Popüler Yayınlar

22 Mayıs 2020 Cuma

DBHT (Din Hizmetleri Alan Bilgisi Testi) SORULARI Usulü Fıkıh ve Fıkıhla İlgili 71 soru ve Cevap


Fıkıhla ilgili 71 farklı soru cevaplandırılmıştır. Kaynak olarak Zekiyyüddin Şa’ban ve Hallaf kullanılmıştır. Eksik ve kusurlarımız varsa affola.
İÇİNDEKİLER
1. Talak Çeşitlerini Anlatınız.
2. Tefvȋzi Talak Nedir
3. İddet Hakkında Bilgi Veriniz. İddet Çeşitleri Nelerdir?
4. Nafaka nedir? Nafaka konusunda bilgi veriniz.
5. Hulû Nedir?
6. Haccı Saruret Nedir?
7. İhsar ve fevat kavramı hakkında bilgi veriniz.
8. Hedy ve Udhiye farkı nedir?
9. Vadi hüküm çeşitleri nelerdir? Sebeb-i açıklayınız.
10. Şart nedir? Açıklayınız.
11. Engel nedir? Açıklayınız
12. Ruhsat ve Azimet nedir? Ruhsat hakkında bilgi veriniz.
13. Sıhhat ve Butlanı Anlatınız
14. Efali mükellefin hakkında bilgi veriniz. Ahkâm-ı Hamse nedir?
15. Haram Nedir? Çeşitleri Nelerdir?16. Vacibin mükellef açısından kısımları nelerdir?
17. Vucup ehliyeti ve Eda ehliyeti nedir? Bilgi veriniz.
18. Ehliyet arızaları hakkında bilgi veriniz.
19. Vakfın tarifi, meşruiyeti
20. Yemin çeşitleri nedir? Yemini gamusu açıklayınız.
21. Zekat Nedir?
22. Zekat ve fitre kimlere verilir. Konu hakkında ayet var mı? Varsa okuyunuz.
23. Zekat ve fitre kimlere verilmez?
24. Zekatta enflasyon caiz mi?
25. Havelanül-havl nedir?
26. Müsaveme, murabaha, tevliye nedir?  
27. Gabn, Tağrir, Teva nedir?
28. İstisna’ akdini anlatınız.
29. Selem Akdini Anlatınız.
30. Sarf akdi nedir?
31. İmameti suğra hakkında bilgi veriniz
32. Âkile Nedir?
33. Kasame ve hükümleri hakkında bilgi veriniz.
34. Mukayeda akdi nedir? (Trampa)
35. ARÂYÂ العرايا nedir?
36. Müzâbene  المزابنةnedir?
37. Kıyas Nedir?
38. Kıyasın rükünları nelerdir?
39. Kıyasın şartları nelerdir?
40. İllet hakkında bilgi veriniz.
41. İllet ile Sebep arasında fark var mıdır?
42. İlletin Şartları Nelerdir?
43. İlleti Bulma Yöntemleri (İlletin Bilinme Metodu) İlleti Belirleme Metodu
44. Münasip vasfın kısımlarını açıklayınız.
45. Tahricü’l-Menât: تخريج المناط
46. Tenkȋhu’l-Menât تنقيح  المناط
47. Tahkiku’l-Menât تحقيق  المناط
48. İlletin kuvvet derecesine göre kıyasın taksimi
49. İllet zâhir olmalıdır, kâsır olmamalıdır, ne demektir?
50. İcma Nedir?
51. İcma'nın Türleri Nelerdir?
52. Mesâlih-i Mürsele Nedir? Maslahat-ı Mürsele ( Kamu Yararı)
53. İstihsân Nedir?
54. İstıshâb Nedir?
55. Örf ve Çeşitleri Hakkında Bilgi Veriniz.
56. İkrah Nedir?
57. Beyul mükreh hakkında bilgi veriniz.
58. Telcie Hakkında Bilgi Veriniz.
59. Zarar kadim olmaz kaidesini anlatınız. الضرر لا يكون قديما 7. madde
60. Tasrih mukabilinde delalete itibar olunmaz kaidesini açıklayınız.  لا عبرة للدلالة في مقابلة التصريح 13. Madde
61. Mevridi Nassda İçtihada Mesağ Yoktur. لا مساغ للاجتهاد في مورد النص  14.kaide
62. Deful mefsedeti evla min celbil menfeati kaidesini açıklayınız. 30 kaide:  دفع المفاسد اولي من جلب المنافع
63. Izdırar gayrın hakkını iptal etmez ne demek? الاضطرار لايبطل حق الغير 33. Madde
64. Âdet Muhakkemdir. العادة محكمة  36. kaide
65. el Ma’rufu örfen Kel meşrudi şartan maddesini açıklayınız. المعروف عرفا كالمشروط شرطا 43 madde
66. el-Kitap kel hitap kaidesini açıklayınız. الكتاب كالخطاب 69. Madde
67. Kişinin ikrarı muahaze olunur, kaidesini açıklayınız. المرء مؤخذ بأكراره 79. Madde
68. İmameyn, Şeyhany, Tarafeyn Kimdir?
69. İmam Muhammed’in eserleri nelerdir?
70. Mütün-ı Erbaa ve Şerhleri Nelerdir?
71. Hanefi füru fıkhına dair 5 eser ismi söyleyiniz. Müellifleri kimlerdir?


1.      Talak çeşitlerini anlatınız.
Rac’i talak: Kişinin hanımını sarih lafızla (seni boşadım, boşsun gibi sözlerle) boşamasıdır. Rac’i talak sonucunda zevciyet ve helallik devam eder. İddet içinde koca istediği anda hanımına dönebilir. İddet içinde dönmezse bain olur. İddet içinde çiftlerden biri  ölürse birbirine mirasçı olurlar.
Bain talak: Hakim eşleri ayırmış ise veya koca eşini kinayeli lafızla boşamış ise bain talak meydana gelir. a) Beynuneti Suğra: Boşama hemen meydana gelir, evlilik bağını hemen o anda bitirir. Evlilik bağının bitmesi için iddetin bitmesi gerekmez. Eşlerden biri ölse diğeri ona mirasçı olmaz. Ancak helallik devam eder, yani kadının rızası ile tekrar nikah akdiyle evlenebilirler.
·         Rac’i talakta evlilik bağı ve helallik devam eder. Beynuneti suğrada ise sadece helallik devam eder. Evlilik bağı sona ermiştir.
·         Rac’i talakta iddet içinde çiftlerden biri ölürse birbirlerine mirasçı olurlar. Beynuneti suğrada ise olmazlar.
·         Rac’i talakta müeccel olan mihir muaccele dönüşmez. Diğerinde dönüşür.
b) Beynuneti Kübra: Hem mülkiyeti hem de helalliği ortadan kaldırır. Kadın başkası ile evlenip boşanmadan tekrar evlenemezler.
* Koca kadını duhulden önce boşarsa bain olur. * Mal karşılığı boşarsa bain olur.
* İsmi tafdil sığasıyla olursa bain olur. Boşamaların en kötüsü ile boşsun, dese.
* Kinayeli sözle olursa bain olur.
    SÜNNİ VE BİD’İ TALAK
Talakın keyfiyeti ve kadının içinde bulunduğu duruma göre boşama Sünni ve Bid’i talak olmak üzere iki kısma ayrılır.
Sünni Talak: Talak hakkının kadın adetliyken kullanılmaması ve kadın hayızdan temizlenince temizlik süreci içerisinde cinsel birleşme olmaması.
Ahsen Talak: İçerisinde cinsel ilişki bulunmayan bir temizlik sürecinde sarih bir lafızla yani seni boşadım, boşsun gibi sözlerle yani rac’i talakla, erkeğin bir talak ile hanımını boşaması ve daha sonra kadını iddeti bitene kadar bırakmasıdır. Evlilik nihai derecede son bulmamıştır. Erkek pişman olursa hanımına tekrar dönebilir. İddeti bitene kadar dönmezse kadın başka biriyle evlenebilir.
Hasen Talak: İçerisinde cinsel birleşme olmayan bir temizlik sürecinde hanımını boşamak ve boşamaya diğer talak haklarını da kullanarak devam etmektir. Ancak diğer boşamaları aynı temizlik dönemi içinde kullanmaz. Birinci talak hakkını kullandıktan sonra hayız dönemi başlayıp biter ve temizlik dönemi içindeyken ikinci talak hakkını kullanır. Yine bekler hayız geçer, temizlik dönemi gelince üçüncü talak hakkını kullanır.
Bid’i Talak: Erkek kadının hayızlı olduğu süreçte veya içerisinde cinsel birleşme olan temizlik süreci içerisinde ya da üç talak hakkını bir defada kullanmasına bid’ȋ talak denilir. Ayrıca üç talak hakkını aynı temizlik dönemi içerisinde ayrı ayrı kullanması da bid’ȋ talaktır. 4 mezhebe göre diyaneten haram olsa da hukuki sonuç doğurur. Bunu Cuma esnasında yapılan satışa kıyas etmişlerdir. Şia, İbn Hazm, İbn Teymiye, İbn Kayyim el Cevziye göre bid’i şekilde meydana gelen boşamadan hukuki sonuç doğmaz. Onlara göre bid’i talak ile boşama gerçekleşmemiş olur.
Meradu’l Mevt: Genelde ölümle sonuçlanan bir hastalık olup, bu hastalık sonucu kişi ölmüşse, hakiki meradu’l mevt söz konusu olur. İdam sehpasında, savaş meyvanında teke tek çarpışmada hükmi meradu’l-mevt vardır. Böyle bir durumda kişi hanımını kadının rızası olmadan bain talak ile boşarsa boşama gerçekleşmiş olur. Kadının iddeti bitmeden adam ölürse kadın mirastan pay alır. ( Talak-ı Fâr)


Hakimin Boşaması:
a)      Nafakadan dolayı boşaması: Şafi, Hanbeli mezhebine göre kadının şikayeti üzerine hakim boşamaya karar verir. Malikiye göre hakim eşleri ric’i talakla boşar. Hanefilere göre hakim bunları hiçbir zaman boşama yetkisine sahip değildir.
b)     Ayıp sebebiyle boşaması: Hanefi ve Malikilere göre bir bain talaktır. Erkeğin tenasül uzvunun kesik olması, uzvu olmasına rağmen iktidarsız olması, testislerinin olmaması ya da burulmuş olması, hünsa olması, sihir sebebiyle iktidarsız olması kadının hâkime başvurma sebebidir.
Şafilere ve Hanbelilere göre ise fesih ayrılığıdır. Erkeğin uzvunun kesik olması, iktidarsız olması, deli, cüzzamlı, abraş olması hâkime başvurma sebebidir.

2.      Tefvȋzi talak nedir?
 Nikah akdi kıyılırken ya da evlilik hayatı devam ederken kocanın hanımına boşama yetkisi vermesine denir. Boşama yetkisi verildiğinde bu yetki geri alınamaz. Erkeğin de boşama yetkisi devam eder. Kadına verilen talak yetkisi sadece bir boşama şeklinde verilemez. Çünkü talak tecezzi kabul etmez. Belli bir zaman dilimiyle de verilebilir. Sana bir ay boyunca boşama yetkisi verdim, demek gibi. Bu süre bitince kadın boşama yetkisini kullanamaz.
3.      İddet hakkında bilgi veriniz. İddet çeşitleri nelerdir?
İddeti kadınlar bekler. Ancak bazı durumlarda erkeğin iddet beklediği yerler de vardır.
Kadınlardan İddet bekleyenler:
a)      Sahih bir nikah akdinden sonra kocası ölen kadın, duhül olsun ya da olmasın vefat iddeti bekler (4 ay 10 gün)
b)      Sahih bir evlilikten sonra hakiki veya hükmi halveti sahiha gerçekleşmiş ise ve bunun sonucunda boşanma gerçekleşirse kadın talak iddeti bekler. (3 hayız müddetinin bitmesini bekler. Boşamanın gerçekleştiği hayız dönemi bu hayızlardan sayılmaz. Buna kur ile iddet bekleme denir.)
c)      Nikah fasid olup hakiki duhul gerçekleşmiş ise koca da ölmüş ise kadın vefat iddeti bekler. (4 ay 10 gün)
d)      Fasid bir nikah akdinden sonra hakiki duhul gerçekleşmiş ise ve koca da hanımını boşamış ise kadın talak iddeti bekler.
Erkeğin İddet Beklediği Yerler
a)      Bir erkek hanımını boşadığı zaman, boşadığı kadının mahremi ile evlenebilmesi için boşadığı kadının iddetinin bitmesini bekler. Kadın ölürse iddete gerek olmadan ölen karısının mahremi ile evlenebilir.
b)      Dört evli olan bir erkek, eşlerden birini boşadığı zaman, boşadığı eşinin yerine yeni eş alabilmesi için boşadığı kadının iddetinin bitmesine kadar erkek de iddet bekler. Eğer eşlerinden biri ölürse erkeğin iddet beklemesine gerek yoktur. 4. eşi alabilir.
c)      Sadece Hanefilere göre, hür bir kadınla evli iken, cariye bir kadınla evlenmek istiyorsa, hür kadını boşarsa bu durumda boşadığı bu hür kadının iddeti bitinceye kadar erkeğin iddet beklemesi gerekir.  


İDDETİN ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
Dört çeşit iddet vardır. Kuru iddeti , Ay iddeti, Vefat iddeti, Doğum iddeti
a)      Kur iddeti bekleyenler: Kadın hamile değilse ve fiilen hayız gören kadın ise kur iddeti bekler. (3 hayız müddetinin bitmesini bekler.)
b)      Ay iddeti bekleyenler: Kadın hamile değilse ve herhangi bir sebepten dolayı fiilen hayız görmüyorsa ve ayrılığın sebebi de ölüm değilse üç ay iddet bekler.
c)      Vefat İddeti: Kadın hamile değilse ölüm anında dört ay 10 gün iddet bekler.
d)      Doğum iddeti: Kadın hamile ise ister kocası ölmüş olsun isterse de boşamış olsun kadın doğum iddeti bekler ve kadının iddeti doğum ile biter.
·         Bir kimse hanımını boşasa bu kadın iddet beklerken kocası ölmüş olsa ne olur?
a)      Ric’i talak ile boşanmış ise kadının beklediği iddet iptal olup vefat iddeti beklemeye başlar. Çünkü Rici talakta kadın adamın eşi olmaya devam eder.
b)      Bain talak ile boşanmış ise kadının beklediği boşama iddeti devam eder. Vefat iddetine dönüşmez.
·         İddetin başlama tarihi kadının ilmine bağlı değildir. Mesela kadının kocası ölmüş olsa veya adam onu boşamış olsa bu olaylardan 6 ay sonra kadının haberi olmuş olsa kadının iddeti bitmiş olur.

4.      Nafaka nedir? Nafaka konusunda bilgi veriniz.
Kişi üzerine zevcesinin, anne babasının ve mahremlerinin nafakasını karşılamak vaciptir. Bu nafakadan kasıt onların yedirilmesi, giydirilmesi ve onların barınacakları evin temin edilmesidir. Hanımın nafaka hak edebilmesi için evliliğin sahih bir akit üzerine kurulmuş olması gerekir.
5.      Hulû Nedir?
Hulû veya hulu manasına gelen lafızla kadının ödemeyi kabul ettiği bir bedel karşılığında evlilik akdinin çözülmesidir. Teklif erkek tarafından gelebileceği gibi kadın tarafından da gelebilir. Erkek hulu teklifinde bulunursa, kadın kabul etse de etmese de erkek teklifinden dönemez. Çünkü hulu teklifi erkek açısından yemindir. Kadın teklifi kabul ederse bedeli ödeyerek boşanırlar. Kabul etmez ise erkek yemin kefareti öder. Hulu bedelinin belli olması ve zikredilmesi gerekir. Kadının kendi rızasıyla teklifi kabul etmesi gerekir. Bir koca eşine şiddet uygulayıp ona zarar vererek onu hulû yapmaya zorlarsa 4 mezhebe göre alacağı bedel haram olur. Bu durumda Şafi ve Hanbeli’ye göre hulû batıl olup bain talak gerçekleşmiş olur. Hanefi ve Malikilere göre hulû geçerlidir.

6.      Haccı Saruret Nedir?
“İslam'da SARURET (haccın bütünüyle terki) yoktur.” Hadis
Peygamberimiz (a.s.m.) Müslüman için ‘SARURE’ (ömründe hacca hiç gitmeyen) denilmesini yasaklamıştır. İnsan namazı beklediği sürece namazda sayıldığı gibi, kendisini hacca ulaştıracak sebepleri beklediği sürece de hacda sayılır. Dolayısıyla böyle biri için hacca hiç gitmeyen denilmez. Çünkü hacı sayılır. Ölürse beklediği için hacca gitmiş kimsenin sevabını alır.
Bu durum, maddi imkânı bulamadığı için hacca gidemeyen Müslümanlar hakkındadır. Yoksa maddi imkânı olduğu halde hacca kasten gitmeyen insanlar bu durumdan yararlanamazlar.

7.      İhsar ve fevat kavramı hakkında bilgi veriniz.
İhsar: İhsar lügatta bir kimseyi arzusuna-isteğine kavuşmaktan men etmek ve hapsetmek manasındadır.
Şer’an “hac için ihrama girmiş bir şahsın Arafat’ta vakfe ile tavaf-ı ziyaretten, umre için ihrama girmiş bir şahsın da tavaftan men edilmesi” demektir. Böyle men edilen kişiye muhsar denir. Hac yolunda kocası veya mahremi vefat eden ihramlı bir kadın da muhsar sayılır.
İhsar, bir nevi zaruret hali cinayeti sayılır. Bundan dolayı kurban kesilmesi ve o suretle ihramdan çıkılması gerekir. Bu kurbana ihsar demi denir. Mesela bir ihramlı, bir hastalıktan veya düşmandan veya nafakasının tükenmesinden dolayı haccını yerine getirmeye muvaffak olamazsa, Mekke-i Mükerreme’nin hareminde kesilmek için bir koyun veya parasını gönderir. Bunun kesileceği kesin olan saati müteakip ihramdan çıkarak ihram yasaklarından kurtulmuş olur.
Fevat: Sözlükte yetişememek anlamına gelen “fevat” ve “fevt” bir hac terimi olarak, hac yapmak üzere ihrama girmiş olan bir kimsenin her hangi bir sebeple Arafat vakfesine yetişememesi demektir. Buna göre kurban bayramının birinci günü fecr-i sadıktan önce bir an olsun Arafat’ta bulunamayan kimse hacca yetişememiş olur.
a) İfrad haccı için ihrama giren kimse, fevât durumunda, umre yaparak ihramdan çıkar. Çünkü, ihrama giren kimse ancak hac veya umre yaptıktan sonra ihramdan  çıkabilir. Bu sebeple, haccı kaçıran kimsenin tıraş olup ihramdan çıkabilmesi için umre yapması gerekir. Yapılan bu umre, ihsârlı kimselerin kestikleri “hedy” mesabesindedir. Bu sebeple hacca yetişemeyen kimsenin ayrıca kurban kesmesi gerekmez. Ancak daha sonraki yıllarda haccı kaza etmesi gerekir. (Kâsânî, II, 220.)
Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezheplerine göre, ifrâd haccı için ihrama giren ve Arafat vakfesine yetişemeyen kimse tıraş olup ihramdan çıkar. Haccını daha sonra kaza eder ve kaçırdığı hacdan dolayı da fevât kurbanı keser. (Şîrâzî, II,811)
b) Kıran haccına niyet eden ancak umre yapamayan ve Arafat vakfesine yetişemeyen kimse önce umre yapar, tıraş olmadan, fevt ettiği hac için tavaf ve sa’y yapar, sonra tıraş olup ihramdan çıkar. Çünkü kıran haccı yapan kimse, umre ve hac için ihrama girmiştir. Umre fevt olmaz, çünkü umre her zaman yapılabilir. Bu itibarla kıran haccını fevt eden kimse önce umre yapar. Bu kimse yaptığı umre ile hac ihramından çıkamaz. Bu sebeple umresini yaptıktan sonra tıraş olmadan önce, hac ihramından çıkabilmek için tavaf ve say yapar, tıraş olup ihramdan çıkar. Böylece kıran hedyi kesmekten kurtulmuş olur.
Kıran haccına niyet edip umresini yapan ancak Arafat vakfesini kaçıran kimse, fevt ettiği hac için tavaf ve sa’y yapar, tıraş olup ihramdan çıkar. Böylece Kıran haccı kurbanı kendisinden düşer.
Her iki durumda haccını daha sonraki yıllarda kaza etmesi gerekir.
c) Temettü haccına niyet eden kimse umresini yapıp ihramdan çıkmış daha sonra hac için ihrama girmiş ancak Arafat vakfesini kaçırmış ise bir umre yapıp ihramdan çıkar. Temettu hedyi kesmez. Çünkü bir hac mevsiminde umre ve haccı yapamamıştır. Bu kimsenin veda tavafı yapması da gerekmez. Daha sonraki yıllarda haccını kaza eder. (Kâsânî, II, 220-221.)
Kaynak: Diyanet Hac İlmihali, DİB Yayınları
8.      Hedy ve Udhiye farkı nedir?
Hac ve umre sebebiyle kesilen kurbanlara "Hedy" denir. Kurban Bayramı dolayısıyla kesilen kurbanlara ise "Udhiye" denir. Bu iki kurban türü, kişinin sorumlu olması açısından birbirinden farklıdır.
Hedy Kurbanı ile Udhiye Kurbanı Arasında Şu Farklar Vardır:
1.Hedy kurbanları harem bölgesinde kesilir. Udhiye kurbanları ise istenen yerde kesilebilir.
2.Kurban Bayramı ulaşan her mükellef zenginin Udhiye kurbanını kesmesi vaciptir. Hedy kurban ise, temettü' ve kıran haccı yapanlar ile haccın bazı kurallarına uymayanlar keserler; ifrad haccı yapanların kesmesi vacip değildir.
3.Hedy kurbanının kesilmesi gerektiği ayetle sabittir. (2.Bakara–196) bu sebeple Hedy kurbanını farz görenler de olmuştur.
Hedy kurbanını kesemeyen aynı ayetin bildirmesine uygun olarak; üç gününü hacda iken, yedi gününü de hacdan sonra olmak üzere on gün oruç tutar.
9.      Vadi hüküm çeşitleri nelerdir? Sebeb-i açıklayınız.
Vad’i hüküm beşe ayrılır:
1- Sebeb     2- Şart      3- Mani (engel)  4- Ruhsat ve Azimet     5- Sıhhat ve Butlan
Sebep: Şâri’in neticenin alâmeti kıldığı ve neticenin varlığını kendi varlığına, yokluğunu da kendi yokluğuna bağladığı şeydir.[1]Sebeb, hüküm ile uygunluk taşıyorsa hem illet hem de sebeb adını alır. إسكار şarap içmenin yasak olmasında hem sebep hem illettir. Sebebin hüküm ile arasında açık bir uygunluk görülmüyorsa sadece sebeb denir, illet denmez. Hilali görmek ramazan orucunu tutmanın sebebidir illeti değildir. Her illet sebeptir fakat her sebeb illet değildir.[2]

10.  Şart nedir? Açıklayınız.
الحكم الوضعي: Şâri’in, bir şeyi başka bir şey için sebep, şart veya mâni kılmasıdır. وَضْع burada جَعْلٌ manasındadır.  صوموا لرؤيته Hilali görünce oruca başlayın kavli, ru’yeti orucun vucubiyetine sebep kılan bir vad’i hükümdür.
ŞART الشرط : Hükmün varlığı kendi varlığına bağlı olan, yokluğunda hükmün de yok olması gereken bir vasıftır.
***Şartın yokluğundan meşrutun da yokluğu gerekir; fakat şartın varlığından meşrutun da varlığı gerekmez.
Namaz kılmak için abdest şarttır. Ancak abdestli olmak namaz kılmayı gerektirmez.
RUKUN: Bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça teşkil eden unsurdur. Rukün, bir nesnenin mahiyetinden bir cüzdür.
Tilavet namazın rüknüdür. Ruku’,secde namazın rüknüdür. Akit sığası aktin rüknüdür. Evlenmede iki şahidin bulunması şart olup rükün değildir.
Şart ikiye ayrılır. Şartı şer’i – şartı hakiki ve şartı ca’li.
a) Şartı şer’i: Şart koşma Şariin hükmüne göre olursa buna şeri veya hakiki şart denir. Şariin evlenme, alışveriş vs. için koyduğu şartlar, namazın, orucun, zekâtın ve haccın vacip olması için konan şartlardır. Evlenme akdinde iki şahidin bulunması şarttır. Zekât verilecek malın üzerinden bir yılın geçmesi şarttır.
b) Şartı ca’li الشرط الجعلي : Şart koşma mükellefin tasarrufuna göre olursa buna ca’li şart denir. İnsanlar tarafından kendi hukuki muameleleri ile ilgili olarak ileri sürdükleri şartlardır. Şart akdin hükmüne zıt olmamalıdır. Zıt olursa akit batıl olur.
-Kocanın karısını boşamak için koyduğu şartlar, mesela falan kimse ile konuşursan boşsun demesi gibi. Kişinin kölesini azat etmek için koyduğu şartlar gibi..
11.  Engel المانع :
Varlığı, hükmün yokluğunu veya sebebin butlanını, sebebin gerçekleşmemesi sonucunu doğuran durumdur. Mani’, hükmün mani’i ve sebebin mani’i şeklinde iki çeşittir.
*Hükmün mani’ine örnek:-Evlilik veya akrabalık bulunduğu zaman miras hükümleri tahakkuk eder; ancak varis ile varis olunanın dinlerinin ayrı oluşu varis olmayı meneder.
-Varisin varis olacağı kişiyi öldürmesi miras almasına bir engeldir.
-Kasten adam öldürmek kısası gerektirir; ancak bu kişi baba ise kısasın uygulanmasına engeldir.(engel, katilin, maktulün babası olmasıdır.)
-Namazın vucub sebebi olan vakit bulunsa bile, hayız ve nifas halinin varlığı, namazın vacip olmasına engeldir.
*Mani’ bazen şeri sebebin gerçekleşmesini engeller. Varlığı sebebin gerçekleşmesini engelleyen durumdur.
- Nisap miktarı mala sahip olan kişinin, nisabı etkileyen borcu varsa, zekâtın vacip olma sebebinin gerçekleşmesini engeller.

12.  Ruhsat ve Azimet nedir? Ruhsat hakkında bilgi veriniz.
Ruhsat: Allah’ın, kulların özürlerine binaen ve onların ihtiyaçlarını gözeterek koyduğu (geçici) hükümler demektir.[3] Mükellefler için hafifletilmeyi gerektiren özel durumlarda, Allah’ın hükümlerde hafiflik sağlamasıdır. Veya zor ve ağır bir özürden dolayı özel hallere mahsus olarak koyduğu hükümdür.[4] (Ruhsatta, genel ve normal durumun dışında özel durum (özür,ihtiyaç ve zaruret hali) söz konusudur.
Azimet: Hiçbir mükellefi dışarda bırakmadan ve hiçbir duruma mahsus olmadan Allah’ın genel olarak koyduğu hükümlerdir. Yani, mükelleflerin hepsi için bütün durumlarda bağlayıcı ve genel kanun olmak üzere ilkten konulan hükümlerdir. Azimet, genel ve temel hüküm; ruhsat ise istisnai hükümdür.
Ruhsatın Çeşitleri:
1-Haramı İşleme Ruhsatı
2-Vacibi terk etme ruhsatı
3- Genel kurala aykırı bazı sözleşmeleri ve hukuki muameleleri yapabilme ruhsatı
4- Önceki semavi dinlerde var olan ağır hükümleri kaldıran ruhsat
1-Haramı İşleme Ruhsatı: Zaruret veya zaruret derecesine varan ihtiyaç hallerinde haram bir fiilin, mubah hale dönüşmesidir. Ölüm tehdidi altında küfür kelimesini söylemek, şiddetli açlık ve susuzlukta leş ve şaraptan gıdalanmak. Bakara 173, “İstekli olmadan ve haddi aşmadan zorda olana günah yoktur.”
 Hükmü: Ruhsata göre amel etmesi vaciptir. Ruhsatı uygulamayıp ölürse günahkar olur. Ancak küfür kelimesini söylemeyip sabreder ve ölürse sevap kazanır.
2-Vacibi terk etme ruhsatı: Edası mükellefe ağır gelecek bir özür bulunduğunda olur. Ramazanda hasta ve yolcu olan mükellef için oruç tutmamak mubahtır. Yolcu olan kimseye dört rekâtlı namazları iki rekât kılarak kısaltması mubah kılındı.[5] Delili Bakara 185.
Hükmü: Azimete göre amel etmek, ruhsatı kullanmaktan daha üstündür. Azimetle amel etmek mükellefe zarar verirse, ruhsatla amel etmek vacip olur.
3- İnsanların duyduğu ihtiyaca binaen, genel kurallara aykırı olduğu halde mubah sayılan hukuki muamelelerdir. Selem akdi ve İstisna akdi gibi. Hükmü: Ruhsata göre davranılması da ruhsatın terkedilmesi de caizdir.
4- Allah’ın bizden kaldırıp neshettiği hükümlerdir. Allah, bizden önceki ümmetlerde var olup onlara ağır gelen hükümleri ve yükümlülükleri bizden kaldırmıştır. Mesela elbisenin pislenmiş yerini kesme, malın dörtte birini zekât olarak verme, namazın ancak ibadet için ayrılan yerde kılınması gibi.
Hükmü: Eski semavi dinlerin hükmüne göre amel eden günahkâr olur.
Hanefilere Göre Ruhsat: İkiye ayrılır
a-Sıkıntıyı Giderme Ruhsatı                      b- Düşürme (ıskat), kaldırma ruhsatı
a-Sıkıntıyı Giderme Ruhsatı: Kelime-i küfrü söylemeye, başkasının malını telef etmeye veya ramazanda oruç bozmaya zorlanan kimse gibi. Burada ruhsatla birlikte azimet hükmü bakidir. Burada bu fiilleri yapan haram iş yapmıştır; ancak Allah rahmetinden dolayı o kişiyi cezalandırmayacaktır. Haramlık baki kaldığından dolayı azimete göre iş yapmak daha uygundur. Azimete göre hareket edip, zorluğa sabretse ve ölse şehit olur.
b- Kaldırma (ıskat) ruhsatı: Ruhsatı gerektiren durum azimet hükmünü kaldırır ve ruhsatı meşru hüküm kılar. Açlık zamanında leş yemenin, susuzluk zamanında içki içmenin, yolculukta namazı kısaltmanın mubah kılınması gibi. Bu işleri yapma zorunda kalan kimseden leş ve içkinin haramlığı kalkmış olur. Eğer yemez ve içmezse günah işlemiş olur. Seferi iken dört rekat kılarsa son iki rekat nafile olur. Seferde oruç tutmak Hanefilere göre azimettir. Orucu diğerlerinden ayırmışlardır.

13.   Sıhhat ve Butlan الصحة و البطلان :
Sıhhat-Butlan Ayrımı
Sıhhat-Butlan Ayrımı
İbadetler
Muamelat
Cumhur
Hanefiler
Cumhur
Hanefiler
İki taraf da ibadetlerde Fesad ve Butlan diye bir ayrıma gitmezler. Eksiklik ister şartta ister rükünde olsun butlan ifade eder. Mesela secdesiz namaz kılanın namazı olmadığı gibi abdestsiz kılanın da namazı olmaz.
Fesat ve Butlan diye bir ayrıma gitmezler. Eksiklik rukünda da olsa (meyte satışı gibi), şartta da olsa ( nikâhta iki şahit gibi) bu fiil geçersizdir.
Butlan: Rukünda eksiklik olursa butlan olur. Delinin satış yapması, meyte veya domuz satmak gibi.
Fasit: Eksiklik veya bozukluk rukünlerinde değil de, aktin vasıflarından birinde yani aktin şartında olsa akit fasit olur. İki şahit olmadan yapılan evlilik fasittir. Zifaf olmuşsa kadın mehri hakeder. Nesep sabit olur. Nikâh şahitlerle sahih hale dönüşmedikçe nafaka gerekmez, miras cereyan etmez.
Mükellefin yaptığı bir iş, Şari’in istediği ve meşru kıldığı gibi yani rükünleri ve şartları ile birlikte yerine getirilerek yapılırsa bu sahih fiil olur. Eğer fiiller Şari’nin istediği ve meşru kıldığı gibi yapılmamış ise yani rükünlerinden biri ya da şartlarından biri eksik ise bu durumda butlan söz konusu olur.
Eğer eksiklik yapılması istenen fiilin rükünlerinde ise bütün fakihlere göre bu fiil batıldır, bu fiile hiçbir sonuç bağlanamaz. Bu fiilin ibadet veya muamelattan olması fark etmez. Mesela namaz kılan kimsenin secdeyi yapmaması namazı yok hükmünde kılar. Ölü etinin satışı da taraflar biz razıyız dese bile hüküm ifade etmez.
Eğer eksiklik rükünde değil de şartta ise bakılır. Eğer bu fiil ibadetlerden ise ittifakla hiçbir hüküm ifade etmez. Abdestsiz namaz kılmak yok hükmündedir.
Eğer şarttaki eksiklik ibadette değil de muamelatta ise cumhura göre ibadettekinden hiçbir farkı yoktur. Yani hüküm ifade etmez. Cumhura göre batıl ile fasid aynı anlamda kullanılmaktadır. Hanefilere göre ise muamelatta şarttaki eksiklik fasid hükmündedir. Bunu batıldan farklı olarak yorumlamışlar ve üzerinde bazı neticeler tertip etmişlerdir. Mesela fasid evlenmede duhul olmuşsa, mehri ve iddeti gerekli görüp nesebi ispat etmişlerdir. Görüldüğü gibi ihtilaf muamelatta ve şarttaki eksiklikte ortaya çıkmaktadır.

14.  Efali mükellefin hakkında bilgi veriniz. Ahkâm-ı Hamse nedir?
Şer’ȋ hükümler teklifȋ ve vad’ȋ şeklinde ikiye ayrılırlar. Şâri’in mükelleften bir fiili yapmasını veya yapmamasını istemesi yahut onu yapıp yapmamada serbest bırakması teklifȋ kükümdür. Şâri’in bir şeyi başka bir şey için sebep, şart veya mani kılması vad’ȋ hükümdür
Usulcülerin çoğunluğu teklifî hükmü şâriin hitabına nisbet ederek îcab, nedb, ibâha, kerâhe ve tahrîm şeklinde beş kısma ayırırken Hanefîler bunu mükellefin fiiline nisbetle farz, vâcip, mendup, mubah, tenzîhen mekruh, tahrîmen mekruh ve haram şeklinde yedi kısma ayırarak incelerler.
 Teklifȋ hükümler Hanefȋlerin dışındakilere göre beş kısma ayrılır ve Ahkamı hamseyi diye isimlendirilir. Ahkâm-ı hamse: vücûb, hurmet, nedb, ibâha, kerahet

15.  Haram Nedir? Çeşitleri Nelerdir?
Şari’in mükelleften yapılmamasını kesin bir şekilde talep ettiği fiildir. İki kısma ayrılır.
1.Haram li zatihi: Şâri’in mahiyeti itibariyle kötülük ve zarar içermesine binaen temelden haramlığına hükmettiği fiildir. Aslen ve kendi zatında haram olan fiillerdir. Zina, hırsızlık, abdestsiz olarak namaz kılmak, haram olduğunu bilerek mahremi ile evlenmek, meyteyi satmak gibi fiillerde mefsedet ve zarar bulunduğu için kendi zatında haramlık vardır.
 2.Haram li ğayrihi: Esasen meşru olduğu halde, haram kılınmasını gerekli kılan geçici bir durumla ilişkili olan fiildir. Bir fiil hakkında Şari’in hükmü başlangıçta vücub, nedb veya ibaha iken fiile bitişen geçici bir sebep veya vasıftan dolayı haram olmasıdır. Bayram gününde oruç tutmak, gasb edilmiş elbisede namaz kılmak, içinde aldatma bulunan alış veriş, fasid bir şart ihtiva eden satış, faizli satış gibi. Bu fiiller zatında haram değil, geçici olan bazı harici sebeplerden dolayı haram kılınmıştır.
Bu taksim üzerine bazı hükümler bina edilmektedir: aslında haramlık bulunan birinci kısım haramlar üzerine hiçbir şer’i hüküm bina edilmez. Mesela: abdestsiz kılınan namaz geçersiz yani batıldır. Mahrem ile bilerek yapılan nikah batıldır. Meyteyi satmak batıldır. İkinci kısım haramlar aslen meşrudur. O yüzden sonuçları üzerine şer’i hüküm bina edilir. Çünkü haramlığı başka bir sebepten kaynaklanır. Mesela: gasbedilmiş elbise ile kılınan namaz sahihtir. Ancak elbise gasbedilmiş olduğu için kişi günahkâr olur. Hanefi mezhebine göre fasid vefa ribalı satış batıl akitlerden değil fasid akitlerden sayılır. Aslen haram olan kısımda ise bu haramlık,  herhangi bir rukün veya şartın yokluğundan dolayı sebebin aslında veya vasfında bozukluk meydana getirir. Böylece bu fiil meşru olmaktan çıkar.

16.  Vacibin mükellef açısından kısımları nelerdir?
Vacib, Şâri’nin yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği fiildir. Vacib farklı yönlerden 4 şekilde taksim edilir:
1-      Eda edileceği vakit açısından Mutlak ve mukayyet vacib olarak iki kısma ayrılır.
a) Mutlak vacib: Şâri’in eda edilmesi için belirli bir vakit tayin etmediği vâcibdir. Kefaretler, muayyen zaman belirtmeden yapılmış nezirler gibi. Mükellef bu vacibi istediği zaman yerine getirebilir.
b) Mukayyed vacib: Şâri’in eda edilmesi için belirli bir vakit tayin ettiği vâcibdir. Bu vacibin edası için bir başlangıç ve bitiş vakti vardır. Üçe ayrılır
  1.Müvessa' ve zarf vakit: Şari’in vacib için tayin ettiği vakit eğer o vacib ile beraber aynı cinsten başka bir ibadeti de kaplıyorsa bu vakte müvessa' veya zarf denir. Öğle namazının vakti bu kısma misaldir. Bu vakit hem öğle namazının hem de aynı cinsten başka bir namazı eda edecek kadar vakit bulunmaktadır.
  2.Mudayyak ve mi'yar vakit: Şari’in vacib için tayin ettiği vakit eğer o vacipten başka aynı cinsten bir ibadeti kaplamıyorsa Bu vakte mudayyak veya mi'yar denir. Bu kısma da Ramazan ayı misal olarak verilebilir. Ramazan ayı ramazan orucundan başka bir ibadeti kaplamaz.
  3.Zü'ş-şebeheyn vakit: Şari’in vacip için tayin ettiği vakit bir cihetten aynı cins başka bir ibadeti kaplıyor, bir cihetten de o vacip, bu vaktin tamamını kaplamıyorsa bu vakte Zü’ş-şebeheyn ismi verilir. Mesela: hac aylarında birçok hac yapacak süre olduğu halde sadece bir tek hac yapılabilmektedir. Bu sebeple hac ayları bir cihetten zarfa bir cihetten de mi’yara benzemektedir.
2: Miktarının belli olup olmaması açısından
1.Muhadded(sınırlı) vacib: Bu tür vaciplerde Şari belli bir miktar tayin etmiştir. Mükellef bu miktarı tam olarak eda etmezse zimmetinden borç kalkmaz. Beş vakit namaz gibi. Bunları rekat sayılarına riayet etmeden yapan mükellef borçtan kurtulamaz. Zekat gibi. Zekat olarak verilmesi gereken miktarı vermeyen mükellef borçtan kurtulamaz.
2.Ğayrı muhadded( sınırsız)vacib: Şari’in talep ettiği ve herhangi bir miktar tayin etmediği vaciplerdir. Hak yolunda infakta bulunmak, iyilikte yardımlaşmak, nezir ile vacip olduğu zaman fakirlere sadaka vermek, açı doyurmak, yardım çığlığı atan birine yardım etmek gibi.
3. İfa etmesi istenen kişi (mükellef) açısından
  1.Ayni vacib: Şari’in, mükelleflerin her biri tarafından yerine getirilmesini isteği vaciptir. Bazı mükelleflerin yerine getirmiş olmasıyla bu borç diğerlerinden sakıt olmaz. Namaz, oruç,  zekat, hac, akitleri ifa etmek, içki ve kumardan kaçınmak gibi.
  2. Kifa'i vacib: Şari’in tüm mükelleflerden talep ettiği ve her birinin yapmasını da istemediği vaciblerdir. Bu vacibi bazı mükellefler yerine getirirse tüm mükelleflerden borç düşer. Ancak kimse yerine getirmezse hepsi günahkâr olur. Emri bil-maruf nehyi anil-münker, boğulan birini kurtarmak, cenaze namazı, hastaneler inşa etmek gibi. Bu vacipleri yerine getirmek için Şari' muayyen birilerini sorumlu tutmamıştır. Bu vacipleri yerine getirmeye gücü yeten mükelleflerden talep etmektedir. Dolayısıyla bazıları yerine getirince diğerlerinden de mesuliyet düşer.



  4. Vacip, muayyen ve muhayyer kısımlarına ayrılır.
  1.Muayyen vacib: Şari’in bizzat yapılmasını istediği vaciptir. Namaz, oruç, alıcının fiyatı, kiracının kirası, gasbedilen malı yerine vermek gibi. Zira bu görevlerin bizzat kendisi yapılması vaciptir.
  2.Muhayyer vacib: Şari’in belirli birkaç işten herhangi birinin yapılmasını istediği vaciptir. Mesela: yeminini bozan kişinin kefaret ödemesi vaciptir. Bu da köle azatı veya on fakiri doyurmak veya on fakiri giydirmek seçeneklerinden bir tanesini yerine getirince zimmet borçtan kurtulur.
17.  Vucup ehliyeti ve Eda ehliyeti nedir? Bilgi veriniz.
Vücûb ehliyeti: İnsanın birtakım haklarının Sabit olması ve üzerine birtakım vecibelerin gerekmesine salâhiyetli olmasıdır. Bu Vücûb ehliyeti, kadın erkek, cenin, çocuk, ergin, mümeyyiz, dürüst, sefih, akıllı, deli, hasta ve sıhhatli insan olarak nitelenen her insan için vardır. Çünkü bu ehliyet, insanda yaratılışında ki özellikten ötürü bulunur. Ne olursa olsun her insanın bir vücüb ehliyeti vardır. Vücûb ehliyeti olmayan insan yoktur. Zira vücûb ehliyeti olması onun insanlığının gereğidir.
Edâ ehliyeti: Bu yükümlünün sözlerinin ve işlerinin şer'an muteber sayılma salâhiyetidir, öyle ki, ondan bir akit veya tasarruf meydana geldiği zaman o, şer'an muteber olur ve üzerine gerekli hükümleri terettüp eder. Herhangi bir farzı yaptığı zaman bu şer'an muteber sayılır ve üzerinden bu farz düşer. Bir kimsenin canına, malına, ırzına karşı bir cinayet işlerse, cinayetiyle sorumlu tutulur, beden veya mal bakımından cezalandırılır.
                                                           ادوار الحياة
1-دور الجنين                                   دور الطفولة/الصبي                دور التمييز                 دور البلوغ
الوجوب......ناقصة          اهلية الوجوب......تامة      اهلية الوجوب......تامة      اهلية الوجوب......تامة اهلية (A
  اهلية الاداء.......ناقصة       اهلية الاداء.......تامة        اهلية الاداء.......معدومة    اهلية الاداء........معدومة(B
Ehliyet ikiye ayrılır:
a) Vucub Ehliyeti
1-Cenin Devri: Doğuma kadardır. Nakıs ehliyet vardır.
2-Sabi Devri: Yedi yaşına kadarki süredir. Tam ehliyet vardır.
3-Temyiz Devri: Buluğa kadarki süredir. Tam ehliyet vardır.
4-Buluğ Devri: Ölene kadarki süredir. Tam ehliyet vardır.
Bu dördünde dikkate alınması gereken ölçüt hayattır.

b) Eda Ehliyeti
1- Temyiz Devri: Nakıs ehliyet vardır.
2- Buluğ Devri: Tam ehliyet vardır.
Eda ehliyetinde dikkate alınması gereken ölçüt temyiz ve bulüğdur.

18.  Ehliyet arızaları hakkında bilgi veriniz.
Kişi ergenliğe erdikten sonra kendisinde tam eda ehliyeti olur. Tam eda ehliyetine sahip olduktan sonra kişinin başına gelen ve daraltma veya ortadan kaldırma şeklinde ehliyeti etkileyen durumlar ehliyet arızalarıdır. Bu ârızaların bir kısmı insanın elinde olmayan semavi ârızalardır. Delilik, bunaklık, unutkanlık gibi, bir kısmı da insanın iradesi ile elinden çıkmaktadır. Sarhoşluk, sefihlik, borçluluk gibi.
Cünun: Gayrı mümeyyiz çocuğa uygulana hükümler uygulanır.
Ateh: a) İdrak ve temyiz kudretinden mahrum bırakıyorsa Gayrı mümeyyiz çocuğa uygulana hükümler uygulanır. b) İdrak ve temyiz kudretini ortadan kaldırmayan fakat normal reşid kimselerin idrak derecesinden aşağı bir dereceye indiren akıl zayıflığı oluras mümeyyiz çocuğa uygulana hükümler uygulanır.
1-Delilik, uyku ve baygınlık gibi eda ehliyetini tamamen ortadan kaldıran ârızalar. Delinin, uyuyanın ve baygının asla eda ehliyeti yoktur. Tasarruflarında da şer'î hükümler terettüp etmez. Delinin vücûb ehliyeti gereği, üzerine düşen malla ilgili görevleri, velisi onun adına öder. Uyuyan ve baygın olana vücûb ehliyetinin gereği üzerlerine düşen malla ilgili veya bedenle ilgili görevleri, her biri uyandıktan veya ayıldıktan sonra terettüp eder.
2-Bu ârızaların bir kısmı insana gelir ve eksik eda ehliyetine sebep olur. Mesela bunaklık, bunun tasarruflarının bir kısmı, mümeyyiz çocuk gibi muteber olur bir kısmı ise muteber sayılmaz.
3- Ârızaların bir kısmı insana gelir, eda ehliyetinin kalkmasına veya kesilmesine tesir etmez; ama gaflet, sefihlik gibi ehliyetin yokluğundan veya eksikliğinden olmayan, ancak birtakım yararlar ve yönler bakımından meydana gelen bir değişikliğin gereği olarak bazı hükümler değişir. Gaflet sahibi ve sefihten her biri ergin, akıllı olup tam eda ehliyeti vardır. Ancak her birinin malını yok olmaktan korumak ve her birinin başkasına muhtaç olmasının önüne geçmek için, malla ilgili tasarrufları yasaklanmıştır, bunun için malla ilgili takas yapmaları ve teberru da bulunmaları muteber sayılmaz. Bu onların ehliyetlerinin yokluğundan veya eksikliğinden değil, onların malını korumak içindir.
19.  Vakfın tarifi, meşruiyeti
a)      İslâmî vakfın tarifi nedir?
Cevap: Kendisinden istifâde edilebilen ve devam eden menkul veya gayri menkul bir mülkü, bir hayır cihetine tahsis etmektir. Bu tarifin göze çarpan üç kaydı vardır:
1- Vakfedilen nesnenin akar, bağ, bahçe ve hayvan gibi devam eden bir şey olmasıdır. Para, sabun, gıda maddeleri gibi, kullanmakla tükenen şeylerin vakfı sahih değildir. Vakfedildiği takdirde teberru ve sadaka sayılır.
2- Vakfın muvakkat değil, ebedî olarak tahsis edilmesidir. Bir tarla veya bir bina beş veya on seneliğine vakfedilirse vakıf sahih sayılmaz.
3- Vakfedilen cihet, cami, medrese ve köprü gibi İslâm ve vatana hizmet eden bir hayır müessesesi olmalıdır. Binaenaleyh, İslâmiyet’e ve vatana zarar veren, müslümanların inancını sarsan müesseselere bir şey vakfetmek haramdır.

b)     Vakfın meşruiyetine dâir herhangi bir âyet ve hadîs var mıdır?
Cevap: Vakfın meşruiyetine dâir Kurân-ı Kerîm'in açık bir nassı yoktur. Ama onunla ilgili çok hadis varid olmuştur. Ezcümle Peygamber (sa.) şöyle buyuruyor "Adem oğlu ölürse üç şey hariç ameli kesilir. Cumhûr-ı ulema, devam eden sadakadan maksadın vakıf olduğunu söylüyorlar.
c)      İslâm hukukuna göre vakıf olan şeyi herhangi bir suretle satmak veya satın almak caiz midir?
Cevap: İslâm hukukuna göre herhangi bir yöne vakfedilmiş olan bir şeyi satmak ve satın almak caiz değildir. Sünnet, bunu yasakladığı gibi icmâ'-ı ümmet de bunu yasaklamıştır. Bu hususta ihtilâf yoktur.
d)     Vakıf malını satmak câiz midir?
Cevap: caiz değildir. Yalnız vakıf mütevellisi artan vakıf geliriyle ev veya tarla gibi bir şey satın alırsa alınan bu şeyler vakıf sayılmadığından onları geri satmak da caizdir. Yine vakıf yararına ticarette bulunmak ve alışveriş yapmak da caizdir. 

20.  Yemin çeşitleri nedir? Yemini gamusu açıklayınız.
Üç çeşit yemin vardır. Bunlar; yemîn-i lağv, yemîn-i ğamûs ve yemîn-i mün’akidedir:
a) Yemîn-i lağv; bir şeyin doğru olduğu zannedilerek veya ağız alışkanlığıyla yapılan yemindir. Kişinin birini görmediği hâlde gördüğünü zannederek “Vallahi gördüm.” veya yemin kastı olmaksızın yemin sözlerini söylemesi, yemîn-i lağv olarak kabul edilmiştir. Bu şekilde yapılan yeminden dolayı keffâret gerekmez. Kur’an-ı Kerim’de, kasıtsız olarak ağızdan çıkıveren yeminlerden dolayı kişinin sorumlu tutulmayacağı bildirilmiştir (Bakara, 2/225; Mâide, 5/89). Bununla birlikte, ağız alışkanlığıyla konuşurken sıkça yemin edenlerin, bu alışkanlıklarından vazgeçmek için çalışmaları gerekir.

b) Yemîn-i ğamûs; yalan yere edilen yemindir. Bir kimsenin olmamış bir şey için bilerek olmuş diye veya olmuş bir şey için bilerek olmadı diye yemin etmesidir. Bu en büyük günahlardan biridir (Buhârî, Eymân, 16; Müslim, İman, 220). Böyle bir yemin Hanefîlere göre keffâretle telafi edilemez. Bu şekilde yemin eden kişinin, bilerek ve Allah’ın adını anarak yalan yere yemin ettiği için, pişman olarak, bir daha böyle bir hataya düşmemek üzere Allah’tan af dilemesi gerekir. Yalan yere yaptığı yemin sebebiyle başkasının hakkının zayi olmasına sebep olan kimse, bu zararı tazmin edip zarar verdiği kimselerden helallik istemelidir.
c) Yemîn-i mün’akide; mümkün olan ve geleceğe ait bir şeyi yapmak veya yapmamak üzere yapılan yemindir. Bir kimsenin şu işi yapacağım veya yapmayacağım diye yemin etmesi böyledir. Bu yeminin Allah’ın isimlerinden biriyle veya O’nun sıfatlarıyla ya da örfte yemin anlamına gelen sözlerle yapılmış olması gerekir(İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, V, 478, 481-486). Bu yemini eden kişinin, dinin yasakladığı bir şeyi yapmaya veya emrettiği bir şeyi terk etmeye yönelik olmadıkça ettiği yeminin gereğini yapması gerekir. Yeminini bozarsa keffâret öder (Merğînânî, el-Hidâye, IV,
21.  Zekat Nedir?
Zekât, dinen zenginlik ölçüsü kabul edilen miktarda (nisap) mala sahip olan kimselerin Allah rızası için muayyen kişilere vermesi gereken belli miktarı ifade eder. Zekâtın farz olması için şartlar; malların nisaba ulaşması yanında nâmî (üreyici/artıcı) olması, sahip olunduğu andan itibaren üzerinden bir yıl geçmesi, bir yıllık borcundan ve aslî ihtiyaçlardan fazla olmasıdır.
Nisap, zekâtla yükümlü olmak için esas alınan zenginlik ölçüsüdür. Bu ölçü, altında 20 miskal (80.18 gr), devede 5, sığırda 30, koyun ve keçide 40 adettir.
22.  Zekat ve fitre kimlere verilir. Konu hakkında ayet var mı? Varsa okuyunuz.
Zekâtın verileceği kimseler Kur’an-ı Kerim’de belirtilmiştir. Bunlar; fakirler, miskinler, zekât toplamakla görevlendirilen memurlar, müellefe-i kulûb adı verilen kalpleri İslam’a ısındırılmak istenen kimseler, esaretten kurtulacaklar, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış olanlardır (Tevbe, 9/60).
Fakir ve miskin, temel ihtiyaçları dışında herhangi bir maldan nisab miktarına sahip olmayan kimsedir. Ancak temel ihtiyaçları dışında, ister artıcı (nâmî) vasıfta olsun ister olmasın, herhangi bir maldan nisap miktarına sahip olan kimse fakir veya miskin kapsamında olmadığından ona zekât verilmez (İbnü’l-Hümâm, Feth, II, 266).
Borçlu, kul hakkı olarak borcu olan ve borcunu ödeyeceği maldan başka nisab miktarı malı bulunmayan kimsedir (İbnü’l-Hümâm, Feth, II, 268).
Yolda kalmış kimse, sürekli yaşadığı yerde malı bulunsa bile, çıktığı yolculukta parasız kalıp parasına ulaşma imkânı bulamayan, başka bir deyişle, parasızlıktan yolda kalmış ve memleketine dönemeyen kimsedir. Bu kimseye, malının bulunduğu yere dönmesine ve dönünceye kadarki ihtiyaçlarını gidermesine yetecek kadar zekât verilebilir (Kâsânî, Bedâî’, II, 43-46). Günümüzde yolcu olan kişi istediği zaman memleketindeki parayı banka kartı veya başka bir yöntemle alma imkânına sahipse ona zekât verilmez.
“Allah yolunda” anlamına gelen “fî sebîlillah” ifadesi ise, kendisini Allah yoluna ve İslam’a adamış hac yolcuları, askerler ve ilim için yola çıkan gerçek kişiler olarak yorumlanmıştır.
23.  Zekat ve fitre kimlere verilmez?
Hanefilere göre aşağıda sayılanlara zekât ve fitre verilmez:
a) Ana, baba, büyük ana ve büyük babalara,
b) Oğul, oğlun çocukları, kız, kızın çocukları ve bunlardan doğan çocuklara,
c) Eşine,
d) Müslüman olmayanlara,
e) Zengine yani aslî ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olan kişiye,
f) Babası zengin olan ergen olmamış çocuğa (Merğinânî, el-Hidâye, II, 223-228).

24.  Zekatta enflasyon caiz mi?
Zekâtın yıl dolunca, mal veya nakit para cinsinden peşin olarak verilmesi halinde enflasyon dikkate alınmaz. Zekatını 6 aylık çekle verse durum ne olur? Ebû Hanîfe'ye göre, zekât kıymetinin belirlenmesinde esas olan zekâtın farz olduğu gün, yani yıl sonu; Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise zekâtın fiilen ödendiği gündür. Kişinin 10 bin TL zekat borcu olup 5 bin TL sini peşin kalanını 6 ay çekle verse zekât yükümlüsü, Ebû Hanîfe'nin görüşüne uyarak yıl sonundaki değerlendirmede çıkan yukarıdaki 5 bin TL örneğinde, bunu altına endeksleyerek çeklerin vade tarihine göre bir farkı zekâtına eklemesi ya da malları standart malsa; İmameyn'in görüşüne uyarak zekatın fiilen verilmiş olacağı 6 ay sonraki tarihteki kıymetleri üzerinden hesaplanması yoluna gidilmelidir.
25.  Havelanül-havl nedir?
Yıllanma, üzerinden bir yıl geçme anlamında zekâtla ilgili olan bir fıkıh terimi. Yılbaşında ve sonunda nisap miktarı mala sahip olan kimsenin, zenginliğinin üzerinden bir yıl geçmesini ifade eder. Zekâtın farz olmasının şartlarından birisi "yıllanma"dır. Diğer şartları şunlardır: Hür olmak, müslüman olmak, âkıl ve bâliğ olmak, Hanefiler dışındaki çoğunluğuna göre, küçüklerin ve akıl hastası olan zenginlerin mallarına da zekât gerekir. Diğer yandan malın zekâta tâbi mallardan olması ve malda tam mülkiyetin bulunması da farz olma şartlarındandır. Toprak ürünleri ile madenlerde ise bir yıllık süre şartı aranmamıştır. Çünkü bir yılda, birden çok ürün alınabilen topraklar da vardır (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi')
26.  Müsaveme, murabaha, tevliye nedir?  
Alıcı ile satıcının özelde fiyat, genelde akdin konusu veya şartları üzerinde pazarlık edip karşılıklı rızaya dayalı olarak anlaşmaları usulüne müsâveme, bu yöntemle yapılan alım satım sözleşmesine ise bey‘u’l-müsâveme adı verilir. 
Satılan malın maliyeti ve kar oranı açıklanmadan pazarlık usulüyle satışı (müsâveme) caiz olduğu gibi, malın maliyeti üzerine belli bir kâr koyarak satma yani karlı satış murabaha, maliyetine satış tevliye, zararına satış vedȋa da caizdir.
Tevliye: Bir malı maliyet fiyatına satmaktır
Murabaha: Alış fiyatına kâr ekleyerek satmaktır.
Müsaveme, sevm-i şira: Kaça mal olduğunu söylemeden yapılan satış     
Vadȋa الوضيعة :   Bir malı maliyet fiyatından aşağısına satmaktır.   
Bey-ı ine: (gizli faiz). Bir malı veresiye sattıktan sonra aynı malı düşük fiyattan peşin olarak  geri almaktır.
27.   Gabn, Tağrir, Teva nedir?
   Gabn: Bir malı değerinin altında bir bedelle satma veya değerinden fazla bir bedelle satın alma ve bu şekilde aldanmaya denir. Gabn, gabn-i fâhiş ve gabn-i yesîr şeklinde ikiye ayrılır. Gabnin fâhiş olup olmadığını belirlemede o akde ve bölgeye ait örf ve âdetin ölçü alınması gerekir. Bilirkişilerin tesbit ettiği değişik değerlerin sınırları içinde kalan bedel gabn-i yesîr, bunun altında veya üstündekiler de gabn-i fâhiş saymıştır. Meselâ satılan bir malın değeri olarak bilirkişiler 7, 8, 12 birim fiyat tesbit ettiklerinde 7-12 arasında kalan her bedel gabn-i yesîr, 7’nin altında veya 12’nin üstünde kalan bedeller ise gabn-i fâhiş sayılmaktadır. Mecelle’de Hanefî mezhebindeki kuvvetli görüş tercih edilerek gabn-i fâhişin ancak tağrîr bulunduğunda aldatılan kimseye akdi fesih hakkı vereceği belirtilir (md. 356) 
Tağrir: Satım, icâre vb. ivazlı akidlerde taraflardan birinin ya da onunla irtibatlı üçüncü kişinin söz veya davranışı ile diğer tarafı kasten aldatmasını ifade eder. Fıkıh literatüründe bu fiil için hılâbe, gış, tedlîs, hıyânet, hud‘a/hıdâ‘ gibi kelimeler de kullanılır. Bunların bir kısmı bağlama göre özel anlamlara sahiptir. Meselâ gış “bir şeyin gerçek durumunu değiştirme, hukukî işlemin konusunda veya bedelinde mevcut olmayan iyi bir özelliği varmış ya da olumsuz bir özelliği yokmuş gibi gösterme”; tedlîs “genellikle akid sırasında malın kusurunu veya hoş görülmeyen bir özelliğini gizleme”; hıyanet “güvene dayalı akidlerde gerçeğe aykırı beyanda bulunma”; tağrîr “daha çok sözlü olarak aldatmamânasındadır.  Tağrir fiili ve kavli şeklinde iki çeşittir. Eski elbiseyi boyayarak yeniymiş gibi müşteriyi aldatmak, sütü bol gözüksün diye satımdan önce birkaç gün hayvanı sağmayıp memesinde sütün birikmesini sağlamak (Musarrât المصرّاة ) fiili tağrirdir. “Daha önce şu fiyatı verdiler, vermedim” veya, “Maliyeti şu, bundan aşağısı zarar eder” gibi beyanlar, gerçeğe aykırı olması ve satımın gabn-i fâhiş içermesi durumunda alıcı için akdi feshetme yetkisi veren sözlü tağrîr kabul edilmiştir. Tağrîr, satıcının muhatabını aldatmak amacıyla sözleşmeye konu olan malda kendisi tarafından bilinen bir kusuru açıklamayıp susması gibi olumsuz davranışlarla da meydana gelebilir. Buna “tağ-rîr bi’l-kitmândenilmektedir.
Teva: Havâle edilenin borca batık olarak ölmesi veya hâkimin iflâsına hükmetmesi, havâle edilenin havâleyi inkâr etmesi gibi havale edilen borcun muhaün aleyhten(borcu üstlenenden) alınmasının mümkün olmamasıdır. Teva durumunda borç,  asıl borçlu olan muhil’e geri döner.
28.  İstisna’ akdini anlatınız.
Bir sanatkârdan sanatıyla ilgili bir şeyi imal etmesini istemek, sanatkâra siparişte bulunmak, manasına gelir. Mesela bir kimse ayakkabıcıya ayağının ölçüsünü verip onunla bir çift ayakkabı yapması için anlaşsa bir istisna' akdi yapmış olur. istisna' akdi istihsânen caiz görülmüş ve meşru olduğunda icma' edilmiştir. Madumun satışı demek olan selem ve Istisna' akidleri kıyasın hilafına olarak birincisi nas ile, ikincisi icma ve istihsan yoluyla sabit olmuştur.
29.  Selem Akdini Anlatınız.
Semen (para) peşin, mebi’ (mal) veresiye olmak üzere yapılan bir akittir. Meşrutiyyeti kıyasın hilafına olarak Kitap, sünnet ve icma ile sabittir.
Rabbu's-Selem : Müşteri, semeni ödeyen kimse.
Müslemin ileyh : Bayi', sonradan malı teslim eden kimse.
Müslemun fih : Mebi', sonradan teslim edilen mal.
Re'su'I-Mal : Semen, peşin ödenen para vb.
Selemin şartları: Re'su'l-mal (semen) malum olmalıdır.
2.Re'su'l-mal (semen) peşin olarak hemen akid meclisinde ödenmelidir. Ödemenin sonraya bırakılması akdi ibtal eder.
3.Müslemun fih (mebi') malum olmalıdır. Müslemun fih henüz mevcut olmadığı için görülmesi söz konusu olmaz. Dolayısıyla müslemun fih ancak vasfedilmekle, ebadı, markası cinsi, miktarı... söylenmekle malum olabilir.
4. Müslemun fihin teslim zamanı malum olmalıdır. Hanefi ve Şafii mezheplerine göre teslim zamanının hasad vakti, hacıların gelişi, üzüm ya da pamuk vakti gibi tam malum olmayan bir zamana bırakılmaması aksine ayıyla, günüyle tespit edilmesi gerekir.
5. Müslemun fih misli bir mal olmalıdır. Kıyemi mallarda selem caiz değildir.
Selemde re'su'l-mal (semen) peşin ödenir. Peşin ödenmesi ittifakla şart koşulmuştur. Hâlbuki istisna'da paranın peşin veya sonradan ödenmesi önemli değildir.

30.  Sarf akdi nedir?
Paranın para ile değişimini konu edinen akdi ifade eder. Sarf akdinin şartlarıyla ilgili olarak ele alınan meseleler şu şekilde özetlenebilir:
1. Bedellerin Para veya Para Hükmünde Olması. 
2. Aynı Cinsten Bedellerin Eşit Miktarda Olması (Mümâselet). Bu şart Resûl-i Ekrem’in, bedellerin tamamen eşit miktarda olmasını şart koşan “mislen bi-mislin” ve “sevâen bi-sevâin” ifadelerine dayanır.
3. Tarafların Birbirinden Ayrılmadan Karşılıklı Bedelleri Kabzetmesi. Ayrı cinsten iki para arasındaki değer farkının her an değişime açık olması sebebiyle veresiye faizine (ribe’n-nesîe) düşmemek ve taraflar arasında ihtilâfa sebebiyet vermemek için sarfta karşılıklı bedellerin akid meclisinde kabzı şart koşulmuştur. Bu şart ilgili hadislerin “yeden bi-yedin”, “hâe ve hâe” (peşin olarak) şeklindeki açık ifadesine dayanır .

31.  İmameti suğra hakkında bilgi veriniz
Fıkıh literatüründe imâmet amme hukuku alanında “devlet başkanlığı”, ibadetlerde ise “cemaate namaz kıldırma” anlamında kullanılır ve muhtemel bir karışıklığı önlemek için de birincisine “büyük imâmet” (el-imâmetü’l-kübrâ/el-imâmetü’l-uzmâ), ikincisine “küçük imâmet” (el-imâmetü’s-suğrâ) ya da “namaz imamlığı” (imâmetü’s-salât) denilir 
32.  Âkile Nedir?
ÂKİLE, hata ile öldürülen bir insanın katilinin ödemesi gereken DİYET’i ödeyecek olan akrabalarına verilen isimdir.  Âkile akrabalardan oluştuğunda kişinin baba tarafından yakınları âkile olanlardır. Baba, dede, öz veya baba bir kardeşler, kardeşlerin çocukları, amcalar, amcaların çocukları âkileyi oluşturur.  Bütün mezhepler kadın, çocuk, akıl hastası ve fakirleri âkıle dışında tutarlar.
33.  Kasame ve hükümleri hakkında bilgi veriniz.
Hanefîler’e göre kasâme, bir bölgede bir kimse öldürülmüş olarak bulunduğunda bölge halkından elli erkeğin o kimseyi öldürmediğine ve öldüreni de bilmediğine dair Allah adına yemin etmesidir Bir yerde ölü varsa ve katil bilinmiyorsa katilin velisi oradakilerden 50 kişiyi seçer öldürmediklerine ve katili bilmediklerine dair yemin ederler. Sonra orta ahalisinden âkile olanlar üzerine diyeti ödemekle hükmedilir.
Şartları. Fakihlerin çoğunluğuna göre kasâmeye sadece adam öldürme suçunda gidilebilir; ölümle sonuçlanmayan yaralamalarda ve diğer müessir fiillerde kasâme söz konusu olmaz. Cinayetin fâilinin meçhul olması veya kesin delille sabit olmaması da gerekir. Ölünün köle, zimmî veya deli gibi belli konularda ehliyeti kısıtlı kimselerden olması kasâmeye engel teşkil etmez. Hanefȋler  maktulün kamuya ait bir arazide bulunması halinde, buralarda can güvenliğini sağlama devletin görevi olduğundan kasâmeye değil doğrudan hazineden diyet ödemesine gidilmesini savunurlar. Kasâmede kural ilgili taraftan elli kişinin yemin etmesi olmakla birlikte iki ekole göre de şahıs sayısı elliden az olduğunda mevcutlar kalan yemini tekrar ederek yemin sayısını elliye tamamlar.



34.  Mukayeda akdi nedir? (Trampa)
Fıkıhta malın malla değişimini ifade eden trampa akdinin karşılığıdır. Mutlak mânada malın malla mübadelesi trampa diye nitelendirilirken bedellerden birini paranın teşkil etmesi halinde normal satım akdi (bey‘) söz konusu olur.
35.  ARÂYÂ العرايا
Belli bir miktar kuru hurmanın tahminen aynı miktardaki taze hurmayla değiştirilmesidir.
36.  Müzâbene  المزابنة
Müzâbene dalınaki hurmayla, toplanmış hurmayı satmak; Muhâkale başaktaki buğday ile toplanmış buğdayı satmaktır. Bu iki satış da fasittir. Müzâbene “hurma ağacındaki taze mahsulün kuru hurma, asmasındaki yaş üzümün kuru üzüm ve başağındaki hububatın harmanlanmış kuru mahsul karşılığında aynı ölçüde satılması” demektir..Aynı ölçüde olma özelliği şöyle açıklanır: Ağaçtaki taze hurmanın kaç ölçek olduğu tahmin edilerek veya kaç ölçek çıkarsa o kadar olmak üzere kuru hurma ile değişimi kararlaştırılır. Müzâbene satışı Hanefilere göre fasittir. Ağaçtaki, kuruyunca azalacak olan meyvenin miktarını tam olarak tahmin etmek mümkün olmadığından, bunda taraflar için aldatma söz konusudur. İslâm hukukunda prensip olarak riskli satışlar yasaklanmıştır.
37.  Kıyas Nedir?
Kitap, Sünnet ve icma’da hükmü bulunmayan meseleye, aralarındaki illet birliği sebebiyle, bu kaynaklardan birinde yer alan meselenin hükmünü vermektir. Hakkında hüküm bulunmayan bir olayı, hükmün illetinde birleştikleri için, hakkında hüküm bulunan bir olaya hükümde ilhak etmektir. Hakkında bir illet sebebiyle hüküm verilen durumun hükmünü, aynı illeti taşıyan başka duruma da taşımaktır.       
Örnek: Vârisin kendisine miras bırakan (murisi) öldürmesi nass ile hükmü sabit olan bir olaydır. "katil varis olamaz"  Bunun illeti öldürmedir. Bir şeyi zamanından önce elde etmeye yönelmiş  olmasıdır. Öldürmenin maksadı  aleyhine döner ve mirastan yoksun bırakılarak cezalandırılır. Varisin mürisini öldürmesine kıyas yapılarak vasiyet edeni öldüren de illet birliğinden dolayı kendisine yapılmış  olan vasiyetten mahrum olur.
38.  Kıyasın rükünları nelerdir?
Kıyasın rükünları dörttür. Asıl, fer’, aslın hükmü, illet
Asıl: Hükmü nass veya icma tarafından belirlenmiş olan hükümdür. ( makis aleyh, müşebbeh bih) Mesela şarap asıldır
Fer’: Hükmü nass veya icma tarafından belrilenmemiş meseledir. ( el-makis, el-müşebbeh) Mesela bira
Aslın Hükmü: Asıl hakkında sabit olan ve kıyas yoluyla fer’a da uygulanmak istenen hükümdür. Mesela burda haram
İllet: Asla ait hükmün konulmasına sebep olan özelliktir. Nasslarda hükmün konulmasına sebep olan özelliğe denir. Mesela burda, insanın dünyasında zararlı sonuçlara sebep olur.
Yukarıdaki örnekte hikmet insanın aklını korumaktır. Yukarıdaki örnekte kıyasın rükünları gerçekleşmiş olup aslın hükmü olan haramlık, illet birliği sebebiyle biraya da taşınmıştır.



39.  Kıyasın şartları nelerdir?
Kıyasın varlığından söz edilebilmesi için bir takım rükünların bulunması gerektiği gibi, kıyasın geçerli olabilmesi için bazı şartların bir araya gelmesi gerekir. Bu şartlar çoktur ve çeşitlidir. Bu şartların bir kısmı “aslın hükmü” ile, bir kısmı “fer’” ile, bir kısmı da “illet” ile ilgilidir.
Aslın Hükmünde Aranan Şartlar: Bunlar üç tanedir.
a)      Aslın hükmü kitap ve sünnetle sabit bir hüküm olmalıdır. Şayet hüküm icma’ ile sabitse ihtilaf vardır. Delil olur diyenler ve illeti tespit etme imkanı olmadığı için delil olmaz diyenler vardır.
b)     Aslın hükmünün illeti akıl ile kavranabilmelidir. İbadetlerde, cezalarda, miras hisselerinde, zekatların sayılmasında kıyas olmaz. Beş vakit namazın rekatları, Kabe’nin yedi defa tavaf edilmesi, mestin altına değil de üstüne mesh verilmesi gibi hükümlerin illetini aklın kavraması mümkün değildir. O halde bunlar üzerine kıyas yapılamaz.
c)      Aslın hükmü sadece asla mahsus olmamalıdır. Aslın hükmünün kendisine mahsus olması iki durumda olur:
1.Durum: Hükmün nedeninin asıldan başkasında var olduğu düşünülemez. Namazı kısaltmanın ancak sefere has olması gibi..
2. Durum:Aslın hükmünün asla has kılındığına dair bir delil bulunmasıdır. Hz. Peygamber'in (sav) çok evlenmesinin kendine has olması ve Huzeyme b. Sabit'in (ra) şahitliğinin iki şahit yerine geçmesi gibi.. "Huzeyme kime şahitlik ederse, ona yeter".

Fer’ ile ilgili şart: a) Fer’, hükmün illeti bakımından “asıl”a eşit olmalıdır. Bu şart gerçekleşmeden kıyas yapılırsa, iki farklı olay arasında yapılmış kıyas anlamına gelen “kıyas maalfârık” denir.
b) Fer’ hakkında, nasslarda veya icma’da, kıyas yoluyla bulunacak sonuca aykırı düşen bir hüküm bulunmamalıdır. Aksi halde bu kıyas nass ve icma’ ile çatışmış olacaktır. Bu şartın gerçekleşmediği “kıyas için kıyas fâsidül i’tibar” denir.

İllet ile ilgili şartlar: Usul âlimlerinin ittifak ettiği illetin şartları 4 tanedir.
a)      İllet açık bir vasıf olmalıdır. (İllet açık ve anlaşılır olmalıdır)
b)     İllet munzabıt bir vasıf olmalıdır. Kişiden kişiye, durumdan duruma açık farklılıklar göstermeyen belirli, istikrarlı bir vasıf olmalıdır.
c)      İllet münasip (uygun) bir vasıf olmalıdır. Hükmün konması ile insanlar için bir menfaat sağlanmış veya onlardan bir mefsedet giderilmiş olmalıdır.
d)     İllet kasır olmamalıdır. İllet yalnız asılda olan bir vasıf olmamalıdır. Yani asla has olmamalı ve başkasında da bulunabilmelidir.

40.  İllet hakkında bilgi veriniz.
Tarifi: Asla konan hükmün konulmasına sebep olan niteliktir. Asılda bulunan ve hükmün üzerine bina kılındığı bir niteliktir. Bu nitelik ile bu hükmün fer’de de bulunduğu bilinir. Örneğin; sarhoş etme şarabın haram olmasının üzerine bina kılındığı bir niteliktir.
Hükmün hikmeti: Şarii, hükmü ortaya koymaya sevk eden sebebe denir. Hükümlerde ana hedef kulların maslahatıdır. Hüküm koymaya sürükleyen bu sebep, hüküm koymadaki gayeyi bize gösterir. Gerçek gerekçe hikmettir, zahiri gerekçe illettir. Mesela Şuf’a hakkının hikmeti şefi’in zarara uğramasını engellemektir. İşte her şer’i hükmün hikmeti bir yararı gerçekleştirmek ve bir zararı savmaktır.
Hüküm, hikmete değil de illete bina edilir. Bunun temel nedeni hükümde istikrarı sağlamaktır. Mesela seferilikte hikmet meşakkattir. Ancak seferilikte, Ali’ye göre meşakkat farklı olacak; Veli’ye, Hamza’ya göre farklı olacaktır. Bu durumda istikrar sağlanamaz. Ama seferilik hükmü illete yani yolculuğa bağlanırsa istikrar elde edilmiş olur. Bu ayrımın pratik sonucu şudur: Ramazanda yolculuk yapan kişinin zorluk çekmese bile oruç tutmaması caizdir. Çünkü burada illet zorluk değil yolculuktur.
Öyle ise kıyas yaparken müctehide düşen görev asıl ile fer’in hikmette değil illette bir olduklarını tesbit etmektir. Hakime düşen görev de hikmete göre değil illete göre hüküm vermesidir.
·         İllet zahirdir, hikmet bazen zahir, bazen de hafidir.
·         İllet munzabittir. Hikmet bazen değişken olabilir.
·         İllet makisun aleyh yani asılda bulunan ve hükmün üzerine bina kılındığı bir vasıftır.(niteliktir.) Hikmet ise hükmü koyarak ulaşılmak istenen gayedir.

41.  İllet ile Sebep arasında fark var mıdır?
Usulcülerin bir kısmı İllet ile Sebebi eş anlamı kabul etmişlerdir. Fakat çoğunluğa göre illet ve Sebeb arasında fark vardır. İllet ve Sebebin her biri hükmün alametidir. Her ikisinin de üzerine hüküm bina edilir ve varlığı ve yokluğu onlara bağlanır. Bu bağlantıdaki münasebet akılca anlaşılan bir nitelik ise buna illet denir. Aynı zamanda sebep de denir. Ancak akıl ile kavranamazsa buna sadece sebep denir. İllet denilmez.
ü  Yolculuk dört rekâtlı namazların kısaltılması için hem sebep hem de illettir.
ü  Ramazanda bulunmak Ramazan orucunun farz olması için sebeptir illet değildir. Yani; her illet sebeptir, fakat her sebep illet değildir.

42.  İlletin Şartları Nelerdir?
Usul âlimlerinin ittifak ettiği illetin şartları 4 tanedir.
a)      İllet açık bir vasıf olmalıdır. (İllet açık ve anlaşılır olmalıdır) (Varlığına ve yokluğuna kesin olarak hükmedilecek şekilde açık olmalıdır.) Açık olmasının manası görünen, duyu organlarıyla idrak edilen hissî bir şey olmasıdır. Asılda olduğu duyu ile kavranan, fer’de olduğu yine duyu ile kavranan bir şey olmalıdır. Mesela sarhoş etme illeti şarapta nasıl anlaşılıyorsa diğer içeceklerde de aynı şekilde anlaşılır. İçkinin illeti açık ve net olarak sarhoş ediciliktir.
b)     İllet munzabıt bir vasıf olmalıdır. Kişiden kişiye, durumdan duruma açık farklılıklar göstermeyen belirli, istikrarlı bir vasıf olmalıdır. Mesela yolcunun namazı kısaltmasının illeti meşakkat olamaz. Çünkü özel uçağıyla seyahat eden şahıs ben meşakkat çekmedim diyebilir. Öyleyse seferilikte illet yolculuktur.
c)      İllet münasip (uygun) bir vasıf olmalıdır. Hükmün konması ile insanlar için bir menfaat sağlanmış veya onlardan bir mefsedet giderilmiş olmalıdır. Mesela şaraptaki haramlılık hükmü, şarabın kırmızı veya akıcı bir madde oluşu gibi özelliklerle ta’lil edilemez. Şarabın akıcı olması illet olmaz, çünkü akıcı olmasının illet olması hikmete uygun değildir.
d)     İllet kasır olmamalıdır. İllet yalnız asılda olan bir vasıf olmamalıdır. Yani asla has olmamalı ve başkasında da bulunabilmelidir. Mesela yolculukta namazın iki rekata kısaltılmasının illeti yolculuktur. Hikmeti meşakkat ve sıkıntıyı gidermektir. Bu sıkıntının giderilmesi yolculuğa bağlanmıştır. Çok ağır işlerde çalışan kimse, demir çelikte veya fırında çalışıp meşakkat görse bile yolculuk illeti bulunmadığı için namazları kısaltamaz.

43.  İlleti Bulma Yöntemleri (İlletin Bilinme Metodu) İlleti Belirleme Metodu
Bunların en meşhuru üçtür.
a.      Nas vasıtasıyla illeti bulma: İlleti kitap ve sünnet naslarından araştırmaktır. Nass,
illeti bazen apaçık gösterir. من اجل – لاجل – كي  Mesela nass’da şu nedenden ötürü, şu sebebten dolayı sözlerinin bulunması illet bildirir. من اجل ذلك كتبنا علي بني ...
İllet bazen takip fa’sıyla  والسارق والسارقة فاقطعوا... kendini gösterir. İllet bazen hükmün, hemen bu vasfın peşi sıra zikredilmiş olmasıyla işaret yoluyla bulunur. Hakim kızgın iken hükmetmez. Bu hadiste hüküm vermemeyi öfkeli olmaya bağlamıştır. Öyleyse öfkeli olma hüküm vermeme için illettir.
b) İkinci yol icma’dır: Her hangi bir asırda müctehidler bir niteliğin şer’î bir hükmün illeti olduğunda birleşirlerse, bu niteliğin illet olması icma’ ile sabit olmuş bulunur. Bunun misali şudur: Küçük kızın üzerine malî velâyetin nedeninin “küçüklük” olmasında birleşmişlerdir.
c) Üçüncü yol: Sebr ve Taksimdir. “Sebr”in manası “denemek”tir. Taksim ise, illet olabilecek nitelikleri asılda sınırlayıp hangisinin illet olacağının araştırılmasıdır. Asılda (makisun aleyh) illet olduğu açıkça anlaşılmayan; ancak müçtehidin çabasıyla ortaya konabilecek vasıflardan birini illet olarak bulup, illet olarak ortaya çıkarmaya sebr ve taksim denilir. Mesela Hz. Peygamber (sav) faizle ilgili olarak altı madde sayar ve bunların birbiriyle satışının misli misline ve peşin satılmasına müsaade eder. Aksi halde faiz meydana gelir. Bu hadiste haramlık hükmünün ya da yasak olma hükmünün illeti nedir? Hanefiler şöyle bir yol izlerler. Burada faizin cerayan etme illeti şunlar olabilir:
1)  Ribevȋ malların miktarının ölçek ve tartı ile bilinen mallardan olması
2) Yenilebilir şeylerden olması
3) Rızık olarak saklanabilir olması       4) vd…..
Hanefi müçtehid der ki, burada bunların yenilebilir olması illet olamaz. Çünkü altın ve gümüş yenilmediği halde zikredilmiştir. Rızık olması da illet olamaz, çünkü tuz, buğday gibi bir rızık değildir. Tuzun tuzla takasında da faiz cereyan etmektedir. Geriye ölçek ve tartı ile satılır olma vasfı illet olarak kalır. Burada illet olabilecek şeyler zikredilmiş olsaydı ve müctehid bunlardan birini illet olarak ortaya çıkarsaydı bu Tenkȋhu’l-menât olurdu.
d) Dördüncü yol: Tenkȋhu’l-menât yöntemiyle illeti bulma
Nas ve icmada illet olabilecek şeyler zikredilir. Müctehid bunlardan illet olamayacakları ayıklar. İllet olabilecekleri ortaya koyar. Mesela “Bakire ve küçüğü ancak velisi evlendirir.” Hadisinde illet bekarlık mı yoksa küçüklük müdür? Bu hadiste illet olabilecek şeyler nassta zikredilmiştir. Müctehidin görevi bunlardan birini illet olarak ortaya çıkarmaktır. Bunun için bekaret ve küçüklüğün başka yerlerde (naslarda ve icmada) illet olarak kullanılıp kullanılmadığına bakar. “Yetimlere rüşde erince mallarını verin.” ayetini bulur. Burada malların verilmeme illetinin küçüklük olduğunu tespit eder. Böylece “ancak velisi evlendirir.” hükmünün illetinin küçüklük olduğunu ortaya koyar.
44.  Münasip vasfın kısımlarını açıklayınız.
İlleti bulma yollarından olan münasebet yolunun, yani münasip vasfın Şari’ tarafından kabul edilip edilmemesi açışından 4 kısma ayrılır.
1.      Müessir Münasip İllet: Dinin bir nas ve icma ile ona itibar ettiğini gösterdiği münasip
vasıftır. Bu vasıfla talil yapılması ittifakla sahihtir. Şari tarafından muteber sayılan münasip vasıftır. Hayız halindeki kadına yaklaşmamanın illeti ayette açıkça eza olarak belirtilmiştir. “Sana kadınların hayız halinden soruyorlar, de ki o bir ezadır.”
2.      Mülgâ Münasip İllet: İlk bakışta üzerine hüküm bina etmenin bir maslahatı
gerçekleştireceği sanılan fakat şari’in onun delil sayılmasını lağvettiği vasıftır. Mesela kız ve erkek çocuk yakınlıkta eşit olmalaına bakarak mirastan eşit pay alacaklarına hükmetmek böyledir. Çünkü şari’ onların payını farklı olarak belirlemiştir.
3.      Mürsel Münasip İllet: Şari’in koyduğu hükme uygunluğuna ve mülga olduğuna dair
bir delil bulunmayan vasıftır. Bu vasıf herhangi bir maslahata uygundur. Usulcüler buna “mesalih-i mürsele” derler. Para basmak, Kur’an’ın cem ve tedvin edilmesi gibi.. Bunun üzerine hüküm bina edilmesi konusu ihtilaflıdır.
4.      Mülâyim Münasip İllet: (Muteber Münasip İllet): Çoook Önemli***
Şari’in hükmü kendisine göre düzenlediği uygun bir vasıftır. Fakat bu vasıf nass veya icma ile hükmün bizzat kendisinin illeti sayılmamıştır. Şariin üzerine herhangi bir hüküm bina ettiği; ancak bu vasfın bizzat o hükmün illeti olduğuna dair herhangi bir nass veya icmanın bulunmadığı vasıftır. İllet olarak kabul edilen vasıf ile hüküm arasında öyle bir uyum olmalıdır ki, hükmün bu vasıf üzerine bina edilmesiyle, Şârȋ’in bu hükmü koyarken kastettiği maslahatın gerçekleşmiş olduğu kanaatine varılmalıdır. Bu maslahat ya kullar için bir faydanın sağlanması veya onlardan bir zararın giderilmesidir. Bu metoda ancak, hükmün illetini gösteren bir nass veya icmâ bulunmadığında başvurulur. Böyle bir durumda müçtehit, asıl üzerinde inceleme yapar. Asılda hükme uygun yani “münasib” bir vasıf bulunup bulunmadığını araştırır. Şayet hem “münasib” hem de zahir ve münzabit bir vasıf bulunursa, bu vasfı illet olarak kabul eder. Böyle bir illet tespitinde müçtehidin dayanağı, hüküm ile vasıf arasındaki “uygunluk” tur.
Hüküm ile illet olarak kabul edilecek vasıf arasındaki uygunluğu (münasebet) araştırma metodu, illeti belirleme metotlarının en önemlisi sayılır. Bu üç şekilde olabilir:
a)      Vasfın, hükmün cinsine illet olmasıdır. Nas veya icma ile bu vasfa bağlanan hükmün cinsine illet kabul edilmiştir. اعتبار الوصف بعينه علة لجنس الحكم
Bu durum, illetler aynı olup hükümler farklı olduğunda söz konusudur. Bu durum, bir nasta illet olmayıp müçtehidin başka nassta illet aramasıyla alakalıdır.  الولاية علي المال  ve الولاية علي النفس konumuza örnek olarak verebiliriz. “Bekar ve küçük kızı ancak velisi evlendirir.” hadisinde “el velayetü alennefs” var. Bu hadiste illetin bekârlık mı küçüklük mü olduğuna dair herhangi bir işaret yoktur. Bekârlık ve küçüklük başka bir yerde illet olarak kullanılmış mı? Müçtehid “Yetimlere rüşte erince mallarını verin.” ayetini bulur. Bu ayette illet rüşt değil küçüklüktür. Öyleyse evlendirmede de illet küçüklüktür, der.
Burada, hükümler aynı olamayan farkı bir şey olup (birinde mal tasarrufu, diğerinde evliliktir), ortak vasıfta birleşmektedirler. Ortak vasıf da sığardır. Her iki durumda da hükmün cinsi tek vasıf altında toplanmıştır. O vasıf ta küçüklüktür. Bu küçüklük vasfı, Şârȋ’nin üzerine hüküm bina ettiği mülayim münasip bir vasıftır.
Ben bu iki mesele arasında kıyas yapmıyorum. Bu illeti tespit edince başka meselelerde bu illet ile kıyas yapacağım. Bu iki misalde söz konusu illetin muteber olduğunu mülayemet yoluyla gösteriyorum. Bu iki olayda ikisinin de hükmü bellidir. Bu sebeple hüküm belli olduğu için el velâyetü ale’l-mâl ve el velâyetü ale’n-nefs arasında kıyas yapmıyorum. Çünkü kıyas fer’de hüküm olmazsa yapılırdı. Bu ikisinde de hüküm var. “Bekar ve küçük kızı ancak velisi evlendirir”, “Yetimlere rüşte erince mallarını verin.” Görüldüğü gibi ancak velisi evlendirir ve mallarını verin. Burada hüküm bellidir. Kıyas fer’de hüküm olmazsa yapılır. Burası önemlidir.
b)     Hükümde, vasfın cinsine itibar edilmesidir. Belli bir hükme bu vasfın cinsi illet
kabul edilmiştir. Müctehidin, illetini araştırdığı hükmün illeti olarak, kendi cinsinden bir vasfa itibar ettiği mülayim münasip vasıftır.
Bu durum, hükümler aynı olup illetler farklı olduğunda söz konusudur. الجمع لمطر  ve الجمع لسفر Sevgili Peygamberimiz’in (sav) yağmurlu havada namazı cem ettiği, başka bir rivayette de seferde de namazı cem ettiği geçmektedir. Burada, hükümler aynıdır. Yani iki durumda da namazın cem edilmesidir. İllet ise birinde yağmur, diğerinde ise seferdir. Müçtehit bu farklı illetlerin ortak bir vasıf altında toplanıp toplanmayacağına bakar. Seferin illeti, hadiste net olarak geçmektedir. Yağmurun illet olduğu nassta ve icmada belli değildir. Biz burada bir de hikmet boyutuna bakıyoruz. İkisinde de cins aynıdır. Yani her ikisinde de meşakkat ve sıkıntı vardır. İlletin şartlarından biri de münasip (uygun) bir vasıf olmasıydı. Yani hükmün konması ile insanlar için bir menfaat sağlanmış veya onlardan bir mefsedet giderilmiş olmasıydı.  Yağmurun mukim iken de iki vakti cem etmenin cevazı için sebep sayılmasının hükmünü müçtehit araştırmış ve seferi halde iken meşakkat olmasın diye, dinin iki vaktin cem´ine cevaz verdiğini görmüştür. Yağmurda, karanlıkta, hastalıkta, çamurda meşakkat vardır. Öyleyse aynı vasıf altında bulunan diğer yerlerde de namaz cem edilebilir.
      Hanefiler, deli olandan namaz düşer. Bir günlük bayılan kişiden de namaz düşer mi? konusunu tartışmışlardır. Her ikisinde de meşakkat var. Öyleyse baygınlıkta da namaz düşer, demişlerdir.
c)      Hükmün cinsine vasfın cinsi illet kabul edilmiştir. Müctehidin illetini araştırdığı
Hükmün cinsine illet olan vasfın cinsine itibar edildiği mülayim münasip vasıftır.
Bu durum, hükümler farklı olup illetler de farklı olduğunda söz konusudur. قصر الصلاة للسفر ve اسقاط الصلاة عن الحائض . Seferde namazın kısaltılmasının illeti seferdir. Hükmü namazın kısaltılmasıdır. Adetli kadının namazının iskatında illet تكرار اوقات الصلاة namaz vakitlerinin tekrar etmesidir. Hüküm ise namaz kılmamaktır. Görüldüğü gibi iki durumda illetler de hüküm de farklıdır.
            Örneği detaylı anlatacak olursak Müctehid adetli kadının namazının iskatının illetini araştırır ve hayızlı kadının o günlerde geçen çok sayıda namazı kaza etmekle mükellef tutulsa bunun o kadına meşakkat olacağından, hayzın bu iskata müna­sip vasıf olduğunu tesbit eder, sonra hayzı bu meşakkatin yerine koyar. Çünkü hayız zahir ve münzabit bir vasıftır. Sonra fer´î hükümlerde bu görüşünü teyit edecek bir meselenin olup olmadığını araştırır, bakar ki, sâri´, meşakkate se­bep olduğu için sefer halini namazların kısaltılmasına ve (bazı mezheplere göre) iki vaktin birleştirilmesine illet saymıştır. Sanki sâri´ böylece meşakkat ve sıkıntı getirmesi muhtemel olan her vasfa kolaylaştırma ve hafifletme yapılmak istenen her hükümde illet olarak itibar etmiştir. Hayız halinde namazı iskat etme, seferde namazları kısaltma ve birleştirme... Bunların hepsi bir cinse dâhildir ki o da teysir (kolaylaştırma) ve meşakkati kaldırmadır. Dolayısıyla me­şakkat ihtiva eden seferi namazların kısaltılması ve birleştirilmesinde itibar edilmesi, bu vasfın cinsine itibar edildiğinin bir şahididir ki işte bu vasıf müçtehidin illetini araştırdığı hükmün cinsindeki meşakkattir.
45.  Tahricü’l-Menât: تخريج المناط
Nass ve icmada yer alan bir hüküm için, “münasip” olan vasfı ortaya çıkarmak üzere yapılan içtihad demektir. Mesela iki evli Budist’ten kadın Müslüman olduğunda kocası eski dininde kalırsa bunların ayrılması gerektiğini Şari’ hükme bağlamıştır. Nass veya icmâ bu hükmün illetini göstermemiştir. Müçtehid, bu hükmün illeti “kadının Müslüman olması mıdır?” yoksa erkeğin “İslam’a girmeyi kabul etmemesi midir?”  diye hükme uygun düşen vasıf hakkında (münasip vasıf) inceleme yapıp birini illet olarak belirlemesidir.
46.  Tenkȋhu’l-Menât تنقيح  المناط
Hükmün ta’lili ile ilgili olarak nassta yer alan vasıflar üzerinde, illet olarak kabul edilemeyecek olanları ayıklamak ve nassın göstermek istediği esas illeti belirlemek maksadıyla yapılan içtihad demektir. Şârȋ’ bir olayda bir hüküm koymuştur. Bu konudaki nass, hükmün illeti olan vasfı ihtiva etmekle beraber, bunu aynen göstermemiş, bu vasfın yanında illet olma açısından rolü olmayan bir takım başka vasıflar yer almıştır. Müçtehid, bu tür vasıfları ayıklamak ve asıl illet olan vasfı belirlemek için içtihâdȋ bir çalışma yapar.
Bir gün bedevinin biri Hz. Peygamber’e (sav) gelerek Ramazan gününde karımla cima ettim. (Ne yapmam gerekir?) der. Efendimiz (sav) “Bir köle azat et.” buyurur. Bu hadis keffaret gerektiğini göstermekte ve keffaret hükmünün illetinin, bedevinin yaptığı cima olduğuna işaret etmektedir. Müçtehid bu olayı incelediğinde hükmün illetini teşkil etme açısından rolü olmayan bazı vasıflar bulur. Mesela fiili yapan kişinin bedevi olması, kendi karısıyla cima etmiş olması, erkek olması, ramazan ayında olması gibi. Müçtehid bu gibi vasıfları ayıklar. Keffaret hükmünün “ramazan günü cima edilmesi” sebebiyle konduğu ve bu vasfın, hükmün illetini teşkil ettiğini ortaya çıkar.
47.  Tahkiku’l-Menât تحقيق  المناط
Hükmün illetinin aynısının başka bir olayda da bulunduğundan emin olmak için yapılan incelemedir. Mesela kıyas yoluyla şarabın hükmünün uygulanabilmesi için, şarabın haram kılınmasındaki illet olan “sarhoş edicilik” vasfının, hurma suyundan yapılan içkide de bulunup bulunmadığını inceleyip, bu vasfın onda da mevcut olduğundan emin olmak gibi. Yine hırsızlık suçunun uygulanabilmesi için, hırsızlık vasfının “nebbâşın” (kefen  soyucu) fiilinde de mevcut olup olmadığını inceleyip, bu vasfın bulunduğu kanaatine ulaşmak gibi.
48.  İlletin kuvvet derecesine göre kıyasın taksimi
Üç çeşittir. 1. Evla kıyas: Ferdeki illetin asıldaki illetten daha kuvvetli olduğu kıyastır. “Anne babaya öf bile deme”, buradaki illet eziyettir. Onları darp etmedeki illet de eziyettir. Darp etmek de fer’dir. Darptaki illet öf demedeki illetten daha kuvvetlidir.
2. Müsavi kıyas: Asıldaki ve ferdeki illetin eşit olduğu kıyastır. “Yetimin malını yiyenler karınlarına ateş doldururlar.” İllet yetimin malını telef etmektir. Yetimin malını yakmak da teleftir ve asıldaki illetle aynıdır.
3. Ednâ kıyas: Asıldaki illetin ferdekinden daha kuvvetli olduğu kıyastır. Şarabın haramlılığının illeti iskardır ve bu asıldır. Birada da iskar vardır ve bu asla göre daha hafiftir.


49.  İllet zâhir olmalıdır, kâsır olmamalıdır, ne demektir?
Bu konu illetin şartlarıyla ilgilidir. İlletin şartları: zahir (açık) olacak, munzabıt olacak, illet hüküm için münasip bir vasıf olacak ve illet kasır yani asla mahsus bir vasıf olmayacak.
a)      İllet zâhir olacak: Asılda olduğu duyu ile kavranan, fer’de olduğu yine duyu ile kavranan bir şey olmalıdır. Mesela sarhoş etme illeti şarapta nasıl anlaşılıyorsa diğer içeceklerde de aynı şekilde anlaşılır. İçkinin illeti açık ve net olarak sarhoş ediciliktir.
b)     İllet kasır yani asla mahsus bir vasıf olmamalıdır. Yani aslın hükmü ta’lil edildiğinde tespit olunan vasfın başka olaylarda da bulunabilmesi gerekir. Bu vasıf sadece asılda bulunan ve başka olaylarda görülemeyen bir vasıf ise, kıyas mümkün değildir.
Mesela yolculukta namazın iki rekata kısaltılmasının illeti yolculuktur. Hikmeti meşakkat ve sıkıntıyı gidermektir. Bu sıkıntının giderilmesi yolculuğa bağlanmıştır. Çok ağır işlerde çalışan kimse, demir çelikte veya fırında çalışıp meşakkat görse bile yolculuk illeti bulunmadığı için namazları kısaltamaz.
50.  İcma Nedir?
Peygamberimizin vefatından sonra herhangi bir asırda müslüman müctehitlerinin bir olay hakkında  şer'i bir hükmün üzerinde birleşmeleridir.
İcmanın Şartları:
1.      İcma’, sevgili Peygamberimizin (sav) vefatından sonra meydana gelmiş olmalıdır.
2.      Olayın gerçekleştiği asırda birkaç müçtehid bulunmalıdır.
3.      İcma yapanlar aynı asırda yaşayan alimlerden olmalıdır.
4.      Bütün müçtehidlerin fikir birliği etmiş olması gerekir.
5.      Şahısların o fikirlerinden dönmeden ölmeleri gerekir.
6.      İcma oluşumunda ihtilaf olmamalıdır. İcmadan sonraki ihtilaf önemli değildir.
7.      Müçtehidlerin fikir birliği edeceği husus şerȋ hükme dair olmaldır. Dille ilgili bir hususta mesela sümme harfinin ifade ettiği anlamda fikir birliği icma sayılmaz.

51.  İcma'nın Türleri Nelerdir?
İcma'nın meydana gelişi iki türlüdür.
a) Açık (Sarih)  İcma: (Hükme delaleti kat'i)
Bir asrın bütün müctehidlerinin, bir olayın hükmü üzerinde her birinin fikrini fetva veya hüküm  şeklinde açıklayarak birleşmelerinden ibarettir. 
b) Kısmi  İcma: (Hükme delaleti zanni)
Bir asrın bazı  müctehidlerinin bir olay hakkında, fikirlerini fetva veya bir hüküm ile açıkça ortaya koymaları  ve geri kalanın, muvafık veya muhalif olarak fikirlerini açıklamayıp susmalarıdır. 
a)      Sarih icma, gerçek icmadır. Çoğunluğa göre şer'î bir hüccettir. Hükme delaleti kati'dir.
b)     Kapalı (Sükuti) icma hükmi (itibari) bir icmadır. Çünkü susanın muvafakat                                                etmesi kesin değildir. Birleşmenin gerçekleştiği ve inikad ettiği de kesin değildir. Bundan dolayı  delil olmasında ihtilâf edilmiş tir   Hükme delaleti   .zannidir.
        Çoğunluk delil olmadığını savunur.
Hanefi âlimleri bu icma'nın delil olduğunu kabul etmiştir. Ancak susan müctehide olay anlatılmalı ve ona dair ortaya konan fikirler kendisine gösterilmeli, araştırmak ve bir fikir elde edecek kadar zaman da geçmiş  olmalıdır.


52.  Mesâlih-i Mürsele Nedir? Maslahat-ı Mürsele ( Kamu Yararı)
Hükmün kendisine bağlanması ve üzerine hüküm bina edilmesi, insanlara bir fayda sağlayan veya onlardan bir zararı gideren; fakat muteber veya geçersiz sayıldığına dair belirli bir delil bulunmayan durumlardır. Şari’in, gerçekleşmesi için bir hüküm koymamış, şer’î bir delilin de onun muteber sayılıp sayılmadığını belirtmemiş olduğu nesnedir.
·         Şârȋ’in hükmünü açıklamadığı
·         Kendisine kıyas edilebilecek nassla yahut icmâ iel sabit bir hükmün bulunmadığı durumlarda söz konusu olabilir.
·         Kendisinde bir şerȋ hükmün gerekçesi olmaya elverişli ve üzerine hüküm bina edilebilecek müsanib bir vasıf bulunmalıdır.
Örnekleri şunlardır: Kur’ân’ın toplanması, kamu yararına sahabenin hapishaneler yapılmasını, para basılmasını, fethettikleri ekili yerleri eski sahiplerine bırakıp onlara haraç konması ve bunun gibi zaruretlerin, ihtiyaçların gerektirdiği faydalardır.
53.  İstihsân Nedir?
İstihsan, genel nitelikli nastan özel bir durum sebebiyle vazgeçmektir. Müctehidin zihnine çakılıp tercih ettiği bir delilden ötürü açık kıyastan kapalı kıyasa veya genel hükümden bir hükmü dışarıda bırakmaya dönmesidir. Müçtehidin bir meselede, kendi kanaatince o meselenin benzerlerinde verdiği hükümden vazgeçmesini gerektiren nass, icmâ, zaruret, gizli kıyas, örf veya maslahat gibi bir delile dayanarak, o hükmü bırakıp başka bir hüküm vermesidir.
Çeşitleri: a. Bir delile dayanarak gizli kıyası açık kıyasa tercih etme. Vakıf olayı örneği…
b. Bir delile dayanarak genel hükümden tek bir olayı istisna etme. Şarii yok olanı satmayı ve yok olanın üzerine sözleşmeyi yasaklamıştır. Fakat seleme, icareye, muzaraa, müsakaya ve istisna’ akdine izin vermiştir. Bunların hepsi akit olup akit zamanında üzerinde akit edilen nesne yoktur. İstihsan yönü insanların ihtiyacı ve aralarında örfün bulunmasıdır.
54.  İstıshâb Nedir?
Geçmişte sabit olan bir durumun değiştiğine dair delil bulunmadıkça önceden beri gelen hükmün olduğu hal üzere devam etmesine “istishâb” denir.
Mesela bir kimse iyi eğitilmiş av köpeği alsa, sonra bu hayvana avcılığın öğretilmediğini görüp onu geri vermek istese, kendisi bunu ispatla mükellef olmaz. Bu özelliğin hayvanda olduğunu ispat etmek satıcıya düşer. Çünkü hayvanda asıl olan av işini bilmemesidir.
İstishâbın Kısımları:
·         İbâhatül Asliyye İstıshâbı: Bir mesele hakkında Kur’an, sünnet ve icma’da şer’î bir
delil bulunmadığında “eşyada asıl olan mübahlıktır” kaidesince bu tasarrufun mübah olduğuna hükmedilir. Dağa çıkan bir çoban et yemeyen bir hayvanı avladığında, eğer o hayvan hakkında haram olduğuna dair bir nass yoksa “eşyada asıl olan mubahlıktır.” olduğundan o avlanan hayvan helaldir.
·         Beraati Zimme: Delil bulunmadıkça sorumlu tutulmama istıshâbı. Aksi ispatlanana
Kadar kişinin zimmetinin borçtan ve suçtan beri olması asıldır. Çünkü insanda asıl olan suçsuz ve borçsuz olmasıdır.
·         Vasıf İstıshâbı: Şer’ȋ bir hüküm sabit olduktan sonra aksi sabit olana kadar o hüküm
devam eder. Kişi evlense, boşanıncaya yahut boşandığına dair bir karine getirinceye kadar evliliğine hükmedilir. Bir kimse abdest aldıktan sonra, abdesti bozan durumlardan birinin vuku bulduğu bilinmedikçe, onun abdestli olduğu kabul edilir.

55.  Örf ve Çeşitleri Hakkında Bilgi Veriniz.
Örf, insanların çoğunluğunun benimseyip alışkanlık haline getirdiği işler veya duyulduğunda hatıra başka anlam gelmeyecek derecede özel bir anlamda kullanılmayı teamül edindikleri lafızlardır.
Kavlȋ Örf: Duyulduğunda hatıra başka anlam gelmeyecek derecede özel bir anlamda kullanılması teamül haline gelen lafızlardır. Mesela insanların veled sözü ile erkek çocuğu kastetmeleri kavlȋ bir örftür.
Amelȋ Örf: İnsanların çoğunluğunun benimseyip alışkanlık haline getirdiği işlerdir. Mesela halkın birçok şeyi “aldım-sattım” ifadesi kullanmadan temlik-temellük etmek suretiyle alış veriş yapması ameli örftür.
Örf âmm ve hâs olmak üzere ikiye ayrılır.
Örfü âmm: Herhangi bir devirde bütün Müslüman ülkelerde halkın bir davranışı veya bir lafzın özel bir anlamda kullanılmasını âdet edinmesidir. Kalma süresini ve ücreti baştan belirlemeksizin hamamda yıkanmanın ve istısna’ sözleşmesinin teamül haline getirilmesi, camiye ayakkabı ile girmenin camiye saygısızlık kabul edilmesi, talak lafzının evlilik bağının sona erdirilmesi için kullanılması örfü âmm’a örnektir.
Örfü hâs: Belirli bir ülke yahut bölge halkının veya belirli bir çevrenin bir davranışı veya bir lafzın özel bir anlamda kullanılmasını âdet edinmesidir. Iraklıların “hayvan” lafzını at anlamında kullanmaları örfü hâsa örnektir. Yine tacirlerin mal verdikleri kişilerle olan borç ilişkilerinde, şahit getirmeye gerek olmaksızın özel ticari defterleri ispat vasıtası olarak kabul etmeleri gibi.
Örfün İtibara Alınmasının Şartları:
1.      Örf yaygın olmalıdır. Söz konusu muamelelerin tümünde veya çoğunda uygulanıyor olmalıdır.
2.      Örf tari (sonradan çıkmış/arızȋ) olmamalıdır. Daha önceden var olmalıdır.
3.      Örfün açık bir irade beyanı ile çatışmaması gerekir. Bir konuda örf olmakla birlikte
akdin tarafları bunun aksini kararlaştırmışlarsa, örfe itibar edilmez. Tarafların ortak iradesi esas alınır. Mesela tüpü biten kişi tüpçüden tüp istese tüpün parasını verir. Ayrıca nakliye ücreti ödemez. Ancak tüpçü nakliye ücreti alacağını söylerse tüpü getirmeyebilir.
4.      Örf nassa muhalif olmamalıdır. Nass da kendi arasında ikiye ayrılır. Özel ve Genel nass.
Bir örf özel nitelikli bir nassla çatışırsa bu örfe kesinlikle itibar edilmez. Örneğin çocuklara içki içirilmesi düğünlerde örf haline geldiyse, kesinlikle bu örfe itibar edilmez. Çünkü içkinin içilmesini yasaklayan özel bir nass vardır. Nassın geldiği dönemde örf dikkate alınarak nass şekillenmişse, sonradan bu örf değiştiğinde bu nassında değişip değişmeyeceği tartışmalıdır.
            Örfün Değişmesiyle Hükümlerin Değişmesi
İslam hukukuna göre hüküm verilirken örfün dikkate alınıp bir kısım hükümlerin örf üzerine kurulmasının tabii bir sonucu, örfün değişmesi ile bu hükümlerin de değişime uğramasıdır. Çünkü asıldaki değişmenin ferde de değişikliği gerektirmesi kaçınılmazdır. Mesela eskiden ev satın alacak kimse evin dışını veya bazı odalarını görse bütün odalar aynı tarz yapıldığı için, görme muhayyerliği hakkını düşürüyordu. Sonradan evin içindeki odalar farklı şekillerde inşa edilir oldu. Satın alınacak evin evsafı hakkında bilgi sahibi olabilmek için bütün odaların görülmesi zaruri oldu. Emeviler siyah renk giyinmekten kaçınırlardı ve siyah renk giymek hoş karşılanmazdı. Abbasiler döneminde ise siyah renk giymek Abbasilerin sembolü olduğu için rağbet gören bir renk olmuştu. Emevilerde siyah renkli elbise değersiz iken Abbasiler zamanında değerli olmuştur.
Özetle: Müctehidin ve hakimin verdiği hükümde, insanların da aralarındaki münasebetlerde Şeriat’a aykırı olmadıkça Sahih Örf’e göre davranmaları mecburîdir. Şeriat te insanların ihtiyaç duyup, menfaatlerine uygun olan örf ve adetlerini muteber saymıştır. Bundan dolayı alimler: “Adet, muhakkem bir şeriattir” demişlerdir. Örneğin; İmam Malik hükümlerde Medine örfünü dikkate almışken; Ebu Hanife ve öğrencileri, örflerin farklılığı sebebiyle hükümlerde ihtilaf etmiş; İmam Şafiî de Bağdat’ta verdiği bazı hükümleri Mısır’da örfün farklı olması sebebiyle değiştirmiştir. Bu nedenle (İ. Şafiî’nin) kavl-i kadîm ile kavl-i cedîdi vardır. Hanefî fakihler ihtilaflı yerlerde örfe göre hüküm vermişlerdir.
Örf ile ilgili Mecelle kaideleri: “Adet muhakkemdir.” “el-Ma’rufu örfen ke’l-meşruti şarten.” “et-Ta’yinu bi’l-örfi ke’t-ta’yini bi’n-nassi.” “ez-Zarurâtu tubîhu’l-Mahzurât”.

56.  İkrah Nedir?
Zorlanılma, mecbur bırakılma veya çıkmaza sokulma anlamlarına gelen ikrah iki kısımdır ikrah-ı mülcî, ikrah-ı ğayrı mülcî.

1-Tam İkrah (îkrah-ı Mülcî): Bu, cebredilen kişinin tercihini ortadan kaldıracak, ölüm, bir uzvunun kesilmesi, tüm malının telef edilmesi, kendisi için önemli olan bir şahsı veya başkasını öldürmekle tehdit edilmek gibi eser bırakan ikrahtır. Kişinin canına veya uzvuna karşı yapılan ikrahtır. İkrah altındaki kişinin sözlerine şer’i hüküm bağlanmaz.  Ancak Hanefiler feshi kabul etmeyen ve şaka kabul etmeyen akitlerde ikrah halindeki sözleri geçerli saymışlardır.
2-Eksik İkrah (İkrahı Gayri Mülci): Bu zorlama, can veya uzuv tehdidi dışında hapis, uzvu ifsat etmeyecek derecede dayak, bir kısım malın itlafı veya ilerlemesini engelleyecek haksızlık gibi bir şeyle gerçekleşen ikrahtır. Kişinin hapis veya dövülme tehdidi ile bir şeye zorlanılmasıdır. Sözlerine şer’i hüküm bağlanır.

İkrahın Gerçekleşmesi İçin:
·         Tehdit edenin tehdit ettiği şeyi yapabilecek güçte olması
·         Tehdit edilenin tehdit edenin bu gücünü bilmesi
·         Tehdit edilenin, tehdit edildiği şeyi bu tehdit sebebiyle yapmış olması
·         Tehdit edilen şeyin insanın canını veya bir uzvunu kaybetmesine sebep olacak bir şey olması
Eğer tehdit edilen şey az bir mal olursa Şafi ve Hanbelilere göre bu da bir ikrah olur.
·         Kavlȋ tasarruflarda ikrah, ister mülci olsun isterse de g. mülci olsun hiçbir sonuç doğurmaz. Ancak Hanefiler feshi kabul etmeyen ve şaka ile batıl olmayan nikah, talak gibi kavli tasarrufların geçerli olduğunu söylerler.
·         Fiili tasarruflarda kişi içki içmeye zorlanır da içmez ve öldürülürse günahkar olur
·         Allah’ı inkara zorlanır da inkar ederse günahkar olmaz. İnkar etmez de öldürülürse sevap kazanır.
·         Başkasını öldürmeye zorlanan kişi bunu yaparsa günahkar olur; ancak kısas uygulanmaz.

57.  Beyul mükreh hakkında bilgi veriniz.
el-Mevsuâtü’l-fıkhiyye bey’ül-mükrehi şöyle tanımlar. Satıcıyı tercihi olmaksızın satışa sevk etmektir. Akitlerin sıhhatli bir şekilde kurulabilmesi için tarafların irade beyanlarının ayıptan uzak sahih bir şekilde olması gerekir. Ayıplı irade beyanı kişinin rızası olmadan bir akti yapmasını gerektirir ki akitlerin karşılıklı rıza ilkesine dayanması gerektiği prensibini ihlal eder.
58.  Telcie Hakkında Bilgi Veriniz.
Fıkıhta bir kimsenin -müsâdere, hırsızlık, gasp, ağır vergi gibi dış müdahale baskısı veya korkusuyla çaresiz kalıp- içi dışına uymayan işlemi yapmaya sürüklenmesini ifade eder. “Bey‘u’t-telcie” de satıcının bu şartlar altında inşa etmeye sürüklendiği göstermelik ve danışıklı (muvâzaalı) satış sözleşmesidir. Hanefî hukukçularına göre telcie satış, icâre gibi fesih veya ikāle edilebilen tasarrufları fâsid kılarken bu nitelikte olmayan nikâh, talâk, ıtâk, adak vb.ni etkilemez.
59.  Zarar kadim olmaz kaidesini anlatınız. الضرر لا يكون قديما 7. madde
Mecelledeki bu madde altıncı madde olan Kadim kıdemi üzere bırakılır (القديم يترك علي قدمه) maddesini tahsis eder. Kadim evveli belli olmayan şeydir. Aksine delil olmadıkça bulunduğu hal üzerine bırakılır. Bu durum özellikle irtifak hakları konusunda ortaya çıkar. Kadim olan bir şey; ancak zarar olmadığı müddetçe kıdemi üzerine bırakılır.
Mesela: Yayaların geçişini engelleyecek şekilde yapılmış olan balkonlar, sağlığa zararlı açık su kanalı, lağımı komşusunun evine veya bahçesine atıyorsa kıdemine bakılmaz.
60.  Tasrih mukabilinde delalete itibar olunmaz kaidesini açıklayınız.  لا عبرة للدلالة في مقابلة التصريح 13. madde
Yani sarih bir şekilde ifade edilen bir ibarede aksine bir delil olmadığı sürece delalete itibar edilemez. Bir şeyin açıkça belirtilmiş olması, dolaylı başka anlamlar çıkarmayı gereksiz kılar. Bir eve misafir gelen kişi masanın üzerindeki bardakla su alıp içebilir. Çünkü eve misafir kabul edilmesi o bardakla su içebileceğinin delilidir. Bir kişi at alıp bir hafta sonra sözleşmeyi fesh etmek istese, satıcı kabul etmese ve satın alan kişi atı bırak iki gün sonra gelse, satıcı bu iki gün o ata binse, alıcı sen iki gün atı kullandın, paramı ver, diyemez. Çünkü satıcı ikale yapmak istemediğini açık sözle belirtmiştir.
61.  Mevridi Nassda İçtihada Mesağ Yoktur. لا مساغ للاجتهاد في مورد النص  14.kaide
Açık yasa hükmü varsa içtihada gidilmez. Hakkında nass bulunan bir meselede içtihad yapılamaz. Şer’ȋ hüküm nass ile kesinleştiği taktirde, onun için ayrıca içtihada ihtiyaç olmaz. Çünkü içtihad zan ifade ettiği için onunla elde edilen hüküm de zannȋ olur. Nassla sabit olan hüküm ise, içtihadın aksine kesinlik ifade eder. Dolayısıyla kesinlik ifade eden bir şey, zannȋ olan bir şey için terk edilemez. Burada sözü edilen nass, Kitap, Sünnet ve İcma’dır.
Mesela Kur’ân’da şarap, kumar, domuz eti, leş açıkça haram olarak belirtilmiştir. Bu hükümlerin tersine içtihad yapılması caiz değildir.

62.  Deful mefsedeti evla min celbil menfeati kaidesini açıklayınız. 30 kaide:  دفع المفاسد اولي من جلب المنافع
Defi mesâsid celbi menafȋden evladır. Yani kötü ve zararlı şeylerin giderilmesi, yararlı şeylerin elde edilmesinden daha önemlidir. Bir konuda yararla zarar çatıştığı taktirde öncelikle zararın def edilmesi esas alınır.
Örnekler: İçki, uyuşturucu satışı karlı bir ticaret olsa da satışları yasaklanır. Çünkü zararın defedilmesi faydasından evladır. Kişi komşusunun evini sarsacak değirmen inşa edemez. Evlerin dibindeki arsasını kişi çöplük olarak kullanamaz. Pis kokusu milleti rahatsız eder.

63.  Izdırar gayrın hakkını iptal etmez ne demek? الاضطرار لايبطل حق الغير 33. Madde
Aç kalıp da başkasının malını ölümden kurtulacak kadar yiyen kimsenin, sonra bunun kıymetini veya mislini sahibine ödemesi gerekir. Izdırar yasaklanmış olan şeyi işlemek zorunda kalmaktır. Mesela kendisine saldıran deveyi canını kurtarmak için öldürse, hayvanın değerini sahibine tazmin eder. 10 günlüğüne kayık kiralayıp sahile zaruret sebebiyle 2 gün geç yanaşsak, bu gecikmenin bedelini ödememiz gerekir.
64.  Âdet Muhakkemdir. العادة محكمة  36. kaide
Yani hükmü şer’ȋyi ispat için örf ve âdet hakem kılınır. Gerek âm olsun gerek hâs olsun. Hüküm vermede örf ve adet belirleyicidir. Örf ve âdet terimi, toplum hayatından doğmuş bulunan ve uzun zamandan beri uygulanması sebebiyle hukuken bağlayıcı sayılan ve yazılı olmayan hukuk kuralları, olarak tanımlanmıştır.
İslam hukukunda, bir konuda Kur’ân ve Sünnette bir delil bulunmadığı zaman, halk arasında yerleşmiş olan örf ve âdetlere göre hüküm verilmesi esas alınmıştır. Ancak bu örf ve adetlerin İslam dininin temel presnsiplerine aykırı olmaması gerekir. Usulcüler de örfü, sahih örf ve fasid örf şeklinde ikiye ayırmışlardır.
Örf, yaygınlık açısından m ve hâs olarak ayrıca ikiye ayrılmıştır. Ülkenin genelinde asırlardır uygulanan örf ve âdetler âm, bir şehir veya bölge halkı ya da sanat ve meslek erbabı arasında yaygın olan örf ve âdetler de hâs olarak nitelenmiştir.
Âm olan örf ile sabit olan hüküm de âmdır. Mesela bir kimse falancanın evine ayak basmayacağım diye yemin etse, genel örfe göre eve girmek anlamında değerlendirilmesi gerekir. Bu kişi ister yürüyerek, ister binekle girsin, yeminini bozmuş olur. Bir bölgede buğday ekmeği yeniyorsa, ekmek sözcüğü mutlak olarak kullanıldığında buğday ekmeğine, para sözcüğü de o ülkede kullanılan para birimine hamledilir.

65.  el Ma’rufu örfen Kel meşrudi şartan maddesini açıklayınız. المعروف عرفا كالمشروط شرطا 43 madde
İnsanların arasındaki ilişkilerde örfen uygulana gelen şeyler, aksi açıkça belirtilmediği sürece şart koşulmuş olarak kabul edilir. Mesela ücret belirlemeden birini çalıştıran işveren, örfe göre çalışanın ücretini vermeye mecbur tutulur. Araba satışlarında stepne olarak adlandırılan yedek tekerleğin satışa dâhil olup olmadığı sorulmaz. Günümüzde konaklama yerlerinde kalmak için sözleşme yapılırken, orada kalış süresi içinde kullanılan elektrik ve su ücreti zikredilmez. Çünkü bu ücretlerin fiyata dâhil olması, örfen sözleşmede şart koşulmuş gibidir.
66.  el-Kitap kel hitap kaidesini açıklayınız. الكتاب كالخطاب 69. Madde
Gâipten kitap hazırdan hitap gibidir. Yani uzaktan yazışmak suretiyle yapılan sözleşmeler, yüz yüze yapılan sözleşme hükmündedir. Ağaca ve duvara yazma gibi teâmül dışı şeyler ile, suya ve havaya yazma gibi ciddiyetsiz uygulamalar, hukuki anlamda yazışma olarak kabul edilmez. Usulüne uygun yazışma, örfen bilinen bir şekilde, yazısı okunaklı ve kime kim tarafından gönderildiği belli olan ve ayrıca sözleşmeye konu olan husus, karışıklığa meydan vermeyecek derecede açık yazılmış olan bir yazışmadır. İki kişi arasında sözle akit yapıldığı gibi yazıyla da yapılabilir.

67.  Kişinin ikrarı muahaze olunur, kaidesini açıklayınız. المرء مؤخذ بأكراره 79. Madde
Kişi ikrarından sorumludur. Kişi tam bir ehliyete sahip olduğunda, ikrarından sorumlu tutulur. Kişi aleyhine bir şeyi ikrar ederse, ikrarından sorumlu olur. Çünkü ikrar, sahibi açısından kesin delil gibi bağlayıcıdır. Daha sonra hata ettiğini söylerse bunun kendisine faydası olmaz. İkrar ettiği borcu ödemesi gerekir.
68.  İmameyn, Şeyhany, Tarafeyn Kimdir?
İmameyn = İki imam demektir. İmam-ı Ebu Yusuf ile İmam-ı Muhammed için kullanılır. Tarafeyn = İki taraf demektir. İmam-ı a'zam ile İmam-ı Muhammed için kullanılır.
 Şeyhayn = İki şeyh, iki reis, iki büyük imam demektir. İmam-ı a'zamla İmam-ı Ebu Yusuf için kullanılır.
69.  İmam Muhammed’in eserleri nelerdir?
Zahiru’r-Rivâye Kitapları: İmam Muhammed tarafından, Ebû Hanife ve Ebû Yusuf’a ait görüşlerin derlenmesi ile oluşturulan kitaplardır. İmam Muhammed bu kitaplarda kendi görüşlerine de yer vermiştir. Bunlar İmam Muhammed’ten bize, tevatür derecesinde bir sağlamlıkla ulaşmışlardır. Mesaili Usul adını da alan zahirür’-rivâye kitapları şunlardır.
Zahirü'r Rivaye: Hanefi mezhebinin fıkıh görüşlerinin toplandığı altı kitabın ortak adıdır.
1. el-Asl (el-Mebsūt olarak da bilinir) Hanefi Mezhebinin temel eseridir. Bu eserde Hanefȋ Mezhebinin nazariyat ve tatbikatı, ilmi bir şekilde münakaşa olunmuştur. Binlerce hukuki mesele bu eserde işlenmiştir.
2. el-Câmius-Sağȋr:  İslam hukukunun bütün meselelerini ihtiva eden küçük bir eserdir. El- Asl’ın özeti gibidir.
3. el-Câmiul-Kebȋr:  el-Câmius-Sağȋr’in daha geniş şeklidir. İmam Azam’a arz edilen hukuki meselelerin taraflarını mahiyeti ve çözüm tarzını ihtiva etmektedir. 1500’ü aşkın hukuki meselenin bu eserde halledildiği zikredilmektedir.
4. ez-Ziyâdat: İmam Azam’ın tedris sahasından çekilmesinden sonra ortaya çıkan hukuki malumatı ve adli tatbikatı ihtiva eden bir eserdir.
5. es-Siyeru’l-Kebȋr: İslam devletler hukuku ve harp hukuku ile ilgili önemlibir eserdir. Meşhur hukukçu Serhsi tarafından 5 cilt halinde şerh edilmiştir.
6. es-Siyeru’s-Sağȋr: Küçük çaplı bir devletler hukuku eseridir.
“Hakim-i Şehid el-Mervezȋ (334/945) bu altı kitabı “el-Kâfȋ adı altında bir araya getirmiştir. Şemsu’l-eimme Serahsȋ (500/1106) ise “el-Kâfȋ’yi”, “el-Mebsût” adı altında şerh etmiştir.

Nevâdir Kitapları: Bunlar yine 3 imamın görüşlerini toplayan kitaplardır. İmam Muhammed tarafından nakledilmiştir; ancak rivayeti zahiru’r-rivaye derecesinde kuvvetli değildir. Nevâdir kitapları şunlardır:
1-Keysâniyyât      2- Harûniyyât     3- Cürcaniyyât      4- Rakkiyyât   5- Ziyadetu’z-Ziyâdât

70.  Mütün-ı Erbaa ve Şerhleri Nelerdir?
Hanefi fıkhında 4 fıkıh metni “Mütûn-ı Erba’a adı ile meşhur olmuşlardır.
1.      Sadru’ş-Şeria – Vikaye. Alauddin Ali İnaye ; Ali el Kari ise Nukaye isimli şerh yazmıştır.
2.      Abdullah Mevsıli (683/1284) Muhtâr. Mevsıli, İhtiyar adı ile bir şerh yazmıştır.
3.      İbnü’s-Sa’atȋ (694/1295) Mecma’u’l-Bahreyn
4.      Ebu’l-Berakât Nesefȋ (532/1142) Kenz. Zeylai, Tebyinü’l-hakaik; İbn Nüceym el-Bahru’r-raik isimli şerh yazmıştır.

71.  Hanefi füru fıkhına dair 5 eser ismi söyleyiniz. Müellifleri kimlerdir?
1-      Kuduri                  (428/1036)    Muhtasar
2-      Kâsânȋ                  (587/1191)    Bedâyıu’s-sanâyi
3-      Merginânȋ             (593/1197)    Hidâye
4-      Zeyla’ȋ                   (743/1342)   Tebyȋnü’l-hakâik, (Kenz şerhi)
5-      Kemal İbn Hümam (861/1457)  Fethu’l-Kadȋr
6-      İbrahim Halebȋ       (956/1549)   Mülteka’l-ebhur
7-      İbn Abidin              (1252/1836) Reddu’l-muhtâr
















[1] Şariin varlığını hükmün varlığına, yokluğunu da hükmün yokluğuna alamet kıldığı durumdur.Bkz.Z.Şaban
[2] Kıyas bahsinde geçtiği için detaylı anlatılmadı.
[3] Zekiyyüddin Şaban,s.255; Tarif bu kitapta daha güzel ve net anlaşıldığı için bunu da yazdım.
[4] Hallaf
[5] Bu hüküm Şafi mezhebine göredir. Hanefi mezhebine göre iki kılmak azimet statüsünde ve vacip hükmündedir. Dört kılınırsa namaz sahih olup mekruh görülmüştür.