Popüler Yayınlar
-
TEFSİR TARİHİ VE ÇEŞİTLERİ ÖZET مَنْ قال في القرآنِ بِغَيْرِ عِلْمٍ فَلْيَتَبَوَّاْ مَقْعَدَه مِنَ النَّارِ Kur’an hakk...
-
EL BELAĞATUL VADIHA البلاغة الواضحة Hazırlayan Nuri İLKATMIŞ Kıymetli Arkad...
-
İSLAMİYETTEN ÖNCE ARABİSTAN Soru 1-Peygamberimiz nerede doğdu: Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde,Mekke şehrinde doğdu. 2-Araplar nas...
-
Arkadaşlar.Kur'an eğitimi elif ba öğrenmek ile başlar.Harflari tanıyınca gerisi çok kolaydır.Bu videoda hafıza teknikleri ile dal harf...
-
BAZI TEMEL HADİS ISTILAHLARI HADİS: 1- Peygamber Efendimizin söz, fiil ve takrirlerinin sözlü ifadesidir. 2- Peygamberimize izafe...
-
Anlatmayacağım artık martılara içimde kopan fırtınaları Ruhuma yağan sağanak yağmurları... Mazinin tozlu raflarında bana seslenen ...
-
Fıkıhla ilgili 71 farklı soru cevaplandırılmıştır. Kaynak olarak Zekiyyüddin Şa’ban ve Hallaf kullanılmıştır. Eksik ve kusurlarımız varsa ...
-
İÇİNDEKİLER 1. İsnad ve çeşitleri hakkında bilgi veriniz. 2. Hadis Tahammül Yolları Nelerdir? ( Hadis öğrenim ve öğretim yolları) 3. ...
19 Mart 2018 Pazartesi
18 Mart 2018 Pazar
EL BELAĞATUL VADIHA
EL BELAĞATUL VADIHA
البلاغة
الواضحة
Hazırlayan
Nuri İLKATMIŞ
Kıymetli Arkadaşlarım! Bu çalışmamız belağat ilmini okumuş olup tekrar edip hatırlamak isteyenler için hazırlanmıştır. Şiirler kısaca yazılıp konu önceden okunduğu için detaylıca anlatılmayacaktır. Eğer detaylı bilgi isteyen olursa Nusret Bölelli hocanın Belağat kitabını almalarını tavsiye ederim. O kitabında hoca el-belâğatu'l-vâdıha adlı eserdeki şiirleri veriyor ve güzel de izahta bulunuyor. Bu özet çalışmamızdan istifade etmeniz dileğiyle.
BELAĞATUL VAZIHA
Fesahat: Sözlükte açık olmak demektir.Istılahta, sözün ses ve
mana kusurlarından arınmış olması demektir. Fasih söz,manası kolay
anlaşılan,rahat telaffuz edilen,dizimi mükemmel olan sözdür.
Fesahat
kelimede,kelamda, mütekellimde bulunur.
Kelimenin
Fesahatı: Tenafuru huruftan غدائِرُه مُسْتَشْزِرات Muhalefetül Kıyastan الحمدُ
للهِ علي لاَجْلَلِ Garabetten : ما لكم تَكَاْ كَاْتُم Kerahetten uzak olmasıdır.
Kelamın
Fesahatı: Tenafurul kelimattan ( Bazı kelimelerin yan yana gelmesi ile
sözün kulağı rahatsız etmesi ve dile ağır gelmesi وقبر حرب بمكان قفر
Atıfsız
fiillerin art arda gelmesinden عَلِّ سَلِّ أَعِدْ زِدْ هَشَّ بَشَّ
Da’fı
Te’liften (Bir sözün meşhur olan nahiv kurallarına aykırı olmasından) ضرب غلامُهُ زيْدًا
جَزَي رَبُّهُ عَنِّي عَدِىَّ بْنَ حاتَمٍ
Ta’kıdi
Lafziden (Lafızların bir birinden ayrılması,te’hir takdim suretiyle kast olunan
mananın anlaşılmaması) ما قرأ محمدٌ مع أخِيه الا كتابا واحدا – ما قرأ
الا واجدا محمد مع كتابا اخيه
Ta’kıdi
Maneviden ( Kendisinden ne kast edildiği anlaşılmayan mecaz ve kinaye
kullanmak, kelimeyi toplumun kullandığı mananın dışında kullanmak) نشر الملِكُ السنَتَهُ في المدينًتِ Kral dillerini
(casuslarını) şehre yaydı. عيونه demesi lazımdı.
Zincirleme
isim tamlamasının olması: حَمامَةَ جَرْعا حَوْمَةِ الجَنْدَلِ اسْجَعِي ey taşı çok kumluk
arazinin güvercini öt.
Mütekellimin Fesahatı: Hangi maksatla olursa olsun,
mütekellimin meramını fasih bir sözle açıklayabilme kabiliyetidir.
BELAĞAT: Sözlükte varmak, hedefe ulaşmak manasına
gelir.Istılahta,doğru bir manayı kendisine uygun olan üstün ifadelerle
anlatmaktır.Belağat hem sözün hem de mütekellimin vasfı olarak kullanılır.
Kelamın Belağatı: Bir sözün hem fasih olması,hem de durumun
gereğine(muktezayı hale) uygun olamasıdır.Yani yerinde,yeterince ve adamına
göre söz söylemektir.
Mütekellimin Belağatı: Hangi gaye ile olursa olsun mütekellimin
meramını muktezayı hale uygun beliğ bir kelamla açıklayabilme kabiliyetidir.
Tenafur zevk ile,kıyasa muhalefet sarf ilmiyle, Da’fı te’lif ve lafzı
ta’kıd nahiv ile, garabet Arapçayı çok iyi bilmekle, manevi ta’kid ise beyan
ilmiyle bilinir.
USLÜB: Sözden kastedilen gayeyi elde etmeye en yakın olan ve
dinleyiciler üzerinde en etkili olan bir tarzda dizilen kelimelere,dökülen
manaya uslüb denir.Yerine ve zamanına göre yapılan değişik konuşma şekillerine
veya yazı ile ifade edilen manalara uslüb denir.
Uslüb üçe ayrılır. İlmi uslüb,edebi uslüb,hitabi uslüb
İlmi uslüb: En sakin, sağlam
düşünceye en fazla ihtiyacı olan, şiire ait hayalden en uzak olan uslübtur.
Edebi Uslüb: Edebiyatçıların şiirde kullandığı uslübtur. Üstün
hayal,ince tasvir,teşbih bu uslübtaki güzellliğin kaynağıdır.
Hitabi Uslüb: Güzellik,açıklık,eş anlamlı kelimelerin ve
tekrarlamaların çok olması özelliklerine sahiptir.Darbı meseller kullanılır.
BEYAN: Bir manayı farklı söz ve usullerle anlatmayı
öğreten,belirli usul ve kuralları olan bir ilimdir.
TEŞBİH: Belirli bir maksat için bir edat ile aralarındaki ortak
nitelikten dolayı bir şeyi başka bir şeye benzetmektir. العلمُ
كالنورِ في الهداية ilim müşebbeh, nur müşeb.bih, hidayet
vechü şebehtir.
Teşbih üç bölümde incelenir.
1-Teşbihin unsurları (öğeleri) 2-Teşbihin kısımları 3-Teşbihin
gayeleri
1-Teşbihin Unsurları (Erkanüt teşbih)= 4 tanedir.
a)Müşebbeh
(benzetilen) b) Müşebbeh bih (
kendisine benzetilen) Bu ikisine teşbihin iki tarafı denir.
c)Vechü şebeh (benzetme yönü)=Müşebbeh ile m.bihin ortak vasfıdır.
d)Teşbih edatı: كَ – كَاَنَّ – مِثْل – شَبِيه
- يُماثِل -
يُناظِر
ك ve مثل den sonra müşebbehün bih gelir. كأن
ve fiillerle yapılan teşbihte bunlardan sonra müşebbeh gelir.
انتَ كا الشمس في الضِّياء وان جاوزْت كَيْوانَ في عُلُوِّ المَكانِ
2-Teşbihin Kısımları :
a)Teşbihi Mürsel : Teşbih
edatı zikredilirse
b)Teşbihi Müekked: Teşbih edatı hazfedilirse
c)Teşbihi Mücmel : Vechi şebeh
hazfedilirse
d)Teşbihi Mufassla : Vechi şebeh zikredilirse
e)Teşbihi Beliğ : Teşbih
edatı ve veçhi şebeh hazfedilen teşbihe denir.
اَيْنَ اَزْمَعْتَ اَيُّهَذا الهُمامُ – نَحنُ نَبْتُ الرُّبا وانت
الغَمامُ Teşbihi beliğe örnek : Ey himmetli zat sen nereye gitmeyi
kastediyorsun. Biz yüksek arazinin bitkileri sen de çiğ gibisin.
كأن الشمسَ المُنيرَةَ دينارٌ – جَلَتْهُ حَدائِدُ الضَّرَّابِ Teşbih mücmel ve mürseldir: Parlayan
güneş,sanki para basan darphanecinin çekiçlerinin parlattığı altın paradır.
TEMSİLİ TEŞBİH: Teşbihler veçhi şebeh yönü itibariyle temsili
ve gayri temsili teşbih olmak üzere iki kısma ayrılır.
Temsili Teşbih: Vechi şebeh değişik birkaç unsurdan meydana gelen
hayali bir şekil ise temsili teşbih denir. الثُّرَيَّا
كَعُنْقودِ العِنَبِ المُنَوَّرِ : Ülker yıldızı, parlayan üzüm salkımı
gibidir. Bu misalde ülker yıldızı, görünüşü ve parlaklığı itibariyle, parlayan
üzüm salkımına benzetilmiştir.
والماءُ يَفْصِلُ بَيْنَ رَوْضٍ – الزَّهْرِ في الشَّطَّيْنِ فَصْلا
كَبِساطِ وَشْيٍ جَرَّدَتْ – اَيْدي الْقُيونِ عَليْهِ نَصْلا : İki çimen arasında akan su, gül
bahçesini öyle bir birinden ayırıyor ki sanki silah yapan kimse, elleriyle
kılıcı çekerek onun nakışlı ipek halısı üzerine bırakmış (ve onu görünüşte iki
kısma ayırmıştır.) Şair burada gördüğü bir şeyi yani su kanalının durumunu hayal
ettiği bir şeye benzetmiştir.
TEŞBİHİ ZIMNİ: Müşebbeh ve Müşebbeh bih bilinen şekillerden
herhangi bir şekle konmadan, bilakis cümlede o ikisine üstü kapalı olarak
işaret edilerek yapılan teşbihtir. Maksat müşebbehe isnat edilen şeyin mümkün
olduğunu ifade etmektir.
لاَ تُنْكِرِي عَطَلَ الكَريمِ من الغِنَي – فا السَّيْلُ حَرْبٌ
للمَكانِ العَالِي = Cömert adamın zengin olmamasını
yadırgama! (Bu hayret hayret verici bir şey değildir.)Çünkü sel suyu,dağ
tepeleriyle savaşır(yani orada durmaz).Şair hanımına,cömert kimsenin zengin
olmamasını yadırgama demiş nedenini açıkça ifade etmemiş bilakis bağımsız bir
cümle söylemiş ve bu manayı o cümlede üstü kapalı bir delil şeklinde
söylemiştir.Ayrıca böyle bir şeyin olmasının mümkün olduğunu da ifade
etmiştir.(Dağ başları yerin en değerli ve en kıymetli kısmı olduğu halde sel suyu orada durmaz.)
TEŞBİHİN GAYELERİ (اغراض التشبيه)=
a)Müşebbehe isnad olunan şeyin mümkün olduğunu açıklamak.
فَاِنْ تَفُقْ الاَنامَ وانْتَ مِنهُمْ – فَاِنَّ المِسْكَ بَعْضُ
دَمِ الغَزالِ =Sen insanlardan olduğun halde onlardan üstün isen,(bu
şaşılacak bir şey değildir.)Çünkü misk de ceylan kanının bir kısmıdır.(ve onun
diğer unsurlarından üstündür.)
b)Müşebbehin durumunu belirtmek:
كأنك شمسٌ والملوكَ كَواكِبُ – اذا طلعَتْ لم يَبْدُ مِنْهُنَّ
كَوْكَبُ =Sanki sen (yücelik ve üstünlük bakımından) güneş gibisin.Diğer
melikler de yıldızlar hükmündedirler.Güneş doğduğunda ortalıkta hiçbir yıldız
görünmez.(Bunun gibi senin yanında da onların şanı yücelmez.)
c)Müşebbehin durumunun miktarını ortaya koymak: Teşbih
yapılmadan önce müşebbehin taşıdığı nitelik hakkında az bilgi vardır.Teşbih
yapılarak onun bu niteliğinin miktarı belirtilir.
مَا قوبِلَتْ عَيْناهُ اِلاظُنَّتا – تَحْت الدُّجَي نارَ الفَريقِ
حُلولا =(Karanlıkta) Arslanın gözleri ile karşılaşıldığı zaman, o
gözler (karanlıklarda) bir yerde oturup ateş yakan topluluğun ateşi oldukları
zannedilir. (Aslanın gözleri o ateş gibi kıpkırmızı olup parlar)
d)Müşebbehin durumunu zihne yerleştirmek=Müşebbehe isnad edilen
şeyi misal ile ispat etmeye ve açıklamaya ihtiyaç duyulduğu zaman yapılır.Müşebbeh
manevi bir şey olduğunda bu nevi bir teşbih yapılır.
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لاَ
يَسْتَجِيبُونَ لَهُم بِشَيْءٍ إِلاَّ كَبَاسِطِ
كَفَّيْهِ إِلَى الْمَاء لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِهِ وَمَا دُعَاء
الْكَافِرِينَ إِلاَّ فِي ضَلاَلٍ
Gerçek dua O'nadır. O'nun
dışında yalvarıp durdukları ise onlara hiçbir şeyle cevap veremezler. Onlar
olsa olsa ağzına su gelsin diye iki avucunu açana benzer ki, o, ona gelmez.
Kâfirlerin duası hep bir sapıklık içindedir.
e)Müşebbehi
süslemek ve rağbet edilmesini sağlamak üzere durumunu güzelleştirmek.
= (Asılan şahsın görüntüsü tasvir etmek için)مَدَدْتَ
يَدَيْكَ نَحْوَهُم اِحْتِفاءً – كَمَدِّهِما اليهم بِالْهِباتِ
Sen bol ikramda bulunmak üzere ellerini onlara doğru
uzatmışsın.(Tıpkı)Yaptığın bağışlarla ellerini onlara doğru uzattığın gibi.
f)Sevilmemesini ve rağbet edilmemesini sağlamak üzere müşebbehi
çirkin göstermek (kötülemek) = وَتَفْتَحُ-لَاكانَتْ-فَمًا لَوْ
رَأَيْتَهُ - تَوَهَّمْتَهُ بابًا مِن النارِ يُفْتَحُ
=O,olmaz olaydı,öyle bir ağzını açıyor ki; eğer sen onun ağzını
görseydin,cehennemden açılan bir kapı zannederdin.
TEŞBİHİ MAKLÜB:
Benzetme yönünün müşebbehte,müşebbehi bihtekinden daha kuvvetli ve
daha belirgin olduğunu iddia ederek müşebbehi,müşebbehi bih haline getirerek
yapılan teşbihtir.
وبَدا الصَّباحُ كأن غُرَّتَهُ
- وَجْهُ الخَليفَةِ حِينَ بُمْتَدَحُ =Sabah oldu.Onun ilk
ışıkları,övüldüğünde halifenin (parlak) yüzüne benziyor. Bu şiirde şair,sabahın
ışıklarını, övüldüğünde gülümseyen halifenin yüzüne benzetiyor.
HAKİKAT VE MECAZ:
Hakikat: Lafzın konulduğu manada kullanılmasına hakikat
denir.Kalem,kitap vs.esas manalarında kullanıldıkları zaman bu kullanıma
hakikat denir.Kalemle yazı yazdım.
Mecazı Lugavi:Hakiki ve mecazi mana arasında bir alaka olduğunu
ve hakiki manayı kast etmeye engel olan bir karine bulunduğu için vaz edildiği
manadan ayrı bir manaya kullanılan kelimeye Mecazi Lugavi denir.
Hakiki mana ile mecazi mana arasındaki alaka, bazen benzeme bazen de
başka bir şey olabilir.
Karine: Yani maksadı gösteren alamet,bazen lafzi,bazen de hali
dir.Yani durumdan anlaşılır.
Alaka: Hakiki mana ile mecazi mana arasındaki münasebettir.
فلانٌ يَتَكَلَّمُ باالدُّرَرِ :Falan adam incilerle
konuşuyor.الدرر kelimesi asıl manasından çıkmış ve
aralarındaki güzellik ilişkisinden dolayı fasih kelimeler manasında
kullanılmıştır.
اذا العيْنُ راحَتْ وَهْيَ عَيْنٌ عَليَ الجَوَي – فليس بِسِرٍّ ما
تُسِرُّ الاَضالِعُ :Bir (kişinin) gözü,üzüntüyü ve gammı gözetleyerek (casusluk
yaparsa),kalbin gizlediği şey,artık (ona)sır değildir.
Bu beyitte birinci عين
kelimesi hakiki manasında kullanılmıştır.İkinci عين
kelimesi ise casus manasında kullanılmıştır. Karine lafzidir عَليَ الجَوَي
. Burada alaka ise cüziyettir.
قامتْ تُظَلِّلُنِي مِنْ الشَّمْس
- نَفْسٌ اَحَبُّ اِلَيَّ من نفْسٍ
– قامَتْ تُظَلِّلُني و مِن عَجَبٍ – شَمْسٌ تُظَلِّلُنِي مِن الشَّمْسِ
Nefsimden daha fazla
sevdiğim biri,kalkmış beni güneşin ışığından gölgelendiriyor.O kalkmış beni
gölgelendiriyor.Hayret bir güneş beni güneşten gölgelendiriyor. شَمْسٌ
تُظَلِّلُنِيşems
mecazdır.Karine تُظَلِّلُنِي kelimesidir.Hakiki ve mecazi mana
arasındaki alaka,parlaklıktır.
İSTİARE (الاستعارة )
Hakiki mana ile mecazi mana
arasındaki benzerlik alakasından dolayı, hakiki manayı kastetmeye engel bir
kariye bulunduğu için, bir kelimenin manasının geçici olarak alınıp başka bir
kelime için kullanılmasıdır. İstiare mecazi lugavidir.İstiare bazen, teşbih
erkanlarından sadece müşebbehi bih zikredilerek yapılır.Mesela:Bir insanın
ilmini övmek için şöyle denir.عليٌّ كالبَحْرِ في الْعلمِ Ali, ilimde deniz
gibidir.Teşbihi beliğ yapmak istersek: عليٌ بَحْرٌ
deriz. Bahrun kelimesini tek alarak cümlede kullanırsak: رايتُ
بحرًا يُعلِّم الناسَ İnsanlara ilim öğreten bir deniz gördüm.
Burada bahr kelimesinde istiare yapılmış olur.
İstiarenin Kısımları:
İstiare,müşebbeh ve m.bih lafızlarının
zikredilip zikredilmemesine göre ikiye ayrılır.
a)İstiareyi
tasrihiyye: Müşebbeh hazfedilip,müşebbehi bihin açıkça zikredildiği istiaredir.
b)İstiareyi
mekniyye: Müşebbehi bih hazfedilip, levazımlarından bir şeyle (kendisi ile
ilgili bir hususla) kendisine işaret edilen istiaredir.Bu istiarede müşebbeh
zikredilir.
Tasrihiyyeye
örnek: İbrahim suresi 1.ayet:
الَر كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ
الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ
بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ
Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları
karanlıklardan aydınlığa, her şeye galip ve övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna
çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
Bu ayette ظلمات -
نور müstearun minh yani
müşebbehü bihtir. ضلال – هُدَيise müstearun leh yani
müşebbehtir.Müşebbeh ve m.bih arasındaki alaka müşabehettir.(Zulümat ile
dalalet her ikisi de doğru yolu şaşırmaya sebep olma hususunda birleştikleri
için,sapıklık karanlığa benzetilmiştir. Bu ayette karine ise haliyyedir.
Mekniyyeye örnek: اِنِّي لَاَرَى رُؤُوسًا قَدْ أَيْنَعَتْ – وَحانَ قِطافُها وَاِنِّي
لَصاحِبُها Haccac, bir konuşmasında: Olgunlaşmış ve
koparma zamanı gelmiş bazı kafalar görüyorum.Muhakkak ki onları koparacak
benim, demiştir.Haccac,adamların başlarını meyvelere benzetmiştir.Aslında bu
söz:
اِنِّي لَأَرَى رُؤوسًا كَالثّمَراتِ قَدْ اَيْنَعَتْ
Ben olgunlaşmış meyveler gibi kafalar görüyorum,şeklindedir. Müşebbehi bih
hazfedildi ve ona kendisi ile ilgili bir şey olan اَيْنَعَتْ
ile (olgunlaştı) işaret edildi.
رب انى وهن العظم منى واشتعل الرأس شيبا : (Zekeriyya as )
dedi ki: Ey Rabbim.Şüphesiz (artık öyle bir durumdayım ki) benim kemiğim
zayıflayıp gevşedi ve başım (ın saçı) bembeyaz alev gibi tutuştu. Bu ayette baş yakıta benzetilmiştir.Sonra
m.bih olan yakıt (وقود) hazfedilmiş ve ona levazımından olan bir şeyle (اشتعل) işaret edilmiştir.Burada m.bih
hazfedildiği için istiareyi mekniyye vardır.
İSTİAREYİ ASLİYYE – İSTİAREYİ TEBEİYYE
İstiare yapılan kelimenin camid olup
olmamasına göre istiare ikiye ayrılır.
1-İstiareyi
asliyye: Kendisinde istiare yapılan kelime camid (türetilmeyen) olan
istiaredir.
اَسَدٌ – قَتْلٌ – بدْرٌ - شَمْسٌ – قلمٌ gibi.
2-İstiareyi
tebeiyye: Kendisinde istiare yapılan kelime müştak,fiil veya edatlarından biri
olan istiaredir. سَكَتَ – جارح – مجروح – مَقْتَلَةٌ – يٌشْرِقُ
– لِ – مِنْ – لَمْ
gibi.
Her istiareyi tebeiyyenin karinesi
mekniyyedir.(Eğer istiare tebeiyye ise karinesine bakılır. Mutlaka karinesinde
istiareyi mekniyye vardır.) Tebeiyye veya karineden herhangi birinde istiare
yapılırsa diğer kelimede istiare yapılması mümkün olmaz.
يَمُجّ ظَلامًا في نَهارٍ لِسانُه
و يُفْهِم عَمّنْ قال ما ليس يُسْمِع
: Mütenebbi kalemi vasfediyor: Onun dili
(kalemin ucu) karanlığı (mürekkebi), gündüze (kağıda) döküyor.Duyulmayan
şeyleri söyleyen kimseninde (yazarın da söylediklerini) devamlı anlatıyor.
İlk önce istiare yapılan kelimeleri tesbit
ediyoruz. ظلاما – نهارا – قَلَمًا
bunların hepsi camid olduğu için buradaki istiare asliyyedir.
Bu beyitte لسانه
kelimesindeki zamirin işaret ettiği şey olan kalem, bir insana benzetilmiştir.
M.bih olan insan hazfedilmiş ve insanın levazımından olan dil ile kendisine
işaret edilmiştir. Buradaki istiare, istiareyi mekniyyeyi asliyedir. Mürekkep
karanlığa benzetilmiştir. Kağıt da gündüze benzetilmiştir.Müşebbeh olan مِداد ve ورق
mürekkep ve kağıt hazfedilmiştir. Müşebbehün bihe delalet eden ظلام ve نهار kelimeleri istiareyi tasrihiyye yolluyla müşebbeh için
kullanılmışlardır. İstiare camid bir kelimede yapıldığı için istiareyi
asliyyedir.
وَلَمّا سَكَتَ عَنْ
مُوسَى الْغَضَبُ أَخَذَ الْأَلْوَاحَ : Musa (a.s) ‘ın
öfkesi geçince levhaları aldı.
Bu
ayeti celileye bakınca öfke susmaz.Öfke diner,sakinleşir.سكت
müştak bir kelime olduğu için buradaki istiare, istiareyi tebeiyyedir. سكت
nin karinesine bakarız.Karinesi الغضب kelimesidir. Karinede
mekniyye vardır kaidesi gereği الغضب ya bakarız. Gadab
susmaz susan ancak insan olur. الغضب
kelimesi insana benzetilmiştir.Müşebbehün bih olan insan hazfedilmiş ve
kendisinin levazımından olan سكت ile kendisine işaret edilmiştir. Dolayısıyla الغضب
kelimesinde istiareyi mekniyye vardır.
Ayrıca الغضب
öfke susmayacağı için الغضب gadabın dinmesi ( انتهاءُ
الْغضبِ) sukuta سكوت benzetilmiştir.Yani سكت müşebbehün bih انتهى
müşebbehtir.Sonra müşebbeh hazfedilip
m.bih zikredildiği için buradaki istiare, istiareyi tasrihiyye
olur.Müştak bir kelimede istiare yapıldığı için de tebeiyye olur.
Tebeiyye veya karineden
herhangi birinde istiare yapılırsa diğer kelimede istiare yapılması mümkün
olmaz demiştik. Burada tebeiyye dediğimiz yerde istiare yaparsak (yani سكت müşebbehün bih انتهى müşebbehtir.Sonra müşebbeh hazfedilip m.bih zikredildiği için buradaki istiare,
istiareyi tasrihiyye olur dersek) karine olan الغضب
da istiare yapmamız mümkün olmaz. Yani o zaman gadab hakiki manasında
kullanılmış olur.
Eğer الغضب
da istiare yaparsak o zaman da سكت hakiki manasında
kullanılmış olacağı için bu kez de سكت kelimesinde istiare
yapamayız.Yani tebeiyyede istiare yapılırsa karinede yapılması imkansız
olur.Eğer karinede istiare yapılırsa tebeiyyede yapılması imkansız olur.
İSTİAREYİ MÜRAŞŞAHA,MÜCERREDE,MUTLAKA
İstiareyi müraşşaha:
İçinde, müşebbehün bihle ilgili unsurlardan biri(mülaimi) zikredilen
istiaredir.
İstiareyi mücerrede: İçinde,müşebbehin
mülaimi (münasib unsuru) zikredilen istiaredir.
İstiareyi mutlaka: İçinde
müşebbehün bih ve müşebbehle ilgili hiçbir mülaim yani ilgili unsur
zikredilmeyen istiaredir. Veya içinde terşih ve tecridin her ikisi de bulunan
istiaredir.
* İstiare tamamlanmadan yani lafzi veya
hali karine zikredilmeden müraşşaha veya mücerrede aranmaz.Öncelikle karine
bulunur.Daha sonra hangi kısıma girdiği tespit edilir.Yani istiareyi
tasrihiyyenin karinesine mücerrede ve mekniyyenin karinesine de müraşşaha
denilmez.
أولئك الذين اِشْتَرَوُا الضّلالَةَ بالهُدى فما رَبِحَتْ تِجارتُهم : İşte onlar, hidayete karşılık delaleti satın
alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazanmamıştır. Bu ayeti celilede اِشْتِراء satın alma kelimesi gerçek anlamında kullanılmamıştır.Gerçek
anlamında kullanılmamasına mani karine الضلالة
kelimesidir. Çünkü delalet satın alınmaz.Öyle ise اِشْتَرَوا
kelimesi burada اِخْتارُوا kelimesi yerine kullanılmıştır. Yani اِشْتَرَوا müşebbeh bih, اِخْتارُوا
ise müşebbehtir. Ayette müşebbehün bihin mülaimi olan yani müşebbehün bihin
ilgili unsuru olan رَبِحَتْ ve تِجارة kelimeleri zikredilmiştir.Yani buradaki
istiare müraşşahadır.
يُؤَدّون التّحِيّةَ مِن بَعيد
الى قَمَرٍ مِنَ الْاِيوان بادِ : Onlar,(sarayın)balkonundan görülen bir aya,uzaktan
selam veriyorlar. Bu misalde قَمَرٍ kelimesi gerçek manasında
kullanılmamıştır. Gerçek anlamında kullanılmamasına mani karine يُؤَدّون
التّحِيّةَ selam veriyorlar ibaresidir.Aya insanlar selam
vermezler. Öyle ise قَمَرٍ m.bihtir.Kral ise müşebbehtir.Karineyi
bulduktan sonra mülayime
bakıyoruz. مِنَ الْاِيوان بادِbalkondan görülen ibaresi müşebbehin
mülaimidir.Çünkü kral balkona çıkar.Ay balkona çıkamaz.Bu sebeple bu müşebbehin
mülaimi olduğu için bu istiare mücerrededir.
اِنّا لَمّا طَغَى الماءُ حَمَلْناكُم فى الجارِيَة
:Biz,tufan kopup sular azdığı (kabardığı) zaman,sizi gemide biz taşıdık. Bu طَغَى kelimesi gerçek manasında
kullanılmamıştır. Gerçek anlamında kullanılmamasına mani karine الماءُ lafzıdır.Çünkü su azmaz.Su kabardığı zaman
denilmek istenmiştir. Bu ayeti celilede müşebbeh ve müşebbehi bih ile ilgili
bir karine zikredilmediği için bu istiareye istiareyi mutlaka denilir.
İSTİAREYİ TEMSİLİYYE
Asli manayı
kasdetmeye engel olan bir karineyle birlikte aralarındaki müşabehetten
(benzerlikten) dolayı asli manası dışında bir manaya kullanılan terkiptir.Buna
mürekkep istiare de denir.Gizli iş yapan adam hakkında ‘’saman altından su
yürütüyor’’ haddinden fazla harcama yapan adama ‘’ayağını yorganına göre uzat’’
tabirlerinin kullanılması gibi.
عاد السيفُ الي قِرابِه – وحَلّ اليْثُ مَنيعَ غابِه:
Gurbette,Zor ve ağır işlerde çalıştıktan sonra vatanına dönen kimseye veya
seferden dönen mücahide bu söz söylenir.Kılıç kınına döndü.Aslan ormandaki
inine girdi. Burada karine haliyyedir.Alaka ise müşabehettir.
وَمَنْ يك ذا فَمٍ مُرٍّ مَريضٍ – يَجِدْ مُرًّا بِه الماءَ الزُلالا : Edebi zevkten mahrum olan,edebiyat anlayışı zayıf
olan, kendi edebi zevki kusurlu olduğu halde şiirde kusur arayan kimseye bu
sözü Mütenebbi söylemiştir. Kimin ağzı rahatsız ve ağzının tadı acı ise,bu
sebeple o tatlı suyu da acı bulur. Burada karine haliyyedir.Alaka ise
müşabehettir.
قَطَعَتْ جَهيزَةُ قَوْلَ كُلِّ خَطيبٍ :Problemi halleden
bir sözü söyleyene bu söz söylenir. Cehize (ismindeki bir cariye), bütün
hatiplerin sözünü kesti.
MECAZI MÜRSEL
Hakiki mananın
kastedilmesine mani olan bir karineyle birlikte (lafzi veya hali bir karine),
müşabehetin dışındaki bir alakayla birlikte asli manası dışında kullanılan
kelimedir. Mecazi Mürselin alakaları yani kelimenin hakiki manası ile mecazi
manası arasındaki alakalar şunlardır:
Sebebiyyet,müsebbebiyyet,cüziyyet,külliyyet, itibar-u ma kan , itibar-u ma
yekun,mahalliyyet, halliyyet
1-Sebebiyyet alakası: Sebebi söyleyip müsebbebi kastetmek
suretiyle yapılır.Bu alakaya zikri sebep iradeyi müsebbeb de denir.
رَعَتْ الماشِيَةُ الغَيْثَ :
Sürü yağmuru (yani bitkileri ) otladı. Bu misalde الغَيْثَ
yağmur lafzı ile bitkiler kastedilir.Çünkü yağmur bitkilerin yeşermesine sebep
olur.Karine رَعَتْibaresidir.
2-Müsebbebiyyet alakası:Bir şeyin sonucunu (müsebbebini)
söyleyip sebebini kastetmektir ki buna zikri sebep iradeyi müsebbeb de denir.
ويُنَزِّل لَكُمْ مِن السّماءِ رِزْقًا : O sizin için gökten
bir rızık indirir.Bu ayeti celilede Hz.Allah,rızkı zikretmiş yağmuru
kastetmiştir.Çünkü su rızıkların sebebidir.Alaka müsebbebiyettir.Yani müsebbebi
(neticeyi) söyleyip sebebi kastetme türündendir. اَمْطَرَتْ السّمَاءُ
نَباتًا :Gök,bitki yağdırdı.Yani gök bitkilerin yeşermesine sebep olan
yağmuru yağdırdı demektir.
3-Cüziyyet: Bir bütünün, bir parçasını zikredip tümünü
kastetmektir.Buna zikri cüz iradeyi kül de denir. الاسلامُ يَحُثُ عَلى
تَحْرير الرِّقابِ : İslam,köleleri azat etmeyi teşvik
ediyor.Bu cümlede mecazı Mürsel yoluyla الرِّقابِ
boyunlar lafzı zikredilmiş ve kölelerin vücutlarının tamamı için
kullanılmıştır.Hakiki mana ile mecazi mana arasındaki alaka cüziyyettir.
من قام رمضان ايمانا و احتسابا غفر له ما تقدم من ذنبه
:Buharide geçen bu hadiste قام ayağa kalktı kıyama durdu lafzından maksat namazın tamamını
kılmaktır.Namazın bir cüzü olan kıyam zikredilmiş ancak namazın tamamı
kastedilmiştir.
4-Külliyet: Bir şeyin bütününü zikredip bir parçasını
kastetmektir ki,buna zikri kül iradeyi cüz de denir. أَكَلْتُ نَباتَ
الاَرْضِ:Yerin bitkilerini yedim.Bir kimse yeryüzünde biten tüm
bitkileri yiyemez.Yani bir kısmını yedim demek istiyor. شَرِبْتُ
ماءَ النِّيلِ :Nil’in suyunu içtim.Yani
bir kısım suyunu içtim. Nuh suresi 7.ayette وَاِنىِّ كُلّما
دَعَوْتُهُم لِتَغْفر لَهم جَعَلوا أَصابِعَهم فِى آذانِهم :Gerçekten de (imana gelmeleri ve böylece)
günahlarını bağışlaman için,onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını
kulaklarına tıkadılar…Bu ayetteki parmaklardan maksat parmak uçlarıdır.Hakiki
mana ile mecazi mana arasındaki alaka zikri küll irade-i cüzdür.
5-Geçmişi göz önünde bulundurmak اعتبار ما كان
: Bir şeyi, geçmiş zamanki bir vasfıyla zikretmektir.Buna kevniyyet diyenler de
vardır. وَ آتُوا الْيَتامَى اَمْوالَهم :Yetimlere mallarını
veriniz.Bu ayette mecazi Mürsel vardır.Yani daha önce yetim olup da buluğ
çağına eren kimselere mallarını veriniz demektir.Burada yetim lafzı zikredilmiş
buluğ zamanı kastedilmiştir.Buradaki alaka اعتبار ما كان
daha önce bulunduğu durumun göz önünde bulundurulmasıdır.
يَلْبَسُ الْمِصْرِيّونَ القُطْنَ الذي تُنْتِجُهُ بِلادُهُمْ
: Mısırlılar,ülkelerinin ürettiği pamuğu giyerler.Yani pamuktan yapılan
elbiseyi giyerler.Pamuk elbisenin ham maddesidir.Burada القُطْنَ
lafzının zikredilmesinde
اعتبار ما كان alakası vardır. Ayrıca بِلادُهُمْ
mekan (ülke) zikredilmiş,hall (ülkede yaşayanlar) kastedilmiştir.
6-Geleceği göz önünde bulundurmak اعتبار ما يكون : Bir şeyi,gelecekte alacağı bir vasıfla
zikretmektir. Buna evveliyyet de denir. اِنّكَ اِنْ تَذَرْهم
يُضِلّوُا عِبادَكَ وَلايَلِدُوا اِلّا فاجِرًا كَفّارًا Nuh suresi 27.ayette: Çünkü sen onları
bırakırsan,onlar kullarını sapıtırlar;yalnız ahlaksız ve nankör (insanlar)
doğururlar.Bu ayeti celilede فاجِرًا كَفّارًا kelimelerinde mecazı mürsel vardır. Çünkü
her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar.Burada Hz.Nuh doğanların facir
olacaklarını değil, büyüyünce facir olacaklarını kastetmiştir.Yani alaka
ileride olacak durum اعتبار ما يكون dur.
سَأُوقِدُ نارًا : Bir ateş yakacağım.Bu ibarede ateş ile
odun kastedilmiştir. كَمْ وَلَدَتْ الاُمّهَاتُ مِنْ اَبْطَالٍ Anneler,nice kahramanları doğururlar.Burada
kastedilen ileride kahraman olacak çocukları doğururlar demektir.
7-Mahalliyyet: Mekan yönüyle bir şeyi kuşatan yeri zikredip
onun içindekini kastetmektir. Buna zikri mahall irade-i hall de denir. فليَدْعُ نادِيَه سَنَدْعُ الزّبانِيَةَ O hemen meclisini çağırsın.Biz de zebanileri
çağıracağız.Bu ayeti celilede ناديه kelimesinde mecazı mürsel vardır.Çünkü
toplantı yeri zikredilmiş ama toplantı yerinde bulunan aşireti ve taraftarları
kastedilmiştir.Alaka mahalliyettir. واسئل القرية التي كنا فيها İçinde bulunduğumuz köye sor.Yani köy halkına
sor.
قَرّرَ المَجْلِسُ ذَلِك Meclis onu kararlaştırdı yani meclisteki
insanlar kararlaştırdı.
سَقَتْ الدّلْوُ الاَرْضَ Kova yeri suladı yani kovadaki su yeri
suladı.
8-Halliyyet: Bir mekan içinde bulunan şeyi zikredip mekanını
kastetmektir.Buna zikri hall iradei mahall denir. إنّ الاَبْرارَ لَفِي
نَعيِم وَ إنّ الفُجّارَ لفي جَحِيم İyiler, mutlaka nimet içinde olurlar,ve
kötüler de, mutlaka cehennemde olacaklar. Bu ayeti celiledeki نَعيِم
lafzında mecazı mürsel vardır.Çünkü insanlar,nimetin içinde bulunduğu yer olan
Cennette olacaklar.
MECAZI AKLİ
Bir fiili ya da
fiil manasına gelen ismi, kendi failine isnadına engel olan bir karine bulunmak
şartıyla, ma hüve lehinin gayrısına isnad etmektir. (Fiili,mütekellime göre,
gerçek failinden başkasına isnad etmektir.)
Mecazi isnad: Bir fiilin
bazen sebebine veya zamanına,mekanına,masdarına,malum fiilin meçhule,meçhul
fiilin maluma isnad edilmesiyle yapılır.
وَيَمْشِي بِهِ العُكّازُ في الدّيْرِ تائِبا : O keşişlerin
manastırında baston yardımıyla yürür oldu.Bu misalde يَمْشِي
fiili, faili dışındaki bir şeye isnad edilmiştir.Çünkü العُكّازُ
baston yürümez.Ancak bastonun sahibi yürür.Baston yürümenin sebebi olduğu için
fiil ona isnad edilmiştir.
بَنىَ عَمْرُو بْنُ الْعاص مدينةَ الفُسْطاط :Amr b.As Fustat
şehrini kurdu.Bu misalde fiil faili dışındaki bir şeye isnad edilmiştir.Çünkü
hükümdar şehri imar etmez.İşçileri imar ederler.Hükümdar imarın sebebi olduğu
için fiil ona isnad edilmiştir.
نهارُ الزّاهِدِ صائِمٌ وليلُه قائِمٌ :Zahidin gündüzü
oruçludur.Geçesi de kaim,namazdadır.Burada oruç tutmak gündüze,namaz kılmak da
geceye isnad edilmiştir.Gündüz oruç tutulur,gecede bulunan şahıs gece namazı kılar.Bu misallerde şibhi fiil
kendisine ait olmayan bir şeye isnad edilmiştir. Bu misallerde namaz ve oruç
ilgili zamanda gerçekleştiği için isnad zamana yapılmıştır.
اِزْدَحَمَتْ شَوَارِعُ القاهِرَة :Kahirenin caddeleri
kalabalık oldu.Bu misalde sıkışıklık caddelere nisbet edilmiştir.Halbuki
caddeler sıkışmaz;ancak caddede bulunan insanlar sıkışırlar,kalabalık meydana
getirirler. اِزْدَحَمَتْ fiili kendisine ait
olmayan bir şeye isnad edilmiştir.İnsanların kalabalık olduğu mekan,izdihamın
yeri caddeler olduğu için fiil ona isnad edilmiştir. (Yani fiilin mekanına
isnad edilmiş)
جَدّ جِدّكَ كَدّ كِدّكَ :Senin çalışman çalıştı,çaban çaba
harcadı.Fiil mastara isnad edilmiştir.
وَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرآنَ جَعَلْنَا
بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ حِجَاباً مَّسْتُوراً
: (Ey Peygamber)Kur’an’ı okuduğun zaman,seninle ahirete iman
etmeyenlerin arasına örten bir perde çekeriz.Bu ayette مستورا kelimesi ساترا
manasına gelmiştir.
اِنّهُ كانَ وَعْدُهُ مَأْتِيّا :Şüphesiz O’nun va’di
mutlaka yerini bulacaktır.Bu ayeti celilede مَأْتِيّا
kelimesi آتِيًا manasına yani ismi fail yerine
kullanılmıştır.
KİNAYE
Bir sözü,gerçek
manasına da gelebilecek şekilde,onun dışında başka bir manada kullanma sanatına
kinaye denir.Kinaye,mekniyyün anha göre (kinayeden kast olunan manaya göre) üç
kısma ayrılır.a-Mekniyyün ahn sıfat olur b-mevsuf olur c- nisbet olur.
1-Mekniyyün anha itibarla kinaye sıfatta olur: فُلانَةٌ بَعِيدَةُ مَهْوَى الْقُرْطِ :Falan
hanımın,küpesinin sarktığı yer uzundur. Yani onun boynu uzundur. أَخِي طَوِيلُ النِّجادِ رَفيِعُ الْعِمادِ كَثِيرُ الرَّمَادِ إِذا
مَا شَتا : Kardeşim,kılıç bağı
uzun,çadırının direği yüksek,kışın bir yerde ikamet ettiğinde külü çok
olandır.Yani kardeşinin uzun boylu,cesur,şerefli ve cömert olduğunu kastediyor.
Hakiki sıfat ile başka sıfat kastedilirse,sıfattan kinaye olur.Mesela
örnekte طَوِيلُ النِّجادِ hakiki sıfattır.Bununla başka bir sıfat
olan الشّجاعَة kastedildiğinden bu misal sıfattan kinayedir.
2- Mekniyyün anha itibarla kinaye mevsufta olur:
وَ جَدَتْ فِيه بِنْتُ عَدْنانَ دارًا – ذَكّرَتْها بَداوَة
َالْاَعْرابِ :Ey okul! Adnan’ın kızı (arap dili) sende öyle bir ev (yurt)
buldu ki; bu, ona bedevilik dönemini hatırlattı.Şair بِنْتُ عَدْنانَ
ibaresi ile,kinaye yoluyla Arap dilini kasdetmiştir. Arap dili sıfat olmaz
mevsuf olur. تكلمتُ العربيةَ الجميلةَ gibi.
الضارِبِينَ بِكُلِّ اَبْيَضَ مِخْذَمٍ – وَالطّاعِنِينَ مَجامِعَ
الأَضْغانِ : Biz keskin ve parlak kılıklarıyla vuran kimseleri överiz. Kin
ve nefretin toplandığı yeri yaralayanları da överiz. Eğer bir kelimeyle kinaye
olarak mevsuf kastedilirse, mekniyyün anha itibarla kinaye mevsufta olur. Bu
şiirde مَجامِعَ الأَضْغانِ ile kastedilen kalbtir.Kalp ise
zattır,yani mevsuftur.Sıfat olarak kullanılmaz.İyi kalb güzel kalpli
dersin.Yani burda mekniyyün anha itibarla kinaye mevsufta olmuştur.
3- Mekniyyün anha itibarla kinaye nisbette olur. المَجْدُ بَيْنَ ثَوْبَيْكَ : Şeref,senin iki
elbisen içindedir. Yani şair şerefi muhatabına nisbet etmek istiyor.Fakat bunu
açıkça söyleyip sen şereflisin demek yerine,şerefin onun elbisesinin içinde
olduğunu söylüyor.
KİNAYE ÇEŞİTLERİ
1-TELVİH التلويح :Kinayede,asıl mana ile kinaye yoluyla
kastedilen mana arasındaki vasıtalar çok olursa,kinaye telvih adını alır. هو كثيرُ الرّمادِ : Onun külü çoktur.Yani o,cömerttir.Çünkü
külünün çokluğu,çok odun yakmayı gerektirir.Çok odun yakmak,çok miktarda yemek
pişirmeyi gerektirir.Çok yemek pişmesi,yiyenlerin çok olmasını gerektirir.Bu da
misafirlerin çok olmasını gerektirir.Misafirlerin çok olması da cömert olmayı
gerektirir.
2-REMZ الرمز : Eğer kelimenin uzak ve yakın
manaları arasındaki vasıtalar az ve kapalı ise kinaye remz adını alır. هو عَريضُ الْقَفا :O ensesi geniştir.Yani kafası kalındır ve
dolayısıyla o ahmaktır.
هو عَظيمُ الرّأْسِ : O,kafası büyüktür.Yani o,ahmaktır.
3-İMA veya İŞARET الإيماءُ او الإشارة :Eğer uzak ve yakın
manalar arasındaki vasıtalar az olursa ve açık bir şekilde bulunursa veya hiç
vasıta bulunmazsa kinaye ima veya işaret adını alır.
اَوَما رَاَيْتَ المَجْدَ أَلْقَى رَحْلَهُ – فِي آلِ طَلْحَةَ ثُمّ
لَمْ يَتَجَوَّلِ :Şeref ve asaletin,Talha ailesi arasında mola verip birdaha
onlardan ayrılmadığını görmedin mi?Bu beyt onların cömet olduklarına delalet
eder.
4-TA’RİZ التعريض :Söylenen sözü üstün bir yetenekle
manasından başka bir yöne çevirmektir.
اِيّاكَ اَعْنِي وَاسْمَعِي يا جارَةُ :Kızım sana
söylüyorum,gelinim sen anla.
MEANİ
İLMİ
Bütün sözler ya haber ya da
inşa şeklindedir.Yani kelam haberi ve inşai olmak üzere ikiye ayrılır. Sözü
söylene, bu sözünde doğrudur veya yalancıdır diyebileceğimiz her kelama haber
denir. سافرَ زيدٌ Zeyd yolculuğa çıktı gibi.Eğer söylenen
söz gerçeğe uygun ise,onu söyleyen doğru sözlüdür.Gerçeğe uygun değilse,onu
söyleyen yalancıdır.
İnşa cümlesi,sözü söyleyene
bu sözünde doğrudur veya yalancıdır diyemeyeceğimiz cümlelere denir. يا زيدُ اِقْرَأ القرآنَ : Ey Zeyd Kur’an oku,gibi.
Her haber ve inşa
cümlesinin,mahkumun aleyh (müsnedün ileyh) ve mahkumun bih (müsned) olmak üzere
iki unsuru vardır.Mesela fail,naibi fail,mübteda,inne babının ismi bunlar
müsnedün ileyhtir.Fiil,haber,inne ve kardeşlerinin haberi bunlar müsneddir.
Haber Cümlesi ve Kuruluş Gayeleri:Haber,aslında herhangi bir
cümlede bulunan bir hükmü dinleyiciye bildirmek için söylenir. حَضَر زيدٌ :Zeyd geldi dememiz gibi.Haber
cümlesindeki bu hükme faide-i haber (muhatabı bilgilendirme) denir.
Ya da haber,konuşan
kimsenin,dinleyici tarafından bilinen bir hususu,kendisinin de bildiğini ifade
etmek için söylenir.Mütekellimin bunu bildirmesine lazimul faide
(muhatabın bildiği şeyi, kendisinin de bildiğini muhataba bildirme) adı
verilir. انت تَجْتهد في دُروسِك كثيرا gibi.
Haber cümlesi bazen de
kelamın sıyakından anlaşılan başka maksatlar için söylenir.Bu maksatlar
istirham (merhamet dilemek),izharud da’f (zayıf ve güçsüz olduğunu açıklamak),
izharuttahassür (üzüntüsünü belirtmek), fahr (övünmek), çalışma ve çaba
harcamaya teşvik etmek, azarlamak,nasihat vb.dir.
إذا بلغ الفطامَ لنا صَبِيٌّ -
تَخِرُّ له الجبابرُ ساجِدينا : Bizim bir çocuğumuz sütten kesilme
çağına ulaştığında, zalimler ona secde ederler (boyun eğerler).Şair bu misalde
kavmi ile övünüyor ve onlardaki güç ve kuvvet ile iftihar ediyor.
Haber Cümlesinin Çeşitleri (اضرب الخبر):
Muhatap için üç durum vardır:
1-Muhatap,sözün doğruluğu veya yanlışlığı hakkında herhangi bir
bilgiye sahip değilse,zihni boşsa,haber pekiştirilmeden (durumun gereğine göre
te’kid edatları kullanılmadan) muhataba bildirilir. Haberin bu kısmına ibtidai
haber denir. جاء أخوك gibi.
2-Muhatap,sözün doğruluğu hakkında tereddüt edip onu kesinlikle
doğru bir şekilde öğrenmek isterse,bu durumda muhatabın zihninde yerleşmesi
için sözü pekiştirmek uygundur.Haberin bu kısmına talebi haber denir.إنّ أخاك جاء Gerçekten kardeşin geldi,gibi.
3-Eğer muhatap,haber cümlesinin anlamını asla kabul
etmiyorsa,bu durumda durumun gereği ve tepki derecesine göre sözü bir,iki veya
daha fazla te’kid edatıyla pekiştirmek gerekir. Haberin bu kısmına inkari
haber denir.Haber cümlesini pekiştirmek için çok miktarda edat
vardır.inne,enne,kasem,lamul ibtida,te’kid nunu,tenbih harfleri,قَدْ, لَنْ bunlardandır.
والله إنّ أخاك قد جاء gibi.
HABER CÜMLESİNİN DEĞİŞİK ŞEKİLLERDE İFADE EDİLMESİ (خروج الخبر عن مُقْتَضي الظاهر)
Bazen mütekellimin göz önünde
bulundurduğu bazı durumlardan dolayı haber cümlesi, durumun icabına aykırı
olarak söylenir.Bu durumlar:
a)Zihni boş olan kimse,tereddüt ile soru soran kimse yerine
koyulur.Bu da cümlede haberin hükmüne işaret eden bir şey geçtiğinde olur. ولا تُخاطِبْني في الذين ظلموا إنهم مغرقون. Hud suresi 37.ayet.Zulmedenler hakkında bana
bir şey söyleme (benimle muhatap olma).Onlar kesinlikle suda boğulacaklardır.
Bu ayete bakılırsa,burada zalimlerle ilgili hüküm hakkında muhatabın aklında
bir şeyin bulunmadığı anlaşılır.Burada muktezayı hale göre ayetin te’kidsiz
söylenmesi gerekirdi.Öyleyse ayet niçin te’kid ile gelmiştir?
Sebeb şudur:Yüce Allah muhalifleriyle ilgili Hz.Nuh’un kendisine hitap
etmesini yasaklayınca, bu yasak,Hz.Nuh’u onların başına gelecek belayı merak
etmeye sevketti.Böylece Hz.Nuh; onlar aleyhinde suda boğdurulmaları ile
hükmedildi mi yoksa hükmedilmedi mi? şeklinde tereddüt ile soru soran kimse
yerine konuldu ve böylece :’’إنهم مغرقون kesinlikle onlar suda boğulacaklar’’
cümlesi ile ona cevap verildi.
b)Kendisinde inkar işaretleri göründüğü için,inkar etmeyen
kimse,inkar eden kimsenin yerine konulur. ثم إنكم بعد ذالك
لَمَيِّتون Mü’minün suresi 15.ayet:
‘’Sonra,muhakkak ki siz,bunun ardından elbette öleceksiniz.’’ Hiçbir muhatap
ölümü inkar etmez.Öyle ise bu haber cümlesinin te’kid edilerek onlara
söylenmesinin sebebi nedir?
Bunun sebebi,ayeti kerimenin hitap ettiği muhataplarda cümlenin
muhtevası hakkında inkar alametlerinin görünmesidir.Çünkü onların ölümden gafil
olmaları ve iyi işler yaparak ölüme hazırlanmamaları,inkar alametlerinden
sayılır.Bu sebeple onlar,inkar eden kimseler yerine koyuldular ve haber
cümlesi,iki te’kid edatı ile muhataplara
söylenmiştir.
c)İnkar eden kimse,inkar etmeyen kimse yerine koyulur.Bu
durumda o şahsın önünde öyle deliller ve işaretler bulunur ki şayet bunları
dikkatle incelerse,inkar etmekten vazgeçer.
والهكم إله واحدٌ :Bakara suresi 163.ayet:İlahınız bir tek
ilahtır.Bu ayette Hz.Allah, birliğini inkar edenlere hitap etmektedir.Ancak
ayet te’kidsiz gelmiştir.Sebebi ise bu ayetin muhataplarının önünde öyle apaçık
deliller ve burhanlar vardır ki,eğer onları dikkatle inceleseler,inkarlarından
vazgeçerler.Bu sebeple Hz.Allah onların inkarlarına değer vermeyerek hitap
ederken te’kidsiz hitap etmiştir.
İNŞA الإنشاء
İnşa,talebi ve ğayrı talebi
diye ikiye ayrılır.
Talebi inşa:Talep anında elde edilmemiş, bulunmayan bir şeyin
yapılmasını gerektiren inşadır.Bu ise,emir,nehy,soru,temenni ve nida ile
yapılır.
Talebi olmayan inşa: Bir isteğe delalet emeyen inşadır.Bunun
bir çok sığası vardır.Taaccüb, medih,zem,kasem,reca fiilleri ve akit sığaları
(yani sözleşmelerde kullanılan ifadeler) bu sığalardandır.
لا تطلُبْ من الجزاءِ إلا بقدر ما صَنعْتَ :Sadece yaptığın iş kadar karşılık iste. (Talebi)
ما أحسنَ الدينَ و الدنيا إذا اجتمعا : Din ile dünya bir
araya geldiklerinde ne güzeldir. Bu ibare taaccüb manasını ifade ettiği için
gayri talebidir. Ne güzeldir,keşke,yemin olsun gibi cümleler gayri talebidir.
EMİR الأمر
Emir,üstünlük yoluyla bir işin yapılmasını
istemektir.Emir için dört sığa vardır.a) Emir hazır b)Emri gaib c)Emir
manasında ismi fiil d) Emir fiil yerine
kullanılan mastar.
Bazen emir sığaları asıl
manalarından çıkar ve sözün gelişinden anlaşılan diğer manalarda
kullanılır.Bunlar: İrşad,dua,dengin denginden
istemesi,temenni,tahyir,tesviye,ta’ciz,tehdid ve ibahadır.
عَلِّمْ الجاهلَ ،و ذاكِرْ العالمَ : Hz.Ali Mekke
valisini şöyle demiştir.Cahile bilmediklerini öğret,alim ile müzakere et.Burada
emri hazır kalıbı kullanılmıştır.
وليُوفوا نُذورهم وليَطّوّفوا بالبيت العتيق Hac 29.ayet.Emri gaib
يا ايها الذين آمنوا عليكم انفسكم... Maide 105.ayet.Ey iman edenler!Siz
kendinizi düzeltmeye bakın. İsmi Fiil
وبالوالدين إحسانا... Bakara 83.ayet.Ana babaya
iyilik edin. Emir fiil yerine kullanılan mastar.
قال رب اشرح لي صدري... Ey rabbim benim göğsüme genişlik ver.İşimi
kolaylaştır.Dua manasında
قل انتظروا إنا منتظرون Deki bekleyin.Şüphesiz ki biz de
beklemekteyiz. Tehdit içindir.
NEHY – النهي
Maddi veya manevi
yönden muhatabından üstün olan birisinin,ondan bir işi yapmamasını istemesidir.Nehyin
tek bir sığası vardır o da nehyi hazırdır.
Bazen nehy sığası gerçek
manası dışında cümlenin gelişinden ve durumdan anlaşılan başka manalarda
kullanılır.Bunlar:dua,iltimas,temenni,irşad,kınama,tehdit,tahkir gibi.
ولا تقربوا مال اليتيم الا بالتي هي أحسن : Ergenlik çağına
erişinceye kadar,yetimin malına sadece en güzel bir niyet ve maksatla
yaklaşın. Bu ayette nehy gerçek
anlamında kullanılmıştır.
ولا تجلس الي أهل الدنيا
- فإن خلائق السفهاء تعدي
: Alçak kimselerle oturma.Çünkü sefihlerin ahlakı başkasına geçer. Burada nehy
irşad içindir.
ربنا لا تزغ قلوبنا بعد إذ هديتنا... Rabbimiz
bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi eğriltme.Dua için
لا تَنْهَ عن خلقٍ و
تأتي مثله - عارٌ عليك إذا فعلتَ عظيم : Bir huyu kendin yaptığın halde
onu başkalarına yasaklama. Böyle yaparsan bu senin için büyük bir kusurdur.
Kınama ve azarlama içindir.
İSTİFHAM – الاستفهام
Bilinmeyen bir şey hakkında bilgi
istemektir.İstifham için bir çok edat kullanılmaktadır.
الهمزة Hemze: Hemze ile tasavvur veya tasdik ile
ilgili iki şeyden biri hakkında bilgi edinmek istenir.
Tasavvur:Müfred bir şeyi öğrenmek için sorulan sorudur.Tasavvur
şeklindeki sorularda hakkında soru sorulan (müsnedün ileyh,müsned,mef’ul,hal
veya zarf gibi unsurlardan biri) hemzeye bitişik olarak ondan sonra zikredilen
isimdir. Bu ismin أمْ (Emi muttasıle ) edatından sonra gelen bir dengi ve benzeri
bulunur.
أ مُحَمّدٌ مسافرٌ أم
محمودٌ Muhammed mi yolcudur yoksa Mahmut mu? Bu cümlede hakkında soru
sorulan Muhammed olup hemzei istifhamdan sonra gelmiştir.Em den sonra gelen
Mahmut da dengidir.Bu misalde her ikisinden birinin yolculuğa çıktığını kesin
olarak biliyorsun;fakat hangisinin çıktığını muhataptan belirtmesini
istiyorsun.Bu nedenle bu soruya,yolculuğa çıkan kimse belirtilmek suretiyle
cevap verilir.محمدٌ مسافرٌ denir.
أ جاء أخوك أم أبوك :Kardeşin mi geldi yoksa baban mı? أ راكبا حضرتَ أم ماشيا :
Binerek mi geldin yoksa yürüyerek mi? أ دِبْسٌ في الإناءِ
أم عسلٌ :Kapta pekmez mi var
yoksa bal mı?
Tasdik: İsme isnad edilecek hükmün sabit olup olmadığını tespit
etmek için sorulan sorudur. Cümledeki
hükmün durumu sorulur ve bu cümlede hükmün bir benzeri yani muadili bulunmaz.
أ يَصْدَأ الذّهبُ :Altın paslanır mı? أ عِنْدك كتابٌ : Sende bir kitap var
mı? أ حضر الضيوفُ : Misafirler geldi mi? Bu sorulara evet ya
da hayır şeklinde cevap verilir.
هل Hel: İstifham edatı olan HEL, sadece tasdik sorusu için
kullanılır.Soru edatı olan هل ile birlikte bir şeyin
dengini yani muadilini zikretmek mümkün değildir.
هل جاء صديقُك :Arkadaşın geldi mi? هل قام زيدٌ : Zeyd ayağa kalktı
mı? Cevap evet ya da hayır şekilinde olur.Ama şu şekilde soru sorulmaz: هل جاء صديقُك ام عدوُّك : Dostun mu geldi yoksa düşmanın mı?
مَنْ Men: Akıllı varlıkların durumunun belirtilmesi istenir. مَنْ في الدار : Evde kim var?
ما
: ما العَسْجَدُ : Asced (altın) nedir? ما عندك
: Yanında ne var?
متي : متي يَعود المسافرون :
Misafirler ne zaman dönecek?
BAZI KARİNELERLE İSTİFHAMIN DEĞİŞİK MANALARDA
KULLANILMASI
Bazen istifham esas
manasından çıkıp cümlenin gelişinden anlaşılan diğer manalarda kullanılır. Bu
manalar: Nefy,inkar,azarlama,yüceltme,küçümseme,hayret,temenni,teşvik.
من للمحافل والجحافل والسري – فقدت بفقدك نيرا لا يطلع
Bu şiirde ta’zim ve yüceltme vardır.
من اية الطرقِ يأتي مثلَك الكَرَمُ
- اين المَحاجِم يا كافور و
الجَلَمُ :Senin gibi birine cömertlik hangi yollardan gelir? Ey
Kafur!(Kan)şişeleri nerede ve neşter nerededir? Tahkir ve küçümseme var.
كيف تكفرون بالله : Allah’ı nasıl inkar ediyorsunuz? Burada
teaccüb yani hayret ifade ediyor.
أهذا الذي مَدَحْتَه كثيرا : Çok övdüğün adam bu mudur? Küçümseme
manası ifade ediyor.
فَهَلْ انتم مسلمون : Artık Müslüman oluyorsunuz değil mi?
(Yani Müslüman olunuz)
أَفَلَا يَشْكرون : Hala şükretmiyorlar mı?İstifham inkari
olup kınama ve azarlama ifade eder.
أفلا يسمعون – أفلا يبصرون
– أفلم تكونوا تعقلون bu ayetler kınama ve azarlama ifade
etmektedir.
ألم نخلقكم من ماء مهين : Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı? ألم نُهْلِك الأولين : Biz öncekileri yok etmedik mi? ألم نجعل له عينين : Biz ona iki göz vermedik mi? İstifham
takrir (ikrar ettirme) manasına gelmektedir.
TEMENNİ – التمني
Gerçekleşmesi imkansız
olduğu için gerçekleşmesi umulmayan;fakat sevilen veya istenen bir şeyi arzu
etmektir.Yani arzu edilen şey,ya imkansızdır.Meydana gelmesi mümkün değildir;
veya imkan dahilinde olup gerçekleşmesi çok uzak bir ihtimaldir.
Temenni için konulan lafız ليت dir.Bazen edebi bir gaye için هل – لو – لعل edatları da kullanılır.
Teracci: Eğer sevilen şey,gerçekleşmesi umulan bir şey ise buna
teracci denir ve lafız olarak لعل ve عسي
kullanılır.Bazen de edebi bir gaye için ليْت
kullanılır.
فليت الليلَ فيه كان شهرا
- ومَرَّ نهارُه مَرَّ السحابِ Keşke ondaki (Ramazan ayındaki) gece,bir ay
kadar uzun olsaydı ve onun gündüzü bulutun geçişi gibi geçseydi.
فهل إلي خروج منْ سبيل : Mümin 11: Keşke bir daha (bu ateşten)
çıkmaya çare olsaydı?Bu ayette هل edatı ليت manasına kullanılmıştır.
لو أنّ لنا كرَّةً فَنَتَبَرَّأَ منهم كما تبرَّئُوا مِنا
: Bakara 167: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da,şimdi
onların bizden uzaklaştıkları gibi,biz de onlardan uzaklaşsaydık.
NİDA – النداء
Nida أدعو
fiili yerinde kullanılan bir edatla,sözü söyleyen kişinin,muhatabından
kendisine yönelmesini istemesidir.Nida için sekiz edat kullanılır.Bunlar: يا –
ايا –هيا – أ –آ – أَيْ – آيْ - وا
أ- أي Hemze ve Ey yakın mesafede
olanları,diğerleri de uzakta olanları çağırmak için kullanılır.
Bazen uzaktaki bir şey yakın
menzilesine indirilir.Konuşan kimsenin gönlünde devamlı bulunduğu için veya
aklından hiç çıkmadığı için sanki hazır ve yakınmış gibi kabul edilir.Bu
durumda أ- أي Hemze ve Ey nida edatlarıyla çağırılır.
Bazen çağrılan kimsenin şanının
yüceliğine ve rütbesinin yüksekliğine işaret etmek için, yakın olan şey, uzak
gibi kabul edilir ve uzak için vazedilmiş herhangi bir nida edatıyla
çağrılır.Bu durumda çağırılan kimsenin mertebesi,konuşan kimseden yüksek olması
hususu,mesafe bakımından uzaklık olarak
kabul edilir.Yanında bulunduğu halde,bir kölenin,efendisine şöyle demesi gibi أيا مَوْلاى Ey Efendim! Veya muhatabın mertebesinin
aşağılığına işaret etmek üzere, uzak için vazedilen nida edatı
kullanılır.Mesela birisinin yanında bulunan kimseye şöyle demesi gibi: أيا هذا : Ey
bu adam! Veya dinleyici uyku ve dalgınlık gibi durumlardan dolayı gafil ise
veya zihni dağınık olursa, sanki bulunduğu yerde bulunmadığına işaret etmek
üzere,uzak için vazedilen nida edatı kullanılır.Mesela gafil olan bir kimseye
şöyle denir: أيا فُلانٌ Ey falanca!
يا أيها الناس اتقوا ربكم
إن زلزلة الساعةِ شيءٌ عظيمٌ: Ey insanlar! Rabbinize karşı takvalı
davranın.Şüphesiz kıyametin sarsıntısı çok büyük bir şeydir.
أمالك رقي ومن شأنه - هباتُ اللجيْنِ و عِتْقُ الْعَبِيدِ
:Mütenebbi,göz altında bulunurken valiye yazdığı bir mektubta: Ey benim
köleliğimin sahibi (efendim)! Ve işi gücü,gümüşten bağışları yapan ve köleleri
azad eden kimse! Mütenebbi,valinin kendi kalbine yakın bulunduğuna, her zaman
hatırında olduğuna ve bir an olsun onu unutmadığına işaret etmek için hemzeyi أمالك)) uzakta bulunsa da yakında gibi çağırmak
için kullanmıştır.
يا ربِّ إنْ عَظُمَتْ ذُنوبي
كثْرَة ً - فلقد عَلِمْتُ بأَنَّ عَفْوَك
أعظَمُ: Ey Allah’ım! Eğer günahlarım çok olmakla büyük olsalar
bile,senin affının daha büyük olduğunu kesin olarak bilirim.Bu misalde
çağırılanın şanı yücedir.Yücelikteki uzaklık,mesafedeki uzaklık gibi kabul
edilmiştir.Bundan dolayı şanın yüceliğine işaret etmek üzere
mütekellim,Hz.Allah’a nida ederken,uzakta bulunan kimselere nida etmede
kullanılan يا ya edatını kullanmıştır.
Tehassür manasında kullanılması (hasret çekmek ve inlemek):
Zümer suresi 56.ayet
أن تقول نفسٌ يا حسرتي علي ما فرطت في جنب الله وإن كنت لمن الساخرين
: Kişinin : (Allah’a karşı) işlediğim kusurladan dolayı bana yazıklar
olsun!Gerçekten ben alay edenlerdendim! Diyeceği (günden sakının)
Hayret etme التعجب :
Yasin suresi 30.ayet: يا حسرةً علي العباد : Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine
gelen her peygamberle alay ediyorlardı.
Temenni: Kasas 79.ayet:قارونُ إنه لذوة حظٍّ
عظيم يا ليت لنا مثل ما أُوتي : Keşke Karun’a verilenin benzeri bizim de
olsaydı.Hakikat şu ki o, çok büyük servet sahibidir.
Tahzir التحذير sakındırma: Şems suresi 13.ayet:فقال لهم رسول الله ناقة الله و سقياها : Allah’ın elçisi (Salih peygamber) onlara:
Allah’ın devesine ve onun su içme hakkına dokunmayın,dedi.Bu ayetteki mukadder
nida يا قومي) ey
kavmim ) tazhir anlamı ifade eder.
KASR ( TAHSİS ETMEK) القصر
Bir şeyi,bir işi özel bir tarzda
başka bir şeye ait kılmaktır.Yani bir şeyin başkalarında bulunmayıp ancak bir
şeyde bulunduğunu söylemektir.Tahsis edilen şeye maksur,başka bir şeyin
kendisine tahsis edildiği şeye maksurun aleyh denir. لا فَتى الا عليٌّ
Ali’den başka genç yoktur. Bu misalde gençlik vasfı Ali’ye tahsis edilmiştir. فتى kelimesi maksurdur.علي kelimesi maksurun
aleyhtir.En meşhur kasr yolları (metotları) şunlardır:
1-Nefy
(olumsuzluk) ve istisna: Nefy edatından sonra maksur gelir.Maksurdan sonra
istisna edatı ve maksurun aleyh getirilmek suretiyle yapılır.لا فارسَ
الا عليٌّ : Ali’den başka
süvari yoktur.
Önce maksur
zikredilir.Maksurun aleyh illa dan sonra getirilir. لا يفوز إلا
المُجِدُّ
Çalışkandan
başka kimse kazanamaz.Buradaki لا fevzin mucidde
tahsisini ifade ediyor.Yani kazanmanın çalışmaya has olduğunu ifade ediyor.fevz
maksur,mücid ise maksurun aleyhtir.
2-إنما
: Bu edattan sonra maksur gelir.Maksurun
aleyhin sonra gelmesi vaciptir. إنما الحياةُ تَعِبٌ gibi
3- Atıf
harfi olan بل ve لكن لا -
:
La: لا : الأرضُ متحركةٌ لا
ثابتةٌ maksurun aleyh La dan
önce gelir. زيدٌ شاعرٌ لا كاتبٌ gibi.
- بل ve لكن : Önce maksur zikredilir sonra maksurun aleyh bu edatlardan
sonra gelir.
ما الأرضُ ثابتةٌ بل مُتحركةٌ : Yeryüzü sabit
değildir;bilakis hareket ediyor.
ما الأرضُ ثابتةٌ لكن مُتحركةٌ : Yeryüzü sabit
değildir;fakat o hareket ediyor.
5-Sonradan
gelmesi gereken ibareyi öne almakla yapılır.(Hakkı te’hir olanın takdim
edilmesi ile yapılır.)Bu durumda maksurun aleyh öne geçirilmiş olan kelimedir. علي الرجال العاملين نُثْنِي : Biz ancak çalışan adamları överiz.
Kasrın iki tarafı vardır.Bunlar maksur ve
maksurun aleyhtir.Kasr bu iki tarafı,bu iki unsuru itibariyle iki kısma
ayrılır.
a)Sıfatı
mevsufa kasretmek
b) Mevsufu sıfata kasretmek
لا يفوزُ الا المجدُّ : Bu misalde fevz maksur mücid ise maksurun
aleyhtir.Fevz sıfat mücid ise mevsuftur.Bu misalde sıfatın mevsufa kasrı
vardır.
إنما الحياةُ تَعَبٌ : Hayat ancak
meşaggattir,yorgunluktur.Hayat maksurdur,تعب
ise maksurun aleyhtir. Hayat mevsuf تعب ise sıfattır.Bu
misalde mevsufun sıfata kasrı vardır.
KASRIN KISIMLARI تقسيم القصر إلي
حقيقي و إضافي
Kasr hakiki ve izafi olmak üzere iki kısma
ayrılır.
Hakiki Kasr:Kavramlar arasındaki tahsisin başka şeye göre
değil,bilakis hakikat ve gerçeğe uygun olmasıdır. Şöyleki;hakiki kasr;maksuru,maksuru
aleyh dışına taşımamak üzere bir kavramın diğer kavrama tahsisidir.من الانهار الا النيلُ لا يُرْوي مِصْر
:Mısır’ı Nil nehrinden başka nehirler sulamaz. Mısır’ı ancak Nil nehri sular.
Yani Mısır toprağını sulamak,ancak Nil nehrindeki bir niteliktir.Bu kasr hakikidir.Çünkü
Mısır’ı sulayan başka nehir yoktur.
ما خاتم الأنبياءِ إلا محمدٌ : Peygamberlerin
sonuncusu,yalnız Hz.Muhammed’dir.
لايَحُجُّ إلي مكةَ إلا المسلمون : Mekke’ye yalnız
Müslümanlar hacca gidiyorlar./ Müslümanlardan başkası Mekkeye hacca gitmediğine
göre misaldeki kasr,hakiki kasrdır.
إنما الرزَّاقُ اللهُ : Rızık veren yalnız Allah’tır.Bu misalde
razıklık vasfı Allah’tan başkasında bulunmaz. Ayrıca bu misal sıfatın mevsufa
kasrı niteliğindedir. Buradaki kasr hakiki kasrdır.
İzafi
Kasr:Kavramlar arasındaki tahsis, belirli bir şeye göre yapılırsa,başka bir
şeye izafetle yani başkasına kıyasla meydana gelirse buna izafi yani nisbi kasr
denilir.
ما زيدٌ إلا قائمٌ : Zeyd ancak ayaktadır.Yer yüzünde Ali den
başka kimse ayakta değil demek gerçek olmayacağına göre buradaki kasr izafidir.
لا جوادَ إلا علِيٌّ : Ali’den başka cömert yoktur.Yani Ali
belirli bir şahsa mesela Halit’e göre daha cömerttir.Çünkü Ali’nin dünyadaki
herkesten daha cömert olduğunu söylemek gerçeğe uygun olmaz. Bu sebeple
buradaki kasr izafi kasrdır.Ama إنما الرزَّاقُ اللهُ derken Allah’tan
başka rızık veren olmadığı için izafet hakiki olur.
FASL (AYIRMA) VASL (BAĞLAMA) ve الفصل و
الوصل
Vasl: Sözü
oluşturan cümleleri vav harfi ile bir birine bağlamaktır.
Fasl: Bir cümleyi,diğer bir cümleye
atfetmeyip onları ayrı ayrı zikretmektir.Yani arada bağlaç olmaksızın kelime ve
cümlelerin bir araya getirilmesine fasl denir.
Fasl
yapılmasının gerekli olduğu yerler:
a)İki
cümle arasında tam bir birlik (birleştirici bir yön) bulunduğu zaman fasl
yapılır.Bu durum şu şekillerde olur: İkinci cümle birinci cümlenin manasını
te’kid eder.İkinci cümle birinci cümlenin bedeli olur.İkinci cümle birinci
cümlenin manasını açıklar.Bu durumda iki cümle arasında الاتحاد
التام – كمال الاتصال tam
bir bağlantı vardır denilir.
b)
İki cümle arasında tam bir zıtlığın (kopukluğun) olmasıdır.Bu da cümlelerden
birinin haberi diğerinin inşai cümle olmasıyla olur.Ya da her iki cümle
arasında mana bakımından hiçbir ilişki bulunmuyorsa fasl yapılması gerekir.Bu
gibi yerlerde iki cümle arasında كمالُ الانْقطاع tam bir kopukluk ve farklılık
vardır denilir.
c)
İkinci cümle,birinci cümleden anlaşılan veya ortaya çıkan bir sorunun cevabı
olduğu zaman fasl yapılır.Bu gibi yerlerde iki cümle arasında شِبْهُ كمالِ الاتِّصال tam bağlantıya benzeyen bir ilişki
vardır,denilir.
الم.ذلك الكتاب لا ريب فيه :Elif Lam Mim.Bu kendisinde hiç şüphe
olmayan bir kitaptır.Bu ayette
لا ريب فيه onda asla şüphe yoktur cümlesi ذلك الكتاب o kitap ibaresinin te’kididir.
ولا تستوي الحسنةُ ولا السيئةُ. إدفعْ بالتي هي أحسنُ
: İyilikle kötülük asla bir olmaz.Sen (kötülüğü) en güzel olan bir şeyle sav.Bu
ayette إدفع ile başlayan cümle,önceki ayetin manasını pekiştirdiği için o
ayetten fasl edilmiştir.
يُدبِّر الأمرَ يفصّل الايات لعلكم بلقاءِ ربِّكم توقنون
: (o) Her işi düzenler,ayetleri birer birer açıklar.Umulur ki Rabbinize
kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız.Bu ayette ikinci cümle birinci
cümlenin bir kısmıdır.Çünkü ayetleri açıklamak,işi düzenlemenin bir
kısmıdır.İkinci cümle birinci cümlenin bedeli ba’zıdır.
فسجد الملائكةُ كلُّهُم أجمعون : Bunun üzerine
melekler hepsi topluca secde ettiler.Bu ayette manevi te’kid bulunduğu için
ibareler arasında tam bir bağlantı vardır.
Buraya kadar
ki misaller الاتحاد التام – كمال الاتصال e örnektir.
نزل المَطَرُ . خُذْ المَظِلّةَ مَعَك : Yağmur
yağdı.Şemsiyeyi yanında al,götür.Bu cümlelerden ilki haber cümlesi,ikincisi inşai
cümledir.
إحترسْ من عدوك . كل مما يَليك : Düşmanından
sakın!Önünden yemek ye! Bu iki cümle de inşai cümledir;ancak aralarında mana
bakımından hiçbir bağlantı yoktur.Bundan dolayı bu cümlelerde fasl yapılmıştır.
Bu misaller كمالُ الانْقطاع e örnektir.
فأوْجَسَ منهم خيفة قالوا لا تَخَفْ :Bunun üzerine
onlardan,içine bir tür korku düştü.Korkma! dediler. Bu ayette قالوا لا
تَخَفْ ile önceki cümle arasında fasl vardır;çünkü aralarında tam bir
bağlantı gibi bir ilişki vardır.Nitekim ikinci cümle birinci cümleden anlaşılan
bir sorunun cevabıdır. Sanki birisi söyle sormuştur: Onun içine korku girmiş
iken onu bu halde gördüklerinde kendisine ne dediler? Bunun üzerine
onlar,korkma! Dediler,diye cevap verilmiştir.
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُواْ نَصِيباً مِّنَ الْكِتَابِ
يَشْتَرُونَ الضَّلاَلَةَ وَيُرِيدُونَ أَن تَضِلُّواْ السَّبِيلَ
Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi?Onlar sapıklığı
satın alıyorlar ve sizin de doğru yoldan sapmanızı isityorlar. Bu ayette يَشْتَرُونَ الضَّلاَلَةَ onlar sapıklığı satın alıyorlar ibaresi
onların durumu nedir,ve onlar ne yapıyorlar? gibi soruların cevabıdır.
Bu misallerde ise شِبْهُ كمالِ الاتِّصال vardır.
VASLIN YAPILDIĞI YERLER مواضع الوصل
İki cümle arasındaki vasl
üç yerde yapılır.
Birincisi: irab açısından iki cümle arasında ortaklık kastedildiği
zaman.
İkincisi:İki cümle haber veya inşa manasını taşımakta birleştiklerinde
veya her iki cümle arasında birleştirici bir yön bulunduğunda ve cümleleri
birbirinden ayırmayı gerektiren herhangi bir sebep bulunmadığı takdirde vasl
yapmak gerekir.
Üçüncüsü: İki cümle,haber veya inşa açısından değişik cümleler
olduklarında atıf yapılmadığı taktirde,maksada aykırı bir manayı anlama şüphesi
ortaya çıktığında fasl yapılır.
قل إن صلاتي و نسكي و محياي و مماتي لله رب العالمين
: De ki:Şüphesiz benim namazım,ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi
olan Allah içindir.Bu ayette üç tane müfred vav harfi ile birbirine
atfedilmiştir.
يُشَمِرُ لِلُجِّ عن ساقه
* و يَغْمُره الموجُ في الساحل
: O sık ve yoğun deryaya dalmak için paçasını sıvazlar; fakat dalga sahilde onu
kaplar.Bu atasözü büyük işleri yapmak isteyen fakat daha basit işleri bile
yapmaktan aciz olan kimse için söylenir.Bu beyitteki iki cümle,haber cümlesi
oldukları gibi, mana açısından da birbirlerine uygun düşerler.Burada cümleleri
birbirinden ayırmayı gerektiren bir husus olmadığı için, cümleler atıf harfi
ile birbirine bağlanmıştır.
Bir arkadaşın sana هل خرج صاحبُك من المُسْتَشْفَي ؟ arkadaşın hastaneden çıktı mı? diye sorduğunda
ona لا، و عافاهُ اللهُ Hayır,Allah ona şifa versin! Diye cevap
verirsin.Bu iki cümleden birisi haber cümlesi, diğeri ise inşai cümledir.Bu
durumda vav edatının kullanılması gerekir. Aksi taktirde şöyle cevap verilirse
: لا، عافاهُ اللهُ Allah ona şifa vermesin! Şeklinde anlaşılır.Bu
da beddua manasına gelir.Bu nedenle burada vasl yapmak gerekir.
İCAZ, İTNAB, MÜSAVAT الإيجاز و الإطناب و
المساواة
İcaz: Maksadı açık ve net bir şekilde
ifade etmek suretiyle,az kelimelerle çok manaları anlatmaya, herhangi bir
mefhumu, kendinden az lafızlarla ifade etmeye icaz denir.İcaz ikiye ayrılır:
İcazı kısar ve icazı hazif
İcazı
kısar: Bu icaz,hazif yapılmadan,geniş ve engin manaları kapsayan az sayıda
kelime kullanmak suretiyle yapılır.
İcazı
hazif: (Düşürme yoluyla yapılan hazif): Hazfedilen şeye delalet eden bir
ipucunun bulunması şartıyla ibarede bulunan kelimelerden bir veya birkaç
kelimeyi ya da bir cümle veya birkaç cümleyi hazfetmek suretiyle yapılır.
ألا له الخلْقُ و الأمْرُ : Bilesiniz ki yaratmak da emretmek de ona
aittir.Yani yaratılan ve emredilen her şey ve her durum bu ayetin kapsamına
girmektedir.
الضعيفُ أميرُ الركب:Güçsüz,kafilenin başkanıdır.Yani kafile
zayıf olanlara göre hareket edeceğinden dolayı sanki güçsüz kimse kafilenin
başkanı gibidir.
ولكم في القصاصِ حياةٌ : Kısasta sizin için hayat vardır.Bu
misaller hazfi kısara örnektir.
و اسأل القرية التي كنا فيها : İçinde bulunduğumuz
şehre sor.Yani şehir halkına sor.أهل kelimesi
hazfedilmiştir. و اسأل أهل القرية demektir.
و جاء ربك و الملك صفا صفا : Rabbin (in emri) geldiği ve melekler saf
saf dizildiği zaman ( herşey ortaya çıkacak). Bu ayette emr kelimesi
hazfedilmiştir. و جاء أمر ربك demektir.
İTNAB الإطناب
Bir fayda elde etmek için, lafzı normalden
fazla uzatmaya denir.İtnabın kısımları
a) ذكر الخاص بعد العام : Umuma delalet eden lafızdan sonra hususa
delalet eden lafzı söylemek suretiyle yapılır.Bu işlem,hususa delalet eden lafzın üstün olduğuna dikkat
çekmek için yapılır.
تنزل الملائكةُ و الروحُ فيها بإذن ربهم O gece,Melekler ve
Cebrail Rablerinin izniyle inerler.Cebrail a.s. da meleklerdendir;ancak onun
üstünlüğüne işaret için umumdan sonra o da zikredilmiştir.
حافظوا علي الصلوات و الصلوة الوسطي :Namazlara ve orta
namaza (ikindiye) devam edin.
b) ذكر العام بعد الخاص : Hususa delalet eden kelimenin şanına
önem vererek,ondan sonra, umuma delalet eden bir kelimeyi söylemek suretiyle
yapılır.
وما أوتي موسى و عيسى و النبيون من ربهم : Rabblerinden
Musa’ya ve İsa’ya ve bütün peygamberlere verilene (iman ettik).Önce Musa ve İsa
a.s. zikredilmiş ve peşinden umum olan tüm peygamberler zikredilmiştir.Bu
ayette Hz.Musa ve Hz.İsa’nın şanının yüceliğine işaret vardır.
ربنا اغفرلي ولوالدي وللمؤمنين يوم يقوم الحساب : Ey
Rabbimiz!Herkesin hesaba çekileceği günde,beni, annemi ve babamı ve bütün
mü’minleri bağışla.
c) الإطناب بالإيضاح بعد الإبهام : Manayı dinleyicinin
zihninde yerleştirmek için, üstü kapalı anlatımdan sonra konuyu açıklamak
suretiyle itnab yapılır.
وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَلِكَ
الأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ
هَؤُلاء مَقْطُوعٌ مُّصْبِحِينَ Biz
Lut’a şu kesin emri vahyettik:Bu kafirler, sabaha çıkarken muhakkak kökleri
kesilmiş olacaktır.
d)الإطناب بالتكرار :
Herhangi bir maksat için lafzı tekrarlamak suretiyle yapılır.Manayı zihine
yerleştirmek için veya bir şeye üzülmekten veyahut aradaki fasılanın uzun
olmasından dolayı lafız tekrarlanır. فإن مع العسر يسرا * إن مع العسر يسرا : Şüphesiz her güçlükle beraber bir kolaylık
vardır.Gerçekten, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
e) الإطناب بالاعتراض :
Ara söz (itiraz yoluyla): Bir cümlenin değişik unsurları veya mana bakımından
bir birine bağlı olan iki cümle arasına,bir gaye için irapta yeri olmayan bir
veya daha fazla cümle katma yoluyla yapılır. نجح-الحمد لله- أخوك :Kardeşin-Allah’a hamd olsun-başarılı oldu. أسأل الله – سبحانه – أن يَهَبَ لك الصحةَ : Allah’tan-ki Onu
noksan vasıflardan tenzih ederim-sana sıhhat bağışlamasını dilerim.
f) الإطنابُ
بالتَّذْييل Ek yapmak suretiyle itnab: Cümleyi pekiştirmek gayesiyle,bir
cümleden sonra aynı manaya gelen diğer bir cümleyi zikretmekle yapılır.
MÜSAVAT – المُساواة
Kastedilen herhangi bir manayı,kendisine eşit
miktarda kelimelerle ifade etmeye müsavat denilir.Yani lafız ile mananın bir
birinden fazla olmamasıdır.Başka bir ifade ile, lafızların,orta seviyedeki
halkın günlük hayatta kullandıkları ölçüde olması gerekir.
ولا
يَحيق المَكْر السيِّئُ إلا بأهله : Halbuki kötü tuzağın zararı,ancak onu
kurana dokunur.
وما
تقدموا لأنفسكم من خير تَجدوه عند الله : Önceden kendiniz için yaptığınız her
iyiliği,Allah katında bulacaksınız.
Yukarıda zikredilen ayetlerde müsavat
vardır;çünkü lafızlarla onların ifade ettiği manalar eşittir.
BEDİ İLMİ علم البديع
Muktezayı hale uygun sözlerin lafız bakımından
kusursuz,mana yönünden makul ve aynı zamanda bir ahenge sahip olmasının usül ve
kaidelerini inceleyen ilme Bedi İlmi denilir. Veya kelamın lafız ve manalarının
güzelleştirme yollarına ait bilgileri inceleyen bir ilimdir.Bu süsleme
tarzlarının bir kısmı,mana ile ilgili güzelleştirmeler olup bunlara; المُحَسِّناتُ المعنوية manevi güzelleştirici san’atlar denilir.
Bir kısmı da lafızla ilgili süsleme sanatlarıdır.Bunlara da المحسنات
الفظية lafza ait süsleyici san’atlar denilir.
المحسنات الفظية LAFIZLA İLGİLİ SÜSLEME SAN’ATLARI
CİNAS الجناس
Manaları
farklı,yazılış ve söylenişleri aynı veya benzer olan iki veya daha fazla
kelimenin nazım veya nesirde bir arada kullanılmasına cinas denir.Buna
tecnis,tecanüs,mücanese adı da verilir.Cinas ikiye ayrılır.Cinası tam ve cinası
gayrı tam.
Tam Cinas: İki lafzın vücühu erba’a denilen 4 şeyde tam ittifak
içinde olmasıdır.Yani iki lafız da harekeler,harflerin nevileri,sayılar ve
düzenleri yönünden tam bir ittifak içinde olmasıdır.
يومَ تَقوم الساعَةُ يُقسم المجرمون ما لبثوا غيرَ ساعةٍ
: Kıyamet koptuğu gün,günahkarlar (dünyada) ancak pek kısa bir süre
kaldıklarına yemin ederler.Bu ayeti kerimedeki birinci الساعة
kelimesi kıyamet günü, ikincisi kısa zaman parçası, anlamında kullanılmıştır.
يزيدُ في الكيل يزيدُ :Yezid tartarken fazla tartıyor.Birinci
yezid özel isim,ikincisi muzari fiildir.
اللقْمَةُ تَكْفيني الي يومِ تَكْفيني : Kefenleneceğim güne
kadar,bu lokma bana yeter.Birinci تَكْفيني muzari fiil,ikinci تَكْفيني ise mastar olup isimdir.
Tam olmayan Cinas الجناس الناقص او غير تام
: Kelimeler arasında dört benzerlik yönünden biri bozulduğu takdirde tam
olmayan cinas meydana gelir.
وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍ : Arkadan
çekiştirmeyi,yüze karşı eğlenmeyi ve (başkalarını) ayıplamayı adet edinen
herkesin vay haline! Bu ayeti kerimede cinas هُمَزَةٍ لُمَزَةٍ
kelimeleri arasındadır.
فأما اليتيم فلا تقهر وأما السائل فلا تنهر : Yetime gelince
sakın onu üzme. Yoksula gelince, sakın onu azarlama.Bu ayeti kerimede cinas تقهر – تنهر kelimeleri arasındadır.
وإنه علي ذلك لشهيدٌ وإنه لِحُبِّ الخير لشديدٌ : Şüphesiz buna
kendisi de şahittir, ve o,mal sevgisine de aşırı derecede düşkündür. Bu ayeti
kerimede cinas شهيد – شديد kelimeleri arasındadır.
İKTİBAS الاقتباس
Bir şair veya nasirin ifadeyi süsleyip manayı
kuvvetlendirmek maksadıyla ayet ve hadislerden bir kısmını,ayet ve hadis
olduğuna işaret etmemek şartıyla almasıdır. Kafiye ve vezin zaruretine binaen
iktibas edilen metni biraz değiştirmek caizdir.Bu sanat icra edilirken dini ve
edebi esaslara dikkat edilmelidir.Dinen yasaklanmış işlerin yapılmasında veya
şakalaşma gayesiyle iktibasa başvurulmamalıdır.
لاَ تَغُرَّنّك من الظَّلمَة كَثْرةُ الجُيوشِ والأنصار * إنما
نُؤخِّرُهم ليومٍ تَشْخص فيه الأبصارُ : Zalimlerin ordularının ve
yardımcılarının çokluğu seni aldatmasın;çünkü biz,onları
(cezalandırmayı),kokudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyoruz.
SECİ السجع
Nesirde, iki fasılanın son harflerinin bir
birinin aynı olmasıdır. Nesirde seci şiirdeki
kafiyeye tekabül eder.Edebiyatçıların büyük bir kısmına göre seci,yalnız nesre
aittir.
اللهم أعْط منفقا خلفا * وأعط مُمْسِكا تلفا : Allah’ım (senin
yolunda)malını harcayan kimseye,(harcanan malın) yerini doldurmayı; harcamayan
kimsenin malına da yok olmayı nasib eyle.Buhari zekat 27 Bu hadiste خلفا – تلفا kelimelerinde seci vardır.
الحُرُّ إذا وعد وَفي * وإذا أَعان كَفي * وإذا مَلك عَفي : Hür kimse,söz verdiği zaman, (sözünü) yerine
getirir, yardım ettiğinde (onun yardımı) yeter,( düşmanını ) ele geçirdiğinde
affeder.
المحسنات المعنوية MANA
İLE İLGİLİ SÜSLEME SANATLARI
TEVRİYE التورية
Biri yakın olup sözden ilk anda anlaşılan
fakat kastedilmeyen,diğeri de uzak olmak üzere iki manası bulunan bir lafzı
zikredip bir nükteden dolayı uzak manasını kastederek o lafzı uzak manasında
kullanmaya tevriye denilir.Tevriyede kastedilen manaya gizli bir karine ile
intikal edilir.
أَصُونُ
أَدِيمَ وَجْهِي عَنْ أُناسٍ * لِقاءُ الْمَوْتِ عندهم الأديبُ
وَ رَبُّ
الشِّعْرِ عندهم بَغيضٌ *
وَلوْ وَافي به لَهُم ْحَبِيب
Edebiyatçı ile karşılaşmak,kendilerince
ölümle karşılaşmak gibi olan ve söyleyeni Habib (Habib b.Evs) olsa bile, şiir
söyleyenden hoşlanmayan insanlardan yüzümün suyunu koruyorum. Bu beyitteki حبيب kelimesinin yakın manası dost,sevgilidir.Uzak manası ise Habib b.Evs adındaki şairdir.Burada bu
kelimenin uzak manası kastedilerek tevriye yapılmıştır. بغيض
buğuz edilendir kelimesi ile sanki حبيب kelimesine yakın
manası verileceği zannettirilir.
TIBAK الطباق
Hakikat olsun,mecaz
olsun iki zıt manayı bir arada zikretmeye Tıbak denir.Tıbak ikiye ayrılır:
Tıbakı icab ve Tıbakı selb
Tıbak-ı icab (Olumlu Tıbak): Biri olumlu,diğeri olumsuz olmamak
şartıyla birbirine zıt manaları ifade eden iki lafzın bir arada zikredilmesine
tıbakı icab denir.
الحياةُ اما سِلْمٌ و إما حربٌ : Hayat,ya
barıştır veya savaştır.
و تَحْسَبُهم أيقاظا و هُمْ رُقودٌ : Uykuda
oldukları halde,sen onları uyanık sanırsın.
أولئك الذين اشتروا الضلالة بالهدي : İşte onlar o
kimselerdir ki,hidayet karşılığında sapıklığı satın aldılar.Bu ayette الضلالة ve الهدي
kelimeleri arasında tıbakı icab vardır.
واللهُ يَعلمُ المُفْسِدَ من المُصْلِح : Allah,bozguncuyla
ıslah ediciyi bilir.Bu ayette المُفْسِدَve المُصْلِح kelimeleri arasında tıbakı icab vardır.
Tıbakü’s selb : Aynı cinsten iki kelimenin bir defa olumlu,bir
defa da olumsuz olarak veya aynı kelimenin bir defa olumlu,bir defa da olumsuz
olarak bir arada zikredilmesine tıbakı selb denir.
قل هل يستوي الذين يعلمون والذين لا يعلمون : De ki: Hiç
bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?Bu ayette يعلمون
ve لا يعلمون kelimeleri arasında tıbakı selb vardır.
والله يعلم وانتم لا تعلمون : Allah bilir,siz
bilemezsiniz.Bu ayette يعلم ve لا تعلمون kelimelerinde vardır.
MUKABELE المقابلة
Önce iki veya daha fazla manayı bir araya getirmek,sonra
sırasıyla bunların karşılıklarını zikretmektir.
إنكم لَتَكْثُرون عند الفَزَع ، و تَقِلّون عند الطّمَع
: Efendimiz s.a.v Ensar’a seslenerek şöyle buyurmuştur: Şüphesiz ki sizler
korku (savaş) anında çoğalır,tamah (mala karşı olan hırs) zamanında
azalırsınız.Burada önce لَتَكْثُرون عند الفَزَع çoğalmak ve korku zikredilmiştir.Sonra bu
kelimelerin zıddı sırasıyla تَقِلّون عند الطّمَع azalma ve taham zikredilmiştir.
تَأمُرون بِالمعروف و تَنْهَون عن المنكر : Siz iyiliği
emreder,kötülükten men edersiniz.Önceتأمُرون بِالمعروف emretmek ve iyilik
zikredilmiş sonra da bunların zıddı olan
تَنْهَون عن المنكر men etme ve kötülük zikredilmiştir.
HÜSNÜ’T TA’LİL حسن التعليل
İfadeye letafet vermek ve süslemek
maksadıyla,bir hususu,hayali bir sebebe dayandırarak, hakiki sebebine aykırı
bir sebeple vasıflandırma sanatıdır.Ancak bu husus ile ,hayali sebep arasında
bir münasebetin bulunması şarttır.
وما كُلْفَةُ البَدْرِ المُنِيرِ قَديمَةً * و لكنها في وجْهِه أَثَرُ
اللطْمِ : Işık saçan dolunayın yüzünde bulunan leke,eski ve tabii
değildir;ancak o leke, onun yüzünde patlayan bir tokatın izidir.Şair bu
beytinde Ayın yüzündeki lekenin oluşmasına,gerçek sebebin dışında hayali bir
sebep zikretmiştir.O da mersiyeye konu olan kişinin ölümüne çok üzülen
ayın,ağlarken kendi yüzüne vurmasıdır.
أما ذُكاءُ فلم تَصْفَرَّ إذْ جَنَحَتْ * إلا لِفُرْقَة ذاك
المَنْظَرِ الحَسَنِ : Güneşe gelince o,batmaya yüz tuttuğunda
sırf o güzel manzaradan ( övülen kimsenin yüzünden) ayrıldığı için sarardı.
تأكيد المدح بيما يشبه الذم
Birini zemmediyormuş
gibi görünerek medh etmektir. Zemme yani yermeye benzeyen övme.Bu iki kısımdır.
1-Olumsuz olan bir zem vasfından,ona dahilmiş gibi farzederek
bir medih vasfını ondan istisna ederek zikretmek şeklinde yapılır.(Menfi olan
zem sıfatından, medih sıfatını istisna etmektir.
ليس به عيبٌ سِوى انه * لا تَقَعُ العيْنُ علي شبْهِه
: Onun hiçbir kusuru yoktur.Yalnız göz,onun benzerini göremez.Şair burada ليس به عيبٌ diyerek övdüğü kişide aybı genel olarak
nefyetmekle söze başladı.Sonra istisna edatı olan سِوى
lafzını getirdi.İstisna edatını duyan kişi acaba övülen kişide kusur mu var
diye düşündü.Ancak şair sözün devamında övmeye devam etti.
2- Bir şeyi bir vasıfla övmek ve bu vasıftan sonra, peşinde ikinci bir
övgü vasfı bulunan bir istisna edatı zikretmek suretiyle yapılır.
أنا أَفْصَحُ العَرَبِ بَيْدَ أني مِنْ قُريش : Efendimiz s.a.v
buyurmuşlardır ki: Ben,Arapların en fasihiyim; ancak ben Kureyş
(kabilesindenim).Efendimiz s.a.v önce kendisini güzel bir sıfat olan fasihlikle
övmüştür;ancak peşinden istisna edatı getirince dinleyenler Efendimiz s.a.v
acaba kötü bir sıfat mı zikredecek diye endişelenmişlerdir.Ancak Efendimiz
s.a.v istisna edatının peşinden de övülecek bir kelime söylemiş ve ben Kureyş
kabilesindenim buyurmuştur.
تأكيد الذم بيما يشبه المدح
Bu diğerinde olduğu gibi iki kısma
ayrılır:
لا خيرَ فيهم إلا أنهم يَجْبُنون عَن الحَقِّ : Onlarda hiçbir
hayır yoktur;ancak onlar haktan korkuyorlar.
القومُ شِحاحٌ إلا أنهم جُبَناء : Kavim
cimridir;ancak onlar korkaktırlar.
ÜSLÜBÜL HAKİM أسلوب الحكيم
Muhatabın veya soru
soran kimsenin,beklemediği bir cevap ile karşılanmasıdır.İki kısma ayrılır.
a) Soru soran kimsenin sorusunu bırakıp,beklediği şeyin dışında,sorduğu
sorunun dışında başka bir şeyle cevap verilmesidir.Yani sözü, muhatabın
gayesine aykırı bir şekilde yorumlamaktır.Bunun sebebi ise,mütekellimin
söylediği sözün maksada daha uygun olduğunu veya verilen cevabın muhatabın
durumuna daha uygun ya da muhatab için daha önemli olduğunu vurgulamaktır.
قال ثَقَّلْتُ إذ أَتَيْتُ مِرارًا
* قلتُ ثقّلْتَ كاهِلي
بالأَيادِي
قال طوَّلْتُ قلت أَوْلَيْتَ طَوْلًا
* قال أَبْرَمْتُ قلُت حَبْلَ
وِدَادِي : Defalarca geldiğim için size yük oldum dedi. Ben dedim ki:
Sen yaptığın iyiliklerle omzuma yük oldun.O (sizde)kalmayı uzatarak sizi
usandırdım,dedi.Ben ona dedim ki: Bana lütufta bulundun.O usandırdım dedi.Ben
ona; dosluk bağlarını sağlamlaştırdın,dedim.
b) Sorulan soruyu,duruma uygun olan diğer bir soru yerine
koymak ve bu şekilde cevaplandırmak suretiyle yapılır. يَسْألُونَكَ عَنْ الأهِلَّةِ قل هي
مَواقيتُ للناسِ و الْحَجِّ : Sana yeni doğan hilal şeklindeki ayları
sorarlar.De ki;Onlar,insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir.Bir
sahabi Efendimiz s.a.v e hilalin önce ince görünüp,sonra yavaş yavaş büyüyüp
dolunay şekline girmesinin ve sonra yine tedricen küçülerek ilk şekline
dönmesinin sebebini sordu.Bu sorunun cevabında,ayın değişme sebeplerinin
hikmeti belirtildi.Çünkü bu hikmetler,soru soran kimse için daha mühim şeyler
idi.Böylece ashabın hilalin değişme sebeplerini sorması, değişme hikmetlerini
sormaları gibi kabul edildi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)