birinci cümlenin manasını açıklar.Bu durumda iki cümle arasında الاتحاد التام – كمال الاتصال  tam bir bağlantı vardır denilir.
b) İki cümle arasında tam bir zıtlığın (kopukluğun) olmasıdır.Bu da cümlelerden birinin haberi diğerinin inşai cümle olmasıyla olur.Ya da her iki cümle arasında mana bakımından hiçbir ilişki bulunmuyorsa fasl yapılması gerekir.Bu gibi yerlerde iki cümle arasında كمالُ الانْقطاع  tam bir kopukluk ve farklılık vardır denilir.
c) İkinci cümle,birinci cümleden anlaşılan veya ortaya çıkan bir sorunun cevabı olduğu zaman fasl yapılır.Bu gibi yerlerde iki cümle arasında شِبْهُ كمالِ الاتِّصال  tam bağlantıya benzeyen bir ilişki vardır,denilir.
الم.ذلك الكتاب لا ريب فيه :Elif Lam Mim.Bu kendisinde hiç şüphe olmayan bir kitaptır.Bu ayette
لا ريب فيه onda asla şüphe yoktur cümlesi ذلك الكتاب o kitap ibaresinin te’kididir.
ولا تستوي الحسنةُ ولا السيئةُ. إدفعْ بالتي هي أحسنُ : İyilikle kötülük asla bir olmaz.Sen (kötülüğü) en güzel olan bir şeyle sav.Bu ayette إدفع ile başlayan cümle,önceki ayetin manasını pekiştirdiği için o ayetten fasl edilmiştir.
يُدبِّر الأمرَ يفصّل الايات لعلكم بلقاءِ ربِّكم توقنون : (o) Her işi düzenler,ayetleri birer birer açıklar.Umulur ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız.Bu ayette ikinci cümle birinci cümlenin bir kısmıdır.Çünkü ayetleri açıklamak,işi düzenlemenin bir kısmıdır.İkinci cümle birinci cümlenin bedeli ba’zıdır.
فسجد الملائكةُ كلُّهُم أجمعون : Bunun üzerine melekler hepsi topluca secde ettiler.Bu ayette manevi te’kid bulunduğu için ibareler arasında tam bir bağlantı vardır.
Buraya kadar ki misaller الاتحاد التام – كمال الاتصال   e örnektir.
نزل المَطَرُ . خُذْ المَظِلّةَ مَعَك : Yağmur yağdı.Şemsiyeyi yanında al,götür.Bu cümlelerden ilki haber cümlesi,ikincisi inşai cümledir.
إحترسْ من عدوك . كل مما يَليك : Düşmanından sakın!Önünden yemek ye! Bu iki cümle de inşai cümledir;ancak aralarında mana bakımından hiçbir bağlantı yoktur.Bundan dolayı bu cümlelerde fasl yapılmıştır. Bu misaller كمالُ الانْقطاع    e örnektir.
فأوْجَسَ منهم خيفة قالوا لا تَخَفْ :Bunun üzerine onlardan,içine bir tür korku düştü.Korkma! dediler. Bu ayette قالوا لا تَخَفْ ile önceki cümle arasında fasl vardır;çünkü aralarında tam bir bağlantı gibi bir ilişki vardır.Nitekim ikinci cümle birinci cümleden anlaşılan bir sorunun cevabıdır. Sanki birisi söyle sormuştur: Onun içine korku girmiş iken onu bu halde gördüklerinde kendisine ne dediler? Bunun üzerine onlar,korkma! Dediler,diye cevap verilmiştir.
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُواْ نَصِيباً مِّنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلاَلَةَ وَيُرِيدُونَ أَن تَضِلُّواْ السَّبِيلَ
Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi?Onlar sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de doğru yoldan sapmanızı isityorlar. Bu ayette يَشْتَرُونَ الضَّلاَلَةَ onlar sapıklığı satın alıyorlar ibaresi onların durumu nedir,ve onlar ne yapıyorlar? gibi soruların cevabıdır.
Bu misallerde ise شِبْهُ كمالِ الاتِّصال   vardır.

VASLIN YAPILDIĞI YERLER مواضع الوصل
     İki cümle arasındaki vasl üç yerde yapılır.
Birincisi: irab açısından iki cümle arasında ortaklık kastedildiği zaman.
İkincisi:İki cümle haber veya inşa manasını taşımakta birleştiklerinde veya her iki cümle arasında birleştirici bir yön bulunduğunda ve cümleleri birbirinden ayırmayı gerektiren herhangi bir sebep bulunmadığı takdirde vasl yapmak gerekir.
Üçüncüsü: İki cümle,haber veya inşa açısından değişik cümleler olduklarında atıf yapılmadığı taktirde,maksada aykırı bir manayı anlama şüphesi ortaya çıktığında fasl yapılır.
قل إن صلاتي و نسكي و محياي و مماتي لله رب العالمين : De ki:Şüphesiz benim namazım,ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir.Bu ayette üç tane müfred vav harfi ile birbirine atfedilmiştir.
يُشَمِرُ لِلُجِّ عن ساقه  *  و يَغْمُره الموجُ في الساحل : O sık ve yoğun deryaya dalmak için paçasını sıvazlar; fakat dalga sahilde onu kaplar.Bu atasözü büyük işleri yapmak isteyen fakat daha basit işleri bile yapmaktan aciz olan kimse için söylenir.Bu beyitteki iki cümle,haber cümlesi oldukları gibi, mana açısından da birbirlerine uygun düşerler.Burada cümleleri birbirinden ayırmayı gerektiren bir husus olmadığı için, cümleler atıf harfi ile birbirine bağlanmıştır.
   Bir arkadaşın sana هل خرج صاحبُك من المُسْتَشْفَي ؟  arkadaşın hastaneden çıktı mı? diye sorduğunda ona لا، و عافاهُ اللهُ  Hayır,Allah ona şifa versin! Diye cevap verirsin.Bu iki cümleden birisi haber cümlesi, diğeri ise inşai cümledir.Bu durumda vav edatının kullanılması gerekir. Aksi taktirde şöyle cevap verilirse : لا، عافاهُ اللهُ Allah ona şifa vermesin! Şeklinde anlaşılır.Bu da beddua manasına gelir.Bu nedenle burada vasl yapmak gerekir.

İCAZ, İTNAB, MÜSAVAT الإيجاز و الإطناب و المساواة
    İcaz: Maksadı açık ve net bir şekilde ifade etmek suretiyle,az kelimelerle çok manaları anlatmaya, herhangi bir mefhumu, kendinden az lafızlarla ifade etmeye icaz denir.İcaz ikiye ayrılır: İcazı kısar ve icazı hazif
İcazı kısar: Bu icaz,hazif yapılmadan,geniş ve engin manaları kapsayan az sayıda kelime kullanmak suretiyle yapılır.
İcazı hazif: (Düşürme yoluyla yapılan hazif): Hazfedilen şeye delalet eden bir ipucunun bulunması şartıyla ibarede bulunan kelimelerden bir veya birkaç kelimeyi ya da bir cümle veya birkaç cümleyi hazfetmek suretiyle yapılır.
ألا له الخلْقُ و الأمْرُ : Bilesiniz ki yaratmak da emretmek de ona aittir.Yani yaratılan ve emredilen her şey ve her durum bu ayetin kapsamına girmektedir.
الضعيفُ أميرُ الركب:Güçsüz,kafilenin başkanıdır.Yani kafile zayıf olanlara göre hareket edeceğinden dolayı sanki güçsüz kimse kafilenin başkanı gibidir.
ولكم في القصاصِ حياةٌ : Kısasta sizin için hayat vardır.Bu misaller hazfi kısara örnektir.
و اسأل القرية التي كنا فيها : İçinde bulunduğumuz şehre sor.Yani şehir halkına sor.أهل kelimesi hazfedilmiştir. و اسأل أهل القرية demektir.
و جاء ربك و الملك صفا صفا : Rabbin (in emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman ( herşey ortaya çıkacak). Bu ayette emr kelimesi hazfedilmiştir. و جاء أمر ربك demektir.

İTNAB الإطناب
    Bir fayda elde etmek için, lafzı normalden fazla uzatmaya denir.İtnabın kısımları
a) ذكر الخاص بعد العام : Umuma delalet eden lafızdan sonra hususa delalet eden lafzı söylemek suretiyle yapılır.Bu işlem,hususa delalet eden lafzın üstün olduğuna dikkat çekmek için yapılır.
تنزل الملائكةُ و الروحُ فيها بإذن ربهم O gece,Melekler ve Cebrail Rablerinin izniyle inerler.Cebrail a.s. da meleklerdendir;ancak onun üstünlüğüne işaret için umumdan sonra o da zikredilmiştir.
حافظوا علي الصلوات و الصلوة الوسطي :Namazlara ve orta namaza (ikindiye) devam edin.
b) ذكر العام بعد الخاص : Hususa delalet eden kelimenin şanına önem vererek,ondan sonra, umuma delalet eden bir kelimeyi söylemek suretiyle yapılır.
وما أوتي موسى و عيسى و النبيون من ربهم : Rabblerinden Musa’ya ve İsa’ya ve bütün peygamberlere verilene (iman ettik).Önce Musa ve İsa a.s. zikredilmiş ve peşinden umum olan tüm peygamberler zikredilmiştir.Bu ayette Hz.Musa ve Hz.İsa’nın şanının yüceliğine işaret vardır.
ربنا اغفرلي ولوالدي وللمؤمنين يوم يقوم الحساب : Ey Rabbimiz!Herkesin hesaba çekileceği günde,beni, annemi ve babamı ve bütün mü’minleri bağışla.
c) الإطناب بالإيضاح بعد الإبهام : Manayı dinleyicinin zihninde yerleştirmek için, üstü kapalı anlatımdan sonra konuyu açıklamak suretiyle itnab yapılır.
 وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَلِكَ الأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَؤُلاء مَقْطُوعٌ مُّصْبِحِينَ  Biz Lut’a şu kesin emri vahyettik:Bu kafirler, sabaha çıkarken muhakkak kökleri kesilmiş olacaktır.
d)الإطناب بالتكرار  : Herhangi bir maksat için lafzı tekrarlamak suretiyle yapılır.Manayı zihine yerleştirmek için veya bir şeye üzülmekten veyahut aradaki fasılanın uzun olmasından dolayı lafız tekrarlanır. فإن مع العسر يسرا * إن مع العسر يسرا   : Şüphesiz her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.Gerçekten, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
e) الإطناب بالاعتراض  : Ara söz (itiraz yoluyla): Bir cümlenin değişik unsurları veya mana bakımından bir birine bağlı olan iki cümle arasına,bir gaye için irapta yeri olmayan bir veya daha fazla cümle katma yoluyla yapılır. نجح-الحمد لله- أخوك  :Kardeşin-Allah’a hamd olsun-başarılı oldu. أسأل الله – سبحانه – أن يَهَبَ لك الصحةَ : Allah’tan-ki Onu noksan vasıflardan tenzih ederim-sana sıhhat bağışlamasını dilerim.
f) الإطنابُ بالتَّذْييل Ek yapmak suretiyle itnab: Cümleyi pekiştirmek gayesiyle,bir cümleden sonra aynı manaya gelen diğer bir cümleyi zikretmekle yapılır.

MÜSAVAT – المُساواة
      Kastedilen herhangi bir manayı,kendisine eşit miktarda kelimelerle ifade etmeye müsavat denilir.Yani lafız ile mananın bir birinden fazla olmamasıdır.Başka bir ifade ile, lafızların,orta seviyedeki halkın günlük hayatta kullandıkları ölçüde olması gerekir.
ولا يَحيق المَكْر السيِّئُ إلا بأهله : Halbuki kötü tuzağın zararı,ancak onu kurana dokunur.
وما تقدموا لأنفسكم من خير تَجدوه عند الله : Önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği,Allah katında bulacaksınız.
   Yukarıda zikredilen ayetlerde müsavat vardır;çünkü lafızlarla onların ifade ettiği manalar eşittir.
BEDİ İLMİ علم البديع
   Muktezayı hale uygun sözlerin lafız bakımından kusursuz,mana yönünden makul ve aynı zamanda bir ahenge sahip olmasının usül ve kaidelerini inceleyen ilme Bedi İlmi denilir. Veya kelamın lafız ve manalarının güzelleştirme yollarına ait bilgileri inceleyen bir ilimdir.Bu süsleme tarzlarının bir kısmı,mana ile ilgili güzelleştirmeler olup bunlara; المُحَسِّناتُ المعنوية manevi güzelleştirici san’atlar denilir. Bir kısmı da lafızla ilgili süsleme sanatlarıdır.Bunlara da المحسنات الفظية lafza ait süsleyici san’atlar denilir.

المحسنات الفظية LAFIZLA İLGİLİ SÜSLEME SAN’ATLARI
CİNAS الجناس
     Manaları farklı,yazılış ve söylenişleri aynı veya benzer olan iki veya daha fazla kelimenin nazım veya nesirde bir arada kullanılmasına cinas denir.Buna tecnis,tecanüs,mücanese adı da verilir.Cinas ikiye ayrılır.Cinası tam ve cinası gayrı tam.
Tam Cinas: İki lafzın vücühu erba’a denilen 4 şeyde tam ittifak içinde olmasıdır.Yani iki lafız da harekeler,harflerin nevileri,sayılar ve düzenleri yönünden tam bir ittifak içinde olmasıdır.
يومَ تَقوم الساعَةُ يُقسم المجرمون ما لبثوا غيرَ ساعةٍ : Kıyamet koptuğu gün,günahkarlar (dünyada) ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler.Bu ayeti kerimedeki birinci الساعة kelimesi kıyamet günü, ikincisi kısa zaman parçası, anlamında kullanılmıştır.
يزيدُ في الكيل يزيدُ :Yezid tartarken fazla tartıyor.Birinci yezid özel isim,ikincisi muzari fiildir.
اللقْمَةُ تَكْفيني الي يومِ تَكْفيني : Kefenleneceğim güne kadar,bu lokma bana yeter.Birinci تَكْفيني muzari fiil,ikinci تَكْفيني ise mastar olup isimdir.
Tam olmayan Cinas الجناس الناقص او غير تام : Kelimeler arasında dört benzerlik yönünden biri bozulduğu takdirde tam olmayan cinas meydana gelir.
وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍ : Arkadan çekiştirmeyi,yüze karşı eğlenmeyi ve (başkalarını) ayıplamayı adet edinen herkesin vay haline! Bu ayeti kerimede cinas هُمَزَةٍ لُمَزَةٍ kelimeleri arasındadır.
فأما اليتيم فلا تقهر وأما السائل فلا تنهر : Yetime gelince sakın onu üzme. Yoksula gelince, sakın onu azarlama.Bu ayeti kerimede cinas تقهر – تنهر kelimeleri arasındadır.
وإنه علي ذلك لشهيدٌ وإنه لِحُبِّ الخير لشديدٌ : Şüphesiz buna kendisi de şahittir, ve o,mal sevgisine de aşırı derecede düşkündür. Bu ayeti kerimede cinas شهيد – شديد  kelimeleri arasındadır.

İKTİBAS الاقتباس
    Bir şair veya nasirin ifadeyi süsleyip manayı kuvvetlendirmek maksadıyla ayet ve hadislerden bir kısmını,ayet ve hadis olduğuna işaret etmemek şartıyla almasıdır. Kafiye ve vezin zaruretine binaen iktibas edilen metni biraz değiştirmek caizdir.Bu sanat icra edilirken dini ve edebi esaslara dikkat edilmelidir.Dinen yasaklanmış işlerin yapılmasında veya şakalaşma gayesiyle iktibasa başvurulmamalıdır.
لاَ تَغُرَّنّك من الظَّلمَة كَثْرةُ الجُيوشِ والأنصار * إنما نُؤخِّرُهم ليومٍ تَشْخص فيه الأبصارُ : Zalimlerin ordularının ve yardımcılarının çokluğu seni aldatmasın;çünkü biz,onları (cezalandırmayı),kokudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyoruz.

SECİ السجع
    Nesirde, iki fasılanın son harflerinin bir birinin aynı olmasıdır. Nesirde seci şiirdeki kafiyeye tekabül eder.Edebiyatçıların büyük bir kısmına göre seci,yalnız nesre aittir.
اللهم أعْط منفقا خلفا * وأعط مُمْسِكا تلفا : Allah’ım (senin yolunda)malını harcayan kimseye,(harcanan malın) yerini doldurmayı; harcamayan kimsenin malına da yok olmayı nasib eyle.Buhari zekat 27 Bu hadiste خلفا – تلفا kelimelerinde seci vardır.
الحُرُّ إذا وعد وَفي * وإذا أَعان كَفي * وإذا مَلك عَفي  : Hür kimse,söz verdiği zaman, (sözünü) yerine getirir, yardım ettiğinde (onun yardımı) yeter,( düşmanını ) ele geçirdiğinde affeder.
المحسنات المعنوية  MANA İLE İLGİLİ SÜSLEME SANATLARI
TEVRİYE التورية
    Biri yakın olup sözden ilk anda anlaşılan fakat kastedilmeyen,diğeri de uzak olmak üzere iki manası bulunan bir lafzı zikredip bir nükteden dolayı uzak manasını kastederek o lafzı uzak manasında kullanmaya tevriye denilir.Tevriyede kastedilen manaya gizli bir karine ile intikal edilir.
أَصُونُ أَدِيمَ وَجْهِي عَنْ أُناسٍ    *    لِقاءُ الْمَوْتِ عندهم الأديبُ 
وَ رَبُّ الشِّعْرِ عندهم بَغيضٌ    *       وَلوْ وَافي به لَهُم ْحَبِيب 
   Edebiyatçı ile karşılaşmak,kendilerince ölümle karşılaşmak gibi olan ve söyleyeni Habib (Habib b.Evs) olsa bile, şiir söyleyenden hoşlanmayan insanlardan yüzümün suyunu koruyorum. Bu beyitteki حبيب kelimesinin yakın manası dost,sevgilidir.Uzak manası ise  Habib b.Evs adındaki şairdir.Burada bu kelimenin uzak manası kastedilerek tevriye yapılmıştır. بغيض buğuz edilendir kelimesi ile sanki حبيب kelimesine yakın manası verileceği zannettirilir.

TIBAK الطباق
     Hakikat olsun,mecaz olsun iki zıt manayı bir arada zikretmeye Tıbak denir.Tıbak ikiye ayrılır: Tıbakı icab ve Tıbakı selb
Tıbak-ı icab (Olumlu Tıbak): Biri olumlu,diğeri olumsuz olmamak şartıyla birbirine zıt manaları ifade eden iki lafzın bir arada zikredilmesine tıbakı icab denir.
الحياةُ اما سِلْمٌ و إما حربٌ : Hayat,ya barıştır veya savaştır.
و تَحْسَبُهم أيقاظا و هُمْ رُقودٌ : Uykuda oldukları halde,sen onları uyanık sanırsın.
أولئك الذين اشتروا الضلالة بالهدي : İşte onlar o kimselerdir ki,hidayet karşılığında sapıklığı satın aldılar.Bu ayette الضلالة ve الهدي kelimeleri arasında tıbakı icab vardır.
واللهُ يَعلمُ المُفْسِدَ من المُصْلِح : Allah,bozguncuyla ıslah ediciyi bilir.Bu ayette  المُفْسِدَve  المُصْلِح  kelimeleri arasında tıbakı icab vardır.
Tıbakü’s selb : Aynı cinsten iki kelimenin bir defa olumlu,bir defa da olumsuz olarak veya aynı kelimenin bir defa olumlu,bir defa da olumsuz olarak bir arada zikredilmesine tıbakı selb denir.
قل هل يستوي الذين يعلمون والذين لا يعلمون : De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?Bu ayette يعلمون ve لا يعلمون kelimeleri arasında tıbakı selb vardır.
والله يعلم وانتم لا تعلمون : Allah bilir,siz bilemezsiniz.Bu ayette يعلم ve لا تعلمون kelimelerinde vardır.

MUKABELE المقابلة
    Önce iki veya daha fazla manayı bir araya getirmek,sonra sırasıyla bunların karşılıklarını zikretmektir.
إنكم لَتَكْثُرون عند الفَزَع ، و تَقِلّون عند الطّمَع : Efendimiz s.a.v Ensar’a seslenerek şöyle buyurmuştur: Şüphesiz ki sizler korku (savaş) anında çoğalır,tamah (mala karşı olan hırs) zamanında azalırsınız.Burada önce لَتَكْثُرون عند الفَزَع çoğalmak ve korku zikredilmiştir.Sonra bu kelimelerin zıddı sırasıyla تَقِلّون عند الطّمَع azalma ve taham zikredilmiştir.
تَأمُرون بِالمعروف و تَنْهَون عن المنكر : Siz iyiliği emreder,kötülükten men edersiniz.Önceتأمُرون بِالمعروف emretmek ve iyilik zikredilmiş sonra da bunların zıddı olan  تَنْهَون عن المنكر   men etme ve kötülük zikredilmiştir.

HÜSNÜ’T TA’LİL حسن التعليل
    İfadeye letafet vermek ve süslemek maksadıyla,bir hususu,hayali bir sebebe dayandırarak, hakiki sebebine aykırı bir sebeple vasıflandırma sanatıdır.Ancak bu husus ile ,hayali sebep arasında bir münasebetin bulunması şarttır.
وما كُلْفَةُ البَدْرِ المُنِيرِ قَديمَةً * و لكنها في وجْهِه أَثَرُ اللطْمِ : Işık saçan dolunayın yüzünde bulunan leke,eski ve tabii değildir;ancak o leke, onun yüzünde patlayan bir tokatın izidir.Şair bu beytinde Ayın yüzündeki lekenin oluşmasına,gerçek sebebin dışında hayali bir sebep zikretmiştir.O da mersiyeye konu olan kişinin ölümüne çok üzülen ayın,ağlarken kendi yüzüne vurmasıdır.
أما ذُكاءُ فلم تَصْفَرَّ إذْ جَنَحَتْ * إلا لِفُرْقَة ذاك المَنْظَرِ الحَسَنِ : Güneşe gelince o,batmaya yüz tuttuğunda sırf o güzel manzaradan ( övülen kimsenin yüzünden) ayrıldığı için sarardı.

تأكيد المدح بيما يشبه الذم
    Birini zemmediyormuş gibi görünerek medh etmektir. Zemme yani yermeye benzeyen övme.Bu iki kısımdır.
1-Olumsuz olan bir zem vasfından,ona dahilmiş gibi farzederek bir medih vasfını ondan istisna ederek zikretmek şeklinde yapılır.(Menfi olan zem sıfatından, medih sıfatını istisna etmektir.
ليس به عيبٌ سِوى انه * لا تَقَعُ العيْنُ علي شبْهِه : Onun hiçbir kusuru yoktur.Yalnız göz,onun benzerini göremez.Şair burada ليس به عيبٌ diyerek övdüğü kişide aybı genel olarak nefyetmekle söze başladı.Sonra istisna edatı olan سِوى lafzını getirdi.İstisna edatını duyan kişi acaba övülen kişide kusur mu var diye düşündü.Ancak şair sözün devamında övmeye devam etti.
2- Bir şeyi bir vasıfla övmek ve bu vasıftan sonra, peşinde ikinci bir övgü vasfı bulunan bir istisna edatı zikretmek suretiyle yapılır.
أنا أَفْصَحُ العَرَبِ بَيْدَ أني مِنْ قُريش : Efendimiz s.a.v buyurmuşlardır ki: Ben,Arapların en fasihiyim; ancak ben Kureyş (kabilesindenim).Efendimiz s.a.v önce kendisini güzel bir sıfat olan fasihlikle övmüştür;ancak peşinden istisna edatı getirince dinleyenler Efendimiz s.a.v acaba kötü bir sıfat mı zikredecek diye endişelenmişlerdir.Ancak Efendimiz s.a.v istisna edatının peşinden de övülecek bir kelime söylemiş ve ben Kureyş kabilesindenim buyurmuştur.
  
تأكيد الذم بيما يشبه المدح
     Bu diğerinde olduğu gibi iki kısma ayrılır:
لا خيرَ فيهم إلا أنهم يَجْبُنون عَن الحَقِّ : Onlarda hiçbir hayır yoktur;ancak onlar haktan korkuyorlar.
القومُ شِحاحٌ إلا أنهم جُبَناء : Kavim cimridir;ancak onlar korkaktırlar.

ÜSLÜBÜL HAKİM أسلوب الحكيم
    Muhatabın veya soru soran kimsenin,beklemediği bir cevap ile karşılanmasıdır.İki kısma ayrılır.
a) Soru soran kimsenin sorusunu bırakıp,beklediği şeyin dışında,sorduğu sorunun dışında başka bir şeyle cevap verilmesidir.Yani sözü, muhatabın gayesine aykırı bir şekilde yorumlamaktır.Bunun sebebi ise,mütekellimin söylediği sözün maksada daha uygun olduğunu veya verilen cevabın muhatabın durumuna daha uygun ya da muhatab için daha önemli olduğunu vurgulamaktır.
قال ثَقَّلْتُ إذ أَتَيْتُ مِرارًا   *     قلتُ ثقّلْتَ كاهِلي بالأَيادِي
قال طوَّلْتُ قلت أَوْلَيْتَ طَوْلًا  *  قال أَبْرَمْتُ قلُت حَبْلَ وِدَادِي : Defalarca geldiğim için size yük oldum dedi. Ben dedim ki: Sen yaptığın iyiliklerle omzuma yük oldun.O (sizde)kalmayı uzatarak sizi usandırdım,dedi.Ben ona dedim ki: Bana lütufta bulundun.O usandırdım dedi.Ben ona; dosluk bağlarını sağlamlaştırdın,dedim.
b) Sorulan soruyu,duruma uygun olan diğer bir soru yerine koymak ve bu şekilde cevaplandırmak suretiyle yapılır.  يَسْألُونَكَ عَنْ الأهِلَّةِ قل هي مَواقيتُ للناسِ و الْحَجِّ : Sana yeni doğan hilal şeklindeki ayları sorarlar.De ki;Onlar,insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir.Bir sahabi Efendimiz s.a.v e hilalin önce ince görünüp,sonra yavaş yavaş büyüyüp dolunay şekline girmesinin ve sonra yine tedricen küçülerek ilk şekline dönmesinin sebebini sordu.Bu sorunun cevabında,ayın değişme sebeplerinin hikmeti belirtildi.Çünkü bu hikmetler,soru soran kimse için daha mühim şeyler idi.Böylece ashabın hilalin değişme sebeplerini sorması, değişme hikmetlerini sormaları gibi kabul edildi.