AİLEDEN TOPLUMA ADÂB-I MUAŞERET
ÂDÂB-I MUÂŞERET آداب معاشرت : Edep kelimesinin çoğulu olan âdâb
kelimesi ile muâşeret kelimesinden oluşmuştur. Edep kelimesinin etimolojisi
yani kelimenin kökü araştırıldığında “zarif ve edepli olmak”
anlamındaki edep mastarından isim olduğu görülecektir. Edep kelimesi,
bir toplumda örf, âdet ve kural halini almış iyi tutum ve davranışlar veya
bunları kazandıran bilgi anlamında kullanılan bir terimdir. Kur’ân-ı
Kerîm’de edep veya bundan türetilmiş herhangi bir kelime geçmemekle birlikte hadislerde
ise hem edep hem de çoğulu âdâb ile aynı kökten fiil ve isimlerin kullanıldığı
görülmektedir. Edeb, hayranlık uyandıracak derecede beğenilen ve övülen, insanı
güzel davranışlara sevk eden ve sahibini toplum içerisinde takdire, daha fazla
saygıya ve iltifata şâyan kılan ahlâkî bir meziyettir.
Muaşeret kelimesi
sosyal ilişki, barış içinde yaşama, birbiriyle uzlaşma anlamına gelmektedir.
Âdâb-ı muâşeret, Terbiye, nezaket ve görgü kuralları anlamında
ahlâk terimi olup, genellikle bireylerin ve toplum kesimlerinin birbirine karşı
olan sevgi ve dostluk duygularını güçlendirici medenî ve ahlâkî davranışları, nezaket
ve görgü kurallarını ifade eder. İnsan, doğası icabı sosyal bir varlıktır.
Âdâb-ı muâşeret, yaratılışı gereği mükemmel olan insanı, sosyal ilişkilerinde
de kemale eriştirmektedir.
Kıymetli dinleyenlerim! Müslümanın
sosyal hayattan kopması söz konusu olamaz. Çünkü sosyal hayat, dini yaşayışın
bir gereğidir. Zekât, sadaka-i fıtır, cum’a ve bayram namazları gibi bazı
ibâdetler vardır ki, bunlar ancak toplum içerisinde îfa edilebilir. Müslüman,
cemiyetten ayrı yaşadığı zaman bunları yerine getirebilmesi asla mümkün olamaz.
İnsan toplumdan uzak olarak yaşadığı zaman, farz ve vâcip olan bazı ibâdetleri
terk etmek zorunda kalacağı için böyle bir hayat, Müslümanın, İslamî yaşayışı
bakımından asla caiz görülmez.
Âdâb-ı Muâşeret, cemiyet içerisinde yaşamak için lâzım gelen
nezâket kurallarını öğreten, insanî ilişkilerde uyulacak ölçülü, dengeli ve
göze hoş görünen kibar davranış şekillerini ortaya koyan, dolayısıyla şahsı
toplum içerisinde erdemli ve hürmete lâyık kılan söz, iş ve davranış
biçimlerini kapsar. Söz söylerken veya başkalarının gözleri önünde bir iş
yaparken - onları ilgilendirsin ya da ilgilendirmesin- mutlaka önce düşünüp
olumluluğuna ve gerekliliğine karar verdikten sonra harekete geçmek, mutlaka
ölçülü davranmak ve her hâl ve durumda güzel görünmeye çalışmak, kişiye
peygamberlik vasıflarından çok önemli bir vasfı kazandırmaktadır. Bu
demektir ki peygamberler, söz, iş ve davranışlarında daima ölçülü olan,
düşünerek hareket eden ve çevredeki kabalıkları ve aşırılıkları giderip
güzelliklere güzellik katan, dolayısıyla topluma düzen ve huzur getiren
kimselerdir. O hâlde onların yolundan giden mü’minler de onları örnek almalı ve
onların müzeyyen oldukları vasıfları ile kendilerini süslemelidirler.
Kur’ân-ı Kerîm’de aile bireylerinin, akraba ve komşuların bir arada
yaşamasının gerektirdiği hak ve sorumluluklara riayet etmelerini, uyumlu,
geçimli ve güler yüzlü olmalarını öğütleyen, kaba, kırıcı söz ve davranışlardan
sakındıran birçok âyet bulunmaktadır.
(Meselâ bk. el-Bakara 2/262-263;
ﵟٱلَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمۡوَٰلَهُمۡ فِي سَبِيلِ ٱللَّهِ ثُمَّ لَا يُتۡبِعُونَ
مَآ أَنفَقُواْ مَنّٗا وَلَآ أَذٗى لَّهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ وَلَا
خَوۡفٌ عَلَيۡهِمۡ وَلَا هُمۡ يَحۡزَنُونَ ٢٦٢ ۞ قَوۡلٞ مَّعۡرُوفٞ وَمَغۡفِرَةٌ
خَيۡرٞ مِّن صَدَقَةٖ يَتۡبَعُهَآ أَذٗىۗ وَٱللَّهُ غَنِيٌّ حَلِيمٞ ٢٦٣ﵞ
262: Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da
harcadıklarının arkasından başa kakıp incitmeyenler için rablerinin katında
özel karşılık vardır. Artık onlar için korku yoktur, onlar üzüntü de
çekmeyeceklerdir.
263: İyi
sayılan bir söz ve bir bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha
iyidir. Allah zengindir, halîmdir.
el-İsrâ 17/23-24;
ﵟوَقَضَىٰ رَبُّكَ أَلَّا تَعۡبُدُوٓاْ إِلَّآ إِيَّاهُ
وَبِٱلۡوَٰلِدَيۡنِ إِحۡسَٰنًاۚ إِمَّا يَبۡلُغَنَّ عِندَكَ ٱلۡكِبَرَ
أَحَدُهُمَآ أَوۡ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُل لَّهُمَآ أُفّٖ وَلَا تَنۡهَرۡهُمَا
وَقُل لَّهُمَا قَوۡلٗا كَرِيمٗا ٢٣ وَٱخۡفِضۡ لَهُمَا جَنَاحَ ٱلذُّلِّ مِنَ
ٱلرَّحۡمَةِ وَقُل رَّبِّ ٱرۡحَمۡهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرٗا ٢٤
23: Rabbin,
kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı
kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında
ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama;
onlara tatlı ve güzel söz söyle.
24: Onlara merhamet ederek tevazu
kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri
gibi sen de onlara acı.”
ﵟوَلَا تَقۡفُ مَا لَيۡسَ لَكَ بِهِۦ عِلۡمٌۚ إِنَّ ٱلسَّمۡعَ وَٱلۡبَصَرَ
وَٱلۡفُؤَادَ كُلُّ أُوْلَٰٓئِكَ كَانَ عَنۡهُ مَسۡـُٔولٗا ٣٦ وَلَا تَمۡشِ فِي
ٱلۡأَرۡضِ مَرَحًاۖ إِنَّكَ لَن تَخۡرِقَ ٱلۡأَرۡضَ وَلَن تَبۡلُغَ ٱلۡجِبَالَ
طُولٗا ﵞ
İsrâ 36: Hakkında kesin bilgi sahibi
olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan
sorumludur.
37: Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın,
boyca da dağlara asla erişemezsin.
ﵟوَلَا تُصَعِّرۡ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمۡشِ فِي ٱلۡأَرۡضِ مَرَحًاۖ
إِنَّ ٱللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخۡتَالٖ فَخُورٖ ١٨
Lokman 18: “Küçümseyerek
surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü
Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.”
Kur’an-ı Kerim’de, insanlar arasındaki münâsebetleri tanzim eden
âyet-i kerîmelere dikkat edecek olursak iki grupta toplandığını görürüz.
1- Her şahsın ayrı ayrı mükellef
olduğu emir ve yasaklardır ki, doğrudan doğruya fertlere hitap etmektedirler.
Bunlar, ana ve babaya iyi muamele etmek, akrabaya, fakirlere ve muhtaçlara
yardımda bulunmak, israf ve cimrilikten uzak olup mu’tedil davranmak, zan ile
hükmetmeyip gerçeği araştırmak, kendini beğenip kibirlenmemek, v.s
2-
Toplumun yapmakla mükellef olduğu görev ve yasaklar doğrudan doğruya
topluma hitap şekliyle vahyolunmuştur: Çocukların öldürülmemesi, zinâya imkân
hazırlanmaması, haksız yere cana kıyılmaması, yetim ve kimsesizlerin korunması,
anlaşmalara riayet edilmesi, ölçü ve tartının doğru tutulması v.s. de daha
ziyâde toplumu etkilediği için topluma hitap şekliyle emrolunmuştur. Kısacası,
ferdin üzerine terettüp eden görevler fertten, cemiyete düşen görevler de
cemiyetten istenmiş, ilişkiler bu emir ve yasaklara göre düzenlenmiştir. Bundan
da anlaşılıyor ki, İslam toplumlarında ahlâkî ve ictimaî kuralların kaynağı,
öncelikle vahy-i ilâhîdir. İnsanlar arasındaki münasebetlerin bir kısmını
bizzat Yüce Allah düzenleyip emretmiş; hayata tatbîkinin şekil ve şartlarını da
Hz. Peygamber, diğer insanlara örnek vasıflarıyla, bizzat yaşayarak öğretmiştir.
*** Kıymetli Dinleyenlerim! Âdâb-ı
muâşeretle ilgili hadisler var mıdır? diye sorulacak olursa Hadis mecmualarının
“Kitâbü’l-Edeb”, “Kitâbü’l-Birr”, “Kitâbü’l-Câmi‘”, “Kitâbü Hüsni’l-hulk” gibi
başlıklar taşıyan bölümlerinde âdâb-ı muâşereti ilgilendiren hadislerin yer
aldığını görmekteyiz. Abdullah b. Ömer, Resûlullah’ın hiçbir zaman kırıcı
davranmadığını belirttikten sonra, “Sizin en hayırlınız ahlâkı en güzel
olanınızdır” dediğini ifade eder (Buhârî, “Edeb”, 39). Davranışlarındaki
incelik ve yumuşaklıkla bilinen Hz. Peygamber, ilgili hadislerinin çoğunda
güzel ahlâk tabirini “iyi huylu ve nazik olma, herkesle hoş geçinme”
anlamında kullandığı bilinmektedir.
İslam toplumunda ilk dönemden itibaren âdâb-ı muâşeretle ilgili
konuların kaleme alındığını görmekteyiz. İbnü’l-Mukaffa‘ın (ö.
142/759) el-Edebü’l-kebîr ve el-Edebü’s-sağîr’i,
Mâverdî’nin Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn’i, Gazzâlî’nin İḥyâʾü
ʿulûmi’d-dîn’i, Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Aḫlâḳ-ı Nâṣırîsi gibi sayılan eserlerde
âdâb-ı muâşeret ve toplumsal yaşayışa ait kısımlar yer almaktadır. Osmanlı
döneminde yazılmış en önemli ahlâk kitabı olarak bilinen Kınalızâde Ali
Efendi’nin Ahlâk-ı Alâî’si, nazik davranışı güzel ahlâk çerçevesinde ele
alan en gelişmiş örneklerden biridir.
Bedr-i Dilşâd’ın Muradnâme’si, Ali b. Hüseyin
el-Amâsî’nin Tarîku’l-edeb’i (Tâcü’l-edeb) XV. yüzyılda Osmanlı ülkesinde
yazılan ilk muâşeret kitapları arasındadır. Kâtib Çelebi, XVII. yüzyılın ilk
yarısındaki ilmî hayat ve dinî düşünce hakkında kaleme aldığı Mîzânü’l-hak adlı
eserinde âdâb-ı muâşeretin konusu olan tokalaşma ve selâmlaşma gibi uygulamalara
dair görüşlerini de yazdığı görülmektedir. Risâle-i Garîbe başlıklı anonim
bir eserde de çevrede gözlemlenen edebe aykırı davranışlar ele alınıp
eleştirilmiştir (XVIII. Yüzyıl İstanbul Hayatına Dair Risâle-i Garîbe, s. 7). Fransız
tarihçi ve gazetecisi J.-H. Abdolonyme Ubicini, Şarklılar’ın ve
özellikle Osmanlılar’ın teşrifata ve görgü kurallarına önem verdiklerini,
Osmanlı saray kütüphanesinde bulunan ahlâkla ilgili 216 eserden yaklaşık
otuzunun âdâb-ı muâşeretten bahsettiğini kaydeder (Osmanlı’da Modernleşme
Sancısı, s. 177). Bu eserlerde gelenek ve görenekler, giyim, oturup kalkma,
yemek yeme, büyüklere ve arkadaşlara karşı muamele, selâmlaşma, konuşma âdâbı gibi
konular işlenmektedir.
***Kıymetli dinleyenlerim! Âdâb-ı muâşeret
en güzel nerede nasıl öğrenilir denilirse en güzel ailede öğrenilir. Aile
nedir? diye soracak olursak aile,
hayata gözlerini açtığı anda insanı sarıp sarmalayan, koruyup kollayan, bağrına
basan o eşsiz birlikteliğin adıdır. Aile, bu kocaman ve gürültülü dünyada ne
yapacağını şaşıran minicik bir bebeğin duyduğu ilk güven, tattığı ilk huzur,
yaşadığı ilk mutluluktur.
Aile, fedakârlığı, vefayı, ahlâkı ve inancı öğreten en
uzun soluklu eğitim yuvasıdır. İnsan kültürünü, geleneğini ve değerlerini
ailesinden miras alır. Sorumluluğu, adaleti ve onuru ailesinde görür. Duyguları
öğrenir, ilk alışkanlıklarını kazanır, ilk çarelerini dener. Velhasıl aile,
insanın hayat kaynağıdır…
Aile, gelişigüzel ve sıradan bir yaşam alanı değil;
Allah’ın rahmeti ile korunan, O’nun
bahşettiği çocuklar ile gelişen ve güzelleşen
kıymetli bir kurumdur. Aile toplumun çekirdeği, özü, yapı taşıdır. Aile kurmak
sadece iki insanı birleştirmez, aynı
zamanda bir toplumu inşa eder…
Anne baba olarak bizlerin ailemizdeki her bireyin
iyi huylu, sağlıklı, dengeli insanlar olarak topluma katılması için emek
vermemiz gerekmektedir. Çocuklarımızın maddi ihtiyaçları kadar manevi
ihtiyaçlarını da karşılamalı, merhamet eğitimi almış, güzel ahlâkla donanmış,
kültürünü ve değerlerini benimsemiş bir nesil yetiştirmek için gayret
etmeliyiz.
ÂDÂB-I MUÂŞERET en güzel ailede öğretilir ve özellikle okul öncesi
dediğimiz 4-6 yaş çocuklarımıza örnek olarak ve yaşayarak öğretilir. Okul öncesi dönem, çocuklarda fizikî ve zihnî
gelişimin çok hızlı olduğu önemli bir dönemdir. Her bir duygu, düşünce ve
terbiye tohumları, bu yaşlarda atılır ve o körpe dimağlarda filiz verir. “Çocukluk,
insanın anavatanıdır.” sözü boşuna söylenmemiştir.
“O daha çocuk!” diyoruz kimi zaman, öyle değil mi? Ama
onların hâfızaları öyle güzel kayıt tutuyor ki… Hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan her
şeyi dikkatle hâfızalarına yerleştiriyorlar. 4-6 yaş grubu çocuklarımız, “okul öncesi” denilen
çağdadırlar. Bu çocuklar, âdâb-ı muâşeret dediğimiz “ahlâk, âdâb, görgü
kuralı” üçlemesini en iyi öğrendikleri
dönemdedirler. Yalandan uzak durulması gerektiği, başkalarının kusurlarıyla
dalga geçilmeyeceği, yardımseverlik, büyüklere saygı, merhametli olma gibi âdâb-ı muâşeretle ilgili birçok hususu körpe
dimağlarına yerleştirirler.
Özetle şunları söyleyebiliriz. Çocuğun temel eğitim kurumu ailedir. Yeni anlayışa
göre çocuğun eğitimi ana rahminde başlar, doğumdan sonra devam eder. Artık
bilim dünyası da eğitimin temelinin hamilelik dönemi olduğunu kabul
etmektedir. Bebek, anne karnında fiziksel gelişimini tamamlarken aynı anda
psikolojik gelişimini de oluşturur. Psikologlar anne karnındaki bebeklerin 12.
haftadan itibaren zihinsel gelişimlerinin de oluşmaya başladığını ifade etmektedirler.
Uzmanlara göre çocuğun kişiliği, altı yaşına kadar, aileden aldığı
eğitimin kalitesine ve şekline uygun olarak yüzde seksene yakın
tamamlanmış olur.
Aile, eğitimin başladığı ilk yerdir. Aile çocuk için ilkokuldur.
Çocuk iletişimi, sevgiyi, saygıyı, değerleri, evrensel ahlaka uygun bütün
kavramları ilk olarak ailede öğrenir. Kısacası aile, çocuğun ilk sosyal
evresidir. Çocuğun hayatındaki en önemli eğitim kurumu ailedir. Bu sebepten
dolayı aile ne verirse çocuğun zihinsel şemasındaki hayat o şekilde
şekillenecektir. Öyleyse biz anne ve babalar çocuklarımızın maddi
ihtiyaçları kadar manevi ihtiyaçlarını da karşılamalı, merhamet eğitimi almış,
güzel ahlâkla donanmış, kültürünü ve değerlerini benimsemiş bir nesil
yetiştirmek için gayret etmeliyiz.
Sözlerimi sevgili Peygamberimizin (sav) şu hadisiyle
bitirmek istiyorum.
“مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ
أَدَبٍ حَسَنٍ.”
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir baba,
evlâdına güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermemiştir.”
(T1952 Tirmizî, Birr, 33)
Not: Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman'ın Kur'ân'a Göre Adâb-ı Muaşeret isimli kitabı vardır. Detaylı bilgi isteyenler hocamızın kitabına müracaat edebilirler.
http://zekiduman.com/adab-%C4%B1-mua%C5%9Feret.html
Konunun Youtubedeki sunumu https://youtu.be/q5Hjsak3bz4