Popüler Yayınlar

29 Eylül 2022 Perşembe

ADÂB-I MUAŞERET ÖĞRENİMİNDE AİLENİN FONKSİYONU

 

 

AİLEDEN TOPLUMA ADÂB-I MUAŞERET

        

         ÂDÂB-I MUÂŞERET آداب معاشرت : Edep kelimesinin çoğulu olan âdâb kelimesi ile muâşeret kelimesinden oluşmuştur. Edep kelimesinin etimolojisi yani kelimenin kökü araştırıldığında “zarif ve edepli olmak” anlamındaki edep mastarından isim olduğu görülecektir. Edep kelimesi, bir toplumda örf, âdet ve kural halini almış iyi tutum ve davranışlar veya bunları kazandıran bilgi anlamında kullanılan bir terimdir. Kur’ân-ı Kerîm’de edep veya bundan türetilmiş herhangi bir kelime geçmemekle birlikte hadislerde ise hem edep hem de çoğulu âdâb ile aynı kökten fiil ve isimlerin kullanıldığı görülmektedir. Edeb, hayranlık uyandıracak derecede beğenilen ve övülen, insanı güzel davranışlara sevk eden ve sahibini toplum içerisinde takdire, daha fazla saygıya ve iltifata şâyan kılan ahlâkî bir meziyettir.

         Muaşeret kelimesi sosyal ilişki, barış içinde yaşama, birbiriyle uzlaşma anlamına gelmektedir.

Âdâb-ı muâşeret, Terbiye, nezaket ve görgü kuralları anlamında ahlâk terimi olup, genellikle bireylerin ve toplum kesimlerinin birbirine karşı olan sevgi ve dostluk duygularını güçlendirici medenî ve ahlâkî davranışları, nezaket ve görgü kurallarını ifade eder. İnsan, doğası icabı sosyal bir varlıktır. Âdâb-ı muâşeret, yaratılışı gereği mükemmel olan insanı, sosyal ilişkilerinde de kemale eriştirmektedir.

Kıymetli dinleyenlerim! Müslümanın sosyal hayattan kopması söz konusu olamaz. Çünkü sosyal hayat, dini yaşayışın bir gereğidir. Zekât, sadaka-i fıtır, cum’a ve bayram namazları gibi bazı ibâdetler vardır ki, bunlar ancak toplum içerisinde îfa edilebilir. Müslüman, cemiyetten ayrı yaşadığı zaman bunları yerine getirebilmesi asla mümkün olamaz. İnsan toplumdan uzak olarak yaşadığı zaman, farz ve vâcip olan bazı ibâdetleri terk etmek zorunda kalacağı için böyle bir hayat, Müslümanın, İslamî yaşayışı bakımından asla caiz görülmez.

Âdâb-ı Muâşeret, cemiyet içerisinde yaşamak için lâzım gelen nezâket kurallarını öğreten, insanî ilişkilerde uyulacak ölçülü, dengeli ve göze hoş görünen kibar davranış şekillerini ortaya koyan, dolayısıyla şahsı toplum içerisinde erdemli ve hürmete lâyık kılan söz, iş ve davranış biçimlerini kapsar. Söz söylerken veya başkalarının gözleri önünde bir iş yaparken - onları ilgilendirsin ya da ilgilendirmesin- mutlaka önce düşünüp olumluluğuna ve gerekliliğine karar verdikten sonra harekete geçmek, mutlaka ölçülü davranmak ve her hâl ve durumda güzel görünmeye çalışmak, kişiye peygamberlik vasıflarından çok önemli bir vasfı kazandırmaktadır. Bu demektir ki peygamberler, söz, iş ve davranışlarında daima ölçülü olan, düşünerek hareket eden ve çevredeki kabalıkları ve aşırılıkları giderip güzelliklere güzellik katan, dolayısıyla topluma düzen ve huzur getiren kimselerdir. O hâlde onların yolundan giden mü’minler de onları örnek almalı ve onların müzeyyen oldukları vasıfları ile kendilerini süslemelidirler.

Kur’ân-ı Kerîm’de aile bireylerinin, akraba ve komşuların bir arada yaşamasının gerektirdiği hak ve sorumluluklara riayet etmelerini, uyumlu, geçimli ve güler yüzlü olmalarını öğütleyen, kaba, kırıcı söz ve davranışlardan sakındıran birçok âyet bulunmaktadır.

 

(Meselâ bk. el-Bakara 2/262-263;

ﵟٱلَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمۡوَٰلَهُمۡ فِي سَبِيلِ ٱللَّهِ ثُمَّ لَا يُتۡبِعُونَ مَآ أَنفَقُواْ مَنّٗا وَلَآ أَذٗى لَّهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ وَلَا خَوۡفٌ عَلَيۡهِمۡ وَلَا هُمۡ يَحۡزَنُونَ ٢٦٢ ۞ قَوۡلٞ مَّعۡرُوفٞ وَمَغۡفِرَةٌ خَيۡرٞ مِّن صَدَقَةٖ يَتۡبَعُهَآ أَذٗىۗ وَٱللَّهُ غَنِيٌّ حَلِيمٞ ٢٦٣ 

262: Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının arkasından başa kakıp incitmeyenler için rablerinin katında özel karşılık vardır. Artık onlar için korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.

263: İyi sayılan bir söz ve bir bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, halîmdir.

 el-İsrâ 17/23-24;

ﵟوَقَضَىٰ رَبُّكَ أَلَّا تَعۡبُدُوٓاْ إِلَّآ إِيَّاهُ وَبِٱلۡوَٰلِدَيۡنِ إِحۡسَٰنًاۚ إِمَّا يَبۡلُغَنَّ عِندَكَ ٱلۡكِبَرَ أَحَدُهُمَآ أَوۡ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُل لَّهُمَآ أُفّٖ وَلَا تَنۡهَرۡهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوۡلٗا كَرِيمٗا ٢٣ وَٱخۡفِضۡ لَهُمَا جَنَاحَ ٱلذُّلِّ مِنَ ٱلرَّحۡمَةِ وَقُل رَّبِّ ٱرۡحَمۡهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرٗا ٢٤

23: Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.

24: Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” 

 

ﵟوَلَا تَقۡفُ مَا لَيۡسَ لَكَ بِهِۦ عِلۡمٌۚ إِنَّ ٱلسَّمۡعَ وَٱلۡبَصَرَ وَٱلۡفُؤَادَ كُلُّ أُوْلَٰٓئِكَ كَانَ عَنۡهُ مَسۡـُٔولٗا ٣٦ وَلَا تَمۡشِ فِي ٱلۡأَرۡضِ مَرَحًاۖ إِنَّكَ لَن تَخۡرِقَ ٱلۡأَرۡضَ وَلَن تَبۡلُغَ ٱلۡجِبَالَ طُولٗا  

İsrâ 36:  Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.

37: Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.

ﵟوَلَا تُصَعِّرۡ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمۡشِ فِي ٱلۡأَرۡضِ مَرَحًاۖ إِنَّ ٱللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخۡتَالٖ فَخُورٖ ١٨

Lokman 18: “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.”

Kur’an-ı Kerim’de, insanlar arasındaki münâsebetleri tanzim eden âyet-i kerîmelere dikkat edecek olursak iki grupta toplandığını görürüz.

1- Her şahsın ayrı ayrı mükellef olduğu emir ve yasaklardır ki, doğrudan doğruya fertlere hitap etmektedirler. Bunlar, ana ve babaya iyi muamele etmek, akrabaya, fakirlere ve muhtaçlara yardımda bulunmak, israf ve cimrilikten uzak olup mu’tedil davranmak, zan ile hükmetmeyip gerçeği araştırmak, kendini beğenip kibirlenmemek, v.s

2-  Toplumun yapmakla mükellef olduğu görev ve yasaklar doğrudan doğruya topluma hitap şekliyle vahyolunmuştur: Çocukların öldürülmemesi, zinâya imkân hazırlanmaması, haksız yere cana kıyılmaması, yetim ve kimsesizlerin korunması, anlaşmalara riayet edilmesi, ölçü ve tartının doğru tutulması v.s. de daha ziyâde toplumu etkilediği için topluma hitap şekliyle emrolunmuştur. Kısacası, ferdin üzerine terettüp eden görevler fertten, cemiyete düşen görevler de cemiyetten istenmiş, ilişkiler bu emir ve yasaklara göre düzenlenmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki, İslam toplumlarında ahlâkî ve ictimaî kuralların kaynağı, öncelikle vahy-i ilâhîdir. İnsanlar arasındaki münasebetlerin bir kısmını bizzat Yüce Allah düzenleyip emretmiş; hayata tatbîkinin şekil ve şartlarını da Hz. Peygamber, diğer insanlara örnek vasıflarıyla, bizzat yaşayarak öğretmiştir.

*** Kıymetli Dinleyenlerim! Âdâb-ı muâşeretle ilgili hadisler var mıdır? diye sorulacak olursa Hadis mecmualarının “Kitâbü’l-Edeb”, “Kitâbü’l-Birr”, “Kitâbü’l-Câmi‘”, “Kitâbü Hüsni’l-hulk” gibi başlıklar taşıyan bölümlerinde âdâb-ı muâşereti ilgilendiren hadislerin yer aldığını görmekteyiz. Abdullah b. Ömer, Resûlullah’ın hiçbir zaman kırıcı davranmadığını belirttikten sonra, “Sizin en hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır” dediğini ifade eder (Buhârî, “Edeb”, 39). Davranışlarındaki incelik ve yumuşaklıkla bilinen Hz. Peygamber, ilgili hadislerinin çoğunda güzel ahlâk tabirini “iyi huylu ve nazik olma, herkesle hoş geçinme” anlamında kullandığı bilinmektedir.

İslam toplumunda ilk dönemden itibaren âdâb-ı muâşeretle ilgili konuların kaleme alındığını görmekteyiz. İbnü’l-Mukaffa‘ın (ö. 142/759) el-Edebü’l-kebîr ve el-Edebü’s-sağîr’i, Mâverdî’nin Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn’i, Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’i, Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Aḫlâḳ-ı Nâṣırîsi gibi sayılan eserlerde  âdâb-ı muâşeret ve toplumsal yaşayışa ait kısımlar yer almaktadır. Osmanlı döneminde yazılmış en önemli ahlâk kitabı olarak bilinen Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Alâî’si, nazik davranışı güzel ahlâk çerçevesinde ele alan en gelişmiş örneklerden biridir. 

Bedr-i Dilşâd’ın Muradnâme’si, Ali b. Hüseyin el-Amâsî’nin Tarîku’l-edeb’i (Tâcü’l-edeb) XV. yüzyılda Osmanlı ülkesinde yazılan ilk muâşeret kitapları arasındadır. Kâtib Çelebi, XVII. yüzyılın ilk yarısındaki ilmî hayat ve dinî düşünce hakkında kaleme aldığı Mîzânü’l-hak adlı eserinde âdâb-ı muâşeretin konusu olan tokalaşma ve selâmlaşma gibi uygulamalara dair görüşlerini de yazdığı görülmektedir. Risâle-i Garîbe başlıklı anonim bir eserde de çevrede gözlemlenen edebe aykırı davranışlar ele alınıp eleştirilmiştir (XVIII. Yüzyıl İstanbul Hayatına Dair Risâle-i Garîbe, s. 7). Fransız tarihçi ve gazetecisi J.-H. Abdolonyme Ubicini, Şarklılar’ın ve özellikle Osmanlılar’ın teşrifata ve görgü kurallarına önem verdiklerini, Osmanlı saray kütüphanesinde bulunan ahlâkla ilgili 216 eserden yaklaşık otuzunun âdâb-ı muâşeretten bahsettiğini kaydeder (Osmanlı’da Modernleşme Sancısı, s. 177). Bu eserlerde gelenek ve görenekler, giyim, oturup kalkma, yemek yeme, büyüklere ve arkadaşlara karşı muamele, selâmlaşma, konuşma âdâbı gibi konular işlenmektedir.

***Kıymetli dinleyenlerim! Âdâb-ı muâşeret en güzel nerede nasıl öğrenilir denilirse en güzel ailede öğrenilir. Aile nedir? diye soracak olursak aile, hayata gözlerini açtığı anda insanı sarıp sarmalayan, koruyup kollayan, bağrına basan o eşsiz birlikteliğin adıdır. Aile, bu kocaman ve gürültülü dünyada ne yapacağını şaşıran minicik bir bebeğin duyduğu ilk güven, tattığı ilk huzur, yaşadığı ilk mutluluktur.

Aile, fedakârlığı, vefayı, ahlâkı ve inancı öğreten en uzun soluklu eğitim yuvasıdır. İnsan kültürünü, geleneğini ve değerlerini ailesinden miras alır. Sorumluluğu, adaleti ve onuru ailesinde görür. Duyguları öğrenir, ilk alışkanlıklarını kazanır, ilk çarelerini dener. Velhasıl aile, insanın hayat kaynağıdır…

Aile, gelişigüzel ve sıradan bir yaşam alanı değil; Allah’ın rahmeti ile korunan, O’nun bahşettiği çocuklar ile gelişen ve güzelleşen kıymetli bir kurumdur. Aile toplumun çekirdeği, özü, yapı taşıdır. Aile kurmak sadece iki insanı birleştirmez, aynı zamanda bir toplumu inşa eder…

Anne baba olarak bizlerin ailemizdeki her bireyin iyi huylu, sağlıklı, dengeli insanlar olarak topluma katılması için emek vermemiz gerekmektedir. Çocuklarımızın maddi ihtiyaçları kadar manevi ihtiyaçlarını da karşılamalı, merhamet eğitimi almış, güzel ahlâkla donanmış, kültürünü ve değerlerini benimsemiş bir nesil yetiştirmek için gayret etmeliyiz.

ÂDÂB-I MUÂŞERET en güzel ailede öğretilir ve özellikle okul öncesi dediğimiz 4-6 yaş çocuklarımıza örnek olarak ve yaşayarak öğretilir. Okul öncesi dönem, çocuklarda fizikî ve zihnî gelişimin çok hızlı olduğu önemli bir dönemdir. Her bir duygu, düşünce ve terbiye tohumları, bu yaşlarda atılır ve o körpe dimağlarda filiz verir. “Çocukluk, insanın anavatanıdır.” sözü boşuna söylenmemiştir. 

“O daha çocuk!” diyoruz kimi zaman, öyle değil mi? Ama onların hâfızaları öyle güzel kayıt tutuyor ki… Hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan her şeyi dikkatle hâfızalarına yerleştiriyorlar. 4-6 yaş grubu çocuklarımız, “okul öncesi” denilen çağdadırlar. Bu çocuklar, âdâb-ı muâşeret dediğimiz “ahlâk, âdâb, görgü kuralı” üçlemesini en iyi öğrendikleri dönemdedirler. Yalandan uzak durulması gerektiği, başkalarının kusurlarıyla dalga geçilmeyeceği, yardımseverlik, büyüklere saygı, merhametli olma gibi âdâb-ı muâşeretle ilgili birçok hususu körpe dimağlarına yerleştirirler.

Özetle şunları söyleyebiliriz. Çocuğun temel eğitim kurumu ailedir. Yeni anlayışa göre çocuğun eğitimi ana rahminde başlar, doğumdan sonra devam eder. Artık bilim dünyası da eğitimin temelinin hamilelik dönemi olduğunu kabul etmektedir. Bebek, anne karnında fiziksel gelişimini tamamlarken aynı anda psikolojik gelişimini de oluşturur. Psikologlar anne karnındaki bebeklerin 12. haftadan itibaren zihinsel gelişimlerinin de oluşmaya başladığını ifade etmektedirler. Uzmanlara göre çocuğun kişiliği, altı yaşına kadar, aileden aldığı eğitimin kalitesine ve şekline uygun olarak yüzde seksene yakın tamamlanmış olur.

Aile, eğitimin başladığı ilk yerdir. Aile çocuk için ilkokuldur. Çocuk iletişimi, sevgiyi, saygıyı, değerleri, evrensel ahlaka uygun bütün kavramları ilk olarak ailede öğrenir. Kısacası aile, çocuğun ilk sosyal evresidir. Çocuğun hayatındaki en önemli eğitim kurumu ailedir. Bu sebepten dolayı aile ne verirse çocuğun zihinsel şemasındaki hayat o şekilde şekillenecektir. Öyleyse biz anne ve babalar çocuklarımızın maddi ihtiyaçları kadar manevi ihtiyaçlarını da karşılamalı, merhamet eğitimi almış, güzel ahlâkla donanmış, kültürünü ve değerlerini benimsemiş bir nesil yetiştirmek için gayret etmeliyiz.

Sözlerimi sevgili Peygamberimizin (sav) şu hadisiyle bitirmek istiyorum.

مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أَدَبٍ حَسَنٍ.”

Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir baba, evlâdına güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermemiştir.”

(T1952 Tirmizî, Birr, 33)


Not: Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman'ın Kur'ân'a Göre Adâb-ı Muaşeret isimli kitabı vardır. Detaylı bilgi isteyenler hocamızın kitabına müracaat edebilirler. 

 http://zekiduman.com/adab-%C4%B1-mua%C5%9Feret.html


Konunun Youtubedeki sunumu https://youtu.be/q5Hjsak3bz4