Aile Nedir?
Aile, hayata gözlerini açtığı anda insanı sarıp sarmalayan, koruyup
kollayan, bağrına basan o eşsiz birlikteliğin adıdır. Aile, bu kocaman ve
gürültülü dünyada ne yapacağını şaşıran minicik bir bebeğin duyduğu ilk güven,
tattığı ilk huzur, yaşadığı ilk mutluluktur.
Aile, fedakârlığı, vefayı, ahlâkı ve inancı öğreten en uzun soluklu
eğitim yuvasıdır. Kültürünü, geleneğini ve değerlerini ailesinden miras alır
insan. Sorumluluğu, adaleti ve onuru ailesinde görür. Duyguları öğrenir, ilk
alışkanlıklarını kazanır, ilk çarelerini dener. Velhasıl aile, insanın hayat
kaynağıdır…
Bir Aile Kuruluyor:
Aileyle “huzur” iklimine kavuşan canlar ve kadın ile erkek arasında
Allah tarafından örülen bağlar Kur’an’da şöyle anlatılır:
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ
لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجاً لِّتَسْكُنُوا
إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ
لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“Allah’ın varlığının belgelerinden biri de, kendileriyle huzur
bulasınız diye sizin için kendi cinsinizden eşler yaratıp, aranızda sevgi ve
merhamet var etmesidir. Bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”
(Rûm, 30/21)
Hadis:
فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ: كُنَّا مَعَ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ
سَلَّمْ) شَبَابًا لاَ نَجِدُ شَيْئًا، فَقَالَ لَنَا رَسُولُ اللَّهُ (صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “يَا مَعْشَرَ الشَّبَابِ! مَنِ اسْتَطَاعَ
مِنْكُمُ الْبَاءَةَ فَلْيَتَزَوَّجْ، فَإِنَّهُ أَغَضُّ لِلْبَصَرِ وَأَحْصَنُ
لِلْفَرْجِ…
Sevgili Peygamberimiz de, evliliğin kendi sünneti olduğunu ısrarla
dile getirir ve gençlere şöyle seslenir: “Evlenme imkânı bulanınız evlensin.
çünkü evlenmek, gözü haramdan çevirmek ve iffeti korumak için en iyi yoldur.” (Buhârî,
Nikâh, 1, 3)
Nikâhla yepyeni haklar ve konumlar elde edilir. Ama kurulan yuvanın
huzur içinde devamı için yeni sorumluluklar da yüklenmenin zamanı gelmiştir! Şöyle
buyurur Allah Resûlü:
ألا وإنَّ لَكم على نسائِكم حقًّا ، ولنسائِكم
عليكم حقًّا
“Dikkat edin! Sizin, hanımlarınızın üzerinde hakkınız olduğu
gibi, hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakkı vardır.” (Tirmizî, Radâ’, 11)
Aile, gelişigüzel ve sıradan bir yaşam alanı değil; Allah’ın rahmeti ile korunan, O’nun bahşettiği çocuklar ile
gelişen ve güzelleşen kıymetli bir kurumdur.
Aile toplumun çekirdeği, özü, yapı taşıdır. Aile kurmak sadece iki insanı
birleştirmez, aynı zamanda bir toplumu inşa eder…
BİR AİLE OLGUNLAŞIYOR
Aile birliğinin kurulmasına, kimi zaman düğünler ziyafetler,
davullar dernekler, kimi zaman da sade ve küçük törenler eşlik eder. Aslında hepsinin
söylediği aynıdır: Artık iki insan, nikâh gibi
وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ
أَفْضَى بَعْضُكُمْ إِلَى بَعْضٍ وَأَخَذْنَ
مِنكُم مِّيثَاقاًغَلِيظاً
“ağır bir sözleşmeye” (Nisâ, 4, 21) imza atarak eş olmuştur.
Şimdi “aile olmanın ne anlama geldiğini” kavramaları, sorumluluklarının farkına
varmaları, olgunlaşmaları gerekecektir.
Aile kurmak kadar aile olmak da önemlidir. Aynı çatı altında geceyi
geçirmek ya da aynı soy ismi taşımak, aile olmak için yetmez. Aynı duygu ve
düşünce dünyasında buluşmak, karşılıklı birbirini dinlemek ve anlamak lazımdır.
Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi, “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu
paylaşanlar anlaşabilir!”
Aile demek, nikâh ve kan bağının çok ötesinde bir duygu ve fikir
bağı kurmak demektir. Gönül birliği etmek ve Allah’ın hoşnutluğuna yakışır bir
yaşamı paylaşmak demektir.
وَالْمُؤْمِنُونَ
وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَـئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır.
İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.” (Tevbe,
9/71)
AİLEYE ÇOCUK GELİYOR
İnsan, bir eşe kavuşunca çocuğu da olsun ister. Neslini sürdürmeyi,
anne babalığı tatmayı, yarına izlerinin kalmasını diler. Zekeriya Peygamber
gibi el açıp dua eder:
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا
رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِن لَّدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاء
“Rabbim!Bana katından
temiz bir nesil ihsan et.” (Al-i İmrân, 3/38)
Çocuk, aile olma fikrini ilmek ilmek işler, derinden derine perçinler.
Yuvanın merkezine yerleşir ve aile serüvenine yepyeni bir yön verir.
Çocuğu olunca bir kadın “anne” olmanın mutluluğunu yaşar. Allah’ın
bu kıymetli emanetini şefkatle bağrına basar. Taşıdığı, doğurduğu, doyurduğu
küçük canı kendisine tercih eder.
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ
بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْناً عَلَى وَهْنٍ
وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ
“İnsana da anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu
sıkıntı üzerine sıkıntıyla karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki
yıl içinde olur. (İşte bu yüzden) biz insana şöyle emrettik: Bana ve anne babana
şükret. Dönüş ancak banadır.” (Lokmân, 31/14)
Anne ve çocuğu arasında daha ilk günden öyle eşsiz bir bağ kurulur
ki, bu bağı zedeleyen her şey, sağlıklı bir insan yetişmesine engel olacak
kadar tehlikelidir. Bu yüzden Peygamberimiz şöyle uyarır:
مَنْ فَرَّقَ بَيْنَ الْوَالِدَةِ وَوَلَدِهَا فَرَّقَ اللَّهُ بَيْنَهُ
وَبَيْنَ أَحِبَّتِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
“Anne ile evladının
arasını ayıranın, Allah da kıyamet günü sevdikleriyle arasını ayırır.”(Tirmizî,
Büyû’, 52)
Annemizi görünce fedakârlığı ve samimiyeti öğreniriz. “Ağlarsa
anam ağlar, gayrısı yalan ağlar.” deriz. Emeğini tartmadan, sayıp hesaplamadan
vermenin adıdır anne. Sınırlamadan, şart koşmadan, kıskanmadan sunulan sevginin
adı…
Hata edip üzsek de yine annemizin kucağına sığınırız. “Ana gibi
yâr, Bağdat gibi diyar olmaz” deriz. Affın, şefkatin ve hoşgörünün
adıdır anne… Sabırla yoğrulan bir eğitimin adı…
Peygamberimizin tarif ettiğine göre, cennet anneye bir adım kadar
yakındır ve kendisine ikram ve iyilikte bulunulmasını en çok hak eden kimse
annedir. Peygamberimiz, anneye hürmetsizlik etmeyi, anlamsız tartışmalarla gönlünü
kırmayı, düşmanca tavırlarla hatırını yok saymayı kesinlikle yasaklar. (Buhârî,
Edeb, 2, 6)
BABA:
Bir erkek, çocuğu olduğunda “baba” olmanın onurunu yaşar. Ailesinin
geçimini sağlamak, onları her türlü kötülükten korumak, çocuklarına güzel bir
gelecek hazırlamak için çalışır çabalar. Peygamberinin müjdesi kulağında
çınlar:
“إِذَا أَنْفَقَ الرَّجُلُ عَلَى أَهْلِهِ يَحْتَسِبُهَا فَهُوَ لَهُ صَدَقَةٌ
“Bir kimse sevabını
sadece Allah’tan umarak ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için harcama
yaptığında, bu onun için sadakadır.”
(Buhârî, İmân, 41)
Baba, aynı zamanda ailesindeki her bireyin iyi huylu, sağlıklı, dengeli
insanlar olarak topluma katılması için de emek vermelidir. Maddi ihtiyaçları
kadar manevi ihtiyaçlarını da karşılamalı, merhamet eğitimi almış, güzel
ahlâkla donanmış, kültürünü ve değerlerini benimsemiş bir nesil
yetiştirmelidir.
“مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أَدَبٍ حَسَنٍ.”
“Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta
bulunmamıştır.” (Tirmizî, Birr ve Sıla, 33)
Babamızla yaşarken saygıyı öğreniriz. Sevgiden beslenen bir
hürmetin, incitmeyen aksine güven ve huzur veren bir otoritenin adıdır baba.
Babamızın varlığıyla kendimizi korunmuş ve desteklenmiş hissederiz. “Babadan
himmet, evlâttan hizmet!” deriz.
Adaleti, insafı ve merhameti babamızı izleyerek öğreniriz. Şiddetin
bir baba ile özdeş hâle gelmesi, ailede babanın korku ile anılması, çocuğun
şiddeti ev içinde öğrenmesi ne acıdır! Hâlbuki Kur’an’da Hz. İbrahim, Hz. Yakub
ve Hz. Lokman gibi sevgi ve şefkat timsali babaların hayatlarını okuruz.
Peygamberimizin torunları ile gülüp oynayan, onlara sımsıkı sarılıp
öpen, sırtına alıp gezdiren, hatta namaz kılarken ve hutbe okurken kucağına
oturtan, sevgi dolu dualarla büyüten hâlini biliriz. Güzel duygularını
yavrusundan gizleyen, gördüğü güzel davranışları takdir etmeyerek susan, sevmek
bir yana döven bir baba, peygamberlerin örnekliğinden ne kadar nasiplenmiş
olabilir ki!
Hiç birimiz anne babamızı seçemeyiz. Onlarla anlam kazanan ve bir ömür
süren aile yolculuğunun nerede ve ne zaman başlayacağına biz karar veremeyiz.
Ama anne-baba-çocuk üçgeninde nasıl bir ilişki geliştireceğimiz bize bağlıdır!
AİLE BİR EMANETTİR:
İnsanlar, özellikle de yakın ilişki içinde olan eşler ve çocuklar
birbirlerine “mülkiyet bağı” ile değil, “emanet bilinci” ile bağlıdır. Canların
yegâne sahibi olan Allah, bizi buluşturarak birbirimize emanet etmiştir. O
hâlde eşimize ve çocuklarımıza karşı sorumsuzca, dilediğimiz gibi davranmaya
hakkımız yoktur. Zira emanetin sahibi olan Allah, gün gelip hesap soracaktır!
Ailenizi emanet bilinciyle kucaklayın
Affedici olun
Öfkenizi yutun
Ayıpları örtün
Hata ettiğinizde özür dileyin.
Eş olmak, bir başkasının üzerinde sınırsız egemenlik kurmak değil,
hayatı kolaylaştırma ve güzelleştirme yolunda ona destek olmak demektir.
Peygamberimiz emanet bilincini şöyle hatırlatır:
“Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. çünkü siz, onları Allah’ın
emaneti olarak aldınız ve Allah’ın adını anarak (nikâh kıyıp) onları kendinize
helâl kıldınız.” (Müslim, Hac, 147)
Bizler, anne baba olmakla yeryüzünün en kıymetli varlığı olan insanı
yetiştirmeye aday oluruz. Elimizde işlenmeye hazır bir cevher vardır. Bazen
bekleyen bu nadide cevher de aynı zamanda kırılgan bir emanettir. Rabbimiz şöyle
buyurur:
وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا
أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
“Bilin ki mallarınız ve
çocuklarınız birer imtihan vesilesidir. Katında büyük mükâfat olan ise ancak
Allah’tır.” (Enfâl, 8/28)
AİLE BİR İMTİHANDIR:
Rolümüz değişebilir hayatta; bugün çocuk iken yarın anne, bugün
evlat iken yarın eş oluruz. Ama ömür sürdükçe, aileye olan ihtiyacımız ve
ailemizle imtihanımız da sürer gider. Aile hayatı ölümle sona eren bir süreç
değil çok daha ötelere, ahirete uzanan bir hayattır.
Aile bütünlüğünün korunması, ancak aileye değer vermekle, emek
vermekle, aileyle birlikte zaman geçirmekle mümkündür. Kimi zaman eşi ile
geçinmekte zorlanır insan; kimi zaman da eşini yitirdiğinde bir ailenin yükünü
tek başına omuzlar. Bazen iyi bir evlat yetiştirmek uğruna ömür boyu çabalar; bazen
de acısıyla yandığı yavrusunun ölümüne sabreder. Her hâlükârda Peygamberimizin
uyarısına muhataptır: “Ailenin senin üzerinde hakkı var!” (Buhârî, Edeb,
86
Peygamber Efendimiz, hicretten sonra muhacir ile ensarı kardeş ilan
etmişti. Aralarında manevi kardeşlik bağı kurduğu sahabiler arasında Selmân-ı
Fârisî ile Ebu’d-Derdâ da vardı. Ebu’d-Derdâ, İslam’la şereflendikten sonra
Allah’a ibadet dışında hiçbir şeyle meşgul olmamaya karar vermişti. Ticareti
bırakmış, hatta ailesini dahi ihmal etmeye başlamıştı. Onun bu durumuna şahit
olan Selmân, kardeşi Ebu’d-Derdâ’yı şu sözlerle uyardı: “Rabbinin
senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin
senin üzerinde hakkı vardır. Şu halde her hak sahibine hakkını ver!” Ebu’d-Derdâ,
Selmân’ın bu sözlerini Peygamber Efendimize aktarınca Allah Resûlü (s.a.s), “Selmân
doğru söylemiş” buyurdu.
فَقَالَ لَهُ سَلْمَانُ: "إنَّ لِرَبِّكَ عَلَيْكَ حَقًّا، ولِنَفْسِكَ
عَلَيْكَ حَقًّا، ولأَهْلِكَ عَلَيْكَ حَقًّا، فَأَعْطِ كُلَّ ذِي حَقٍّ
حَقَّهُ".فَأَتَى النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم فَذَكَرَ ذَلِكَ لَهُ،
فقَالَ النَّبِيُّ صلَّى الله عليْه وسلَّم: ((صَدَقَ سَلْمَانُ))؛
Sonuçta insan,
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ
وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ
“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar
olan ateşten koruyun!” (Tahrîm, 66/6)
ayetini sıkça hatırlamak, hem kendisini hem de ailesini kötüden ve kötülükten
uzak tutmakla sorumludur. Olanca zorluğuna rağmen, hayat imtihanında ailesini göz
ardı etmemeli, mutluluğu dışarıda değil evinde aramalıdır.
Her
iki cihanda mutluluğa talip isek,
Tüketen
değil besleyen,
Zayıflatan
değil güçlendiren,
Bıktıran
değil yaşama sevinci aşılayan,
Yok
sayan değil saygı duyan,
İnciten
değil değer veren,
Huzurlu bir aile hayatı için emek vermeye değer!
Diyanet İşleri Başkanlığı
Aile ve Dini Rehberlik Daire Başkanlığı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder