Popüler Yayınlar

14 Eylül 2023 Perşembe

İSLAM BİLİME KARŞI MIDIR?

 

Soru 1. İslam’ın ilk emri oku olmuştur. Peki bu emrin hikmeti nedir?

Soru 2. ilim öğrenmeye teşvik eden ayet ve hadislere değinelim.

Soru 3. İslam madem okumayı emrediyor, Müslümanlar neden geri kaldı?


Soru 1. İslam’ın ilk emri oku olmuştur. Peki bu emrin hikmeti nedir?

Sevgili Peygamberimiz, Hz. Cebrâil’den Alak suresinin ilk beş ayetiyle ilk vahyi almıştır. İlk emir “ikra’” yani “oku” olmuştur. Aklı izole eden ve ilmi faaliyetleri yasaklayan dinlerin tutumuna karşı İslam vahyinin “oku” emri ile başlaması anlamlıdır. Daha sonra peyderpey inen ayetler “oku” emrinin ayrıntılarına yer vermiş ve ilim kökünden türeyen kelimeler yaklaşık olarak 750 yerde geçmiş, düşünmenin farklı formları ile ilgili de birçok ayet gelmiştir.

Kur’an-ı Hâkim’de ilk vahiy “İkra/Oku” diye başlar. Şuarâ suresinde diğer peygamberler anlatılırken onların hayatında, onların iman, ilim, hareket mecralarında ilk duyulan ilahî buyruğun فَاتَّقُوا اللّٰهَ “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının” ayeti olduğunu görmekteyiz. Cenab-ı Hakk diğer peygamberlerin muhataplarını kulluğa davet etmektedir. Aslında putperest olan Mekke’de de böyle bir hitap, böyle bir ayetle giriş bekliyorsunuz fakat öyle olmuyor. Belâzürî’nin Futûhu’l-buldân adlı eserinde geçtiğine göre Mekke’de 17 ev kalemle tanışmış, yani 17 evde insanlar okuma yazma biliyor. Okur yazarlığın bu kadar az olmasına rağmen Mekke’ye, Hazreti Muhammed aleyhisselam’a gelen Kur’ân’ın ilk ayeti “İkra/Oku”… Ümmî bir peygambere ötelerden Allah’ın ayetleri geliyor ve “İkra” diye başlıyor; Oku!.. Peki bu emrin hikmeti nedir?

Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’de insanoğluna ilk emri; “اِقْرَأْOku!” olmuştur. Kâinattaki her varlık ve her hâdise, ârif gönüller için okunup anlaşılması gereken bir hikmet dersidir. Kullukta asıl mesele de “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1) emr-i ilâhîsi muktezâsınca, bu okuma istîdâdını kazanabilmektir. Esas tahsil budur. Yani her şeyde ilâhî hikmetleri okuyabilme meziyetini elde edebilmektir. 

Kur’ân-ı Kerîm gibi kâinat da gönül gözüyle okunmalıdır. Kâinat, hikmet ve hakîkatlerin bir nevî zarfı hükmündedir. Kâmil ve ârif bir mü’minin vazifesi, bu zarfları açarak mazrûfu, yani içindeki ilâhî mesajları, sır ve hikmetleri okuyup lâyıkıyla idrâk edebilmektir.

اِنَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِلْمُؤْمِنٖينَؕ ﴿٣﴾

وَفٖي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَٓابَّةٍ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَۙ ﴿٤﴾

وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ رِزْقٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرٖيفِ الرِّيَاحِ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٥﴾

“Şüphesiz göklerde ve yerde mü’minler için birçok âyetler vardır. (Allah’ın birliğini ve kudretini gösteren nice deliller vardır.)

Sizin yaratılışınızda ve Allâh’ın muhtelif canlıları yeryüzüne yaymasında, kesin ola­rak inanan kimseler için ibretler vardır. (Allah'ın kudret ve vahdaniyyetine delâlet eden ibret ve alâmetler var.)

Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allâh’ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve yeri ölümünden sonra onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kulla­nan toplum için dersler vardır.” (el-Câsiye, 3-5)

 

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَمٖيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فٖيهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍؕ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَنْبَتْنَا فٖيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرٖيمٍ

 O, gökleri görebileceğiniz herhangi bir destek olmadan (duracak şekilde) yarattı, sizi dengede tutması için yere sağlam dağlar yerleştirdi, orada her türlü canlının çoğalmasını sağladı. Biz, gökten su indirip (bununla) yeryüzünde her türden faydalı bitkiler bitirdik. (Lokman. 10)

Buna benzer pek çok âyet-i kerîmede de Rabbimiz;

-Mahlûkâta dikkat çekerek; “Onlar deveye bakmazlar mı?” اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠

Evrendeki her şey Allah’ın kudretini göstermekle birlikte Kur’an’ın ilk muhataplarının en çok sevdikleri ve sahip olmak istedikleri mal deve olduğu için önce onun yaratılışına dikkatleri çekilerek ibret almaları istenmektedir. Dayanıklılığı, binme kolaylığı, taşıma gücü; etinden, sütünden ve yününden istifade edilmesi gibi özellikleri deveyi çöl ortasında yaşayan insanlar için vazgeçilmez bir değer haline getirmiştir. Kuşkusuz burada Kur’an’ın ilk muhatapları olan Araplar için taşıdığı büyük önemden dolayı deveden söz edilmiş ve gönül gözüyle bakmaları istenmiştir.

-Coğrafî hâdiselere dikkat çekerek; “Buluta, yağmura, dağlara, yeşil bitkilerin kışın ölüp baharda dirilmesine bakmazlar mı?”,

-Tarihe dikkat çekerek; “Geçmiş kavimlerin âkıbetlerine bakmazlar mı?” buyurmak sûretiyle bu dâvetini tekrarlamaktadır. اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” emrindeki bir diğer hikmet ise, bilgi Allah’ın bir ihsanı olduğu için zulüm aracına dönüştürülmemelidir. Yaratanın adı ile ya da O’nun adına okumanın işaret ettiği anlamlardan birisi budur. Allah merhamet sahibidir ve koyduğu kanunların keşfedilip maddeye uygulanarak elde edilen teknolojik araçların Allah’ın kullarına zulme dönüşmesi nimetin kıymetini takdir etmemek anlamına gelen nankörlüktür. Tıp okuyup insanlara fayda sağlamak yerine organ mafyasına hizmet etmek, gıdanın genetiğini değiştirerek insanlara zehir yedirmek bir okumayı, ilim sahibi olmayı gerektirir; ancak bu okuma yaratanın adı ile bir okuma değildir.

Soru 2. ilim öğrenmeye teşvik eden ayet ve hadisler 

Kur’ân ve sünnette ilmin faziletini vurgulayan ve ilim öğrenmeye teşvik eden pek çok âyet ve hadis bulunmaktadır. İslam âlimleri, özellikle de hadis ehli tarihî süreçte bu ilâhî teşvikler doğrultusunda hareket etmiş ve ilim uğruna nice zahmetli yolculuklara katlanmışlardır. İslâm’da ilim ve ilim öğrenme faaliyeti, insanlığı, inkâr cehâletinin karanlıklarından ilme dayalı iman ve hidâyetin aydınlığına çıkarmayı gaye edinen Kur’ân’ın “oku” emriyle başlar.

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫نٖي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ

Kur’ân’ın beyanına göre Hz. Âdem, Allah katındaki seçkinliğini ve meleklere karşı imtiyazını eşyanın isimleri hakkındaki bilgisiyle elde etmiştir. (el-Bakara 2/30-33.)

وَقُلْ رَبِّ زِدْنٖي عِلْماً "De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır.” Tâhâ sûresi (20), 114. Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz'e ilmin dışında herhangi bir şeyi kendisine artırması için dua etmesini emretmemiştir. Çünkü ilim bitip tükenmeyen bir hazinedir. Sadece sahibine değil başka insanlara ve hatta bütün canlılara da fayda verir. Hak ile bâtılı ayırmanın en önemli vasıtası ilimdir. İlmin artması insana bir yük değil, tam aksine onu yücelten bir fazilettir. İnsanın ilmi ve bilgisi arttıkça tevâzuu da artar; kişi birtakım kuruntulardan kurtulur; gerçeği anlar ve iyi bir insan olmaya elinden geldiğince özen gösterir. İlmin zıddı olan cehâlet, bilgisizlik ise şiddetle kınanır.

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَؕ De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Zümer sûresi (39), 9. Allah Teâlâ bu âyet-i kerîmede ilmi övmekte, kıymetini ve üstünlüğünü bize açıklamakta, cehâleti ise yermekte, onun bir noksanlık, bir eksiklik olduğunu haber vermektedir. Âlim kişi Allah'a karşı itaatkâr olur; câhil isyankârdır. Bu ikisi birbirinin zıddı olup itaat fazilet, isyân ise düşüklük ve ahmaklıktır. Cehâletin her çeşidi dinimizde reddedilmiş ve kınanmıştır.

 اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اؕ Gerçek şu ki, kulları içinde ancak âlimler, Allah’tan gerektiği gibi korkarlar. (derin saygı duyarlar.) Fâtır sûresi (35), 28.

 

لا حسد إلا في اثنتين: رجل آتاه الله مالا فسلطه على هلكته في الحق، ورجل آتاه الله حكمة فهو يقضي بها ويعلمها

Abdullah İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir: Allah'ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse; Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse." Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ'tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Zühd 2

Hadislerde de ilim öğrenmeye teşvik bağlamında Hz. Peygamber, Allah’ın kendisine lütfettiği ilim gereğince amel eden ve onu başkalarına öğreten kimsenin gıpta edilmeye değer iki sınıf insandan biri olduğunu beyan etmiştir. (el-Buhârî, “İlim”, 15; Müslim “Müsâfirîn”, 268.)

فو ‌الله ‌لأَنْ ‌يَهْدِيَ ‌اللَّهُ ‌بِكَ ‌رَجُلا ‌وَاحِدًا، ‌خَيْرٌ ‌لَكَ ‌مِنْ ‌حُمُرِ ‌النَّعَم متفقٌ عليهِ . أنَّ النَّبيَّ ﷺ قَالَ لِعَليًّ، 

Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ali radıyallahu anh'a şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk'ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır." Buhârî, Fezâilü'l-ashâb 9, Meğâzî 38; Müslim, Fezâilü's-sahâbe 34

 ومَنْ سلَك طرِيقاً يَلْتَمِسُ فِيهِ عِلْماً ، سهَّلَ اللَّه لَهُ بِهِ طَرِيقاً إلى الجَنَّةِ » رواهُ مسلمٌ 

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır." Müslim, Zikr 39. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, Kur'ân 10, İlim 19; İbni Mâce, Mukaddime 17.

إِذَا مَاتَ ابنُ آدم انْقَطَعَ عَنْهُ عَمَلُهُ إِلَّا مِنْ ثَلَاثٍ: صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ، أو عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ، أَوْ وَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ. رَوَاهُ مُسْلِمٌ.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat." Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8

Sevabı devamlı olan ikinci sâlih amel, kendisinden insanların sürekli faydalandığı ilimdir. İnsanın öğrendiği ilmi, elde ettiği bilgiyi başkalarına öğretmesi en büyük hayırlardan biridir. Bunun çeşitli yolları ve şekilleri vardır. Talebe yetiştirmek, kendi ilmini ve bilgisini onlara öğretmek en önemlisidir. Bunun yanında kitap yazmak ve yayınlamak, günümüzün modern imkânlarından faydalanarak disketlere aktarmak, kasete ve filme almak, onların muhafaza edildiği ilmî araştırma merkezleri kurmak, konferanslar ve seminerler vermek, kısaca ilmini ve bilgisini kendisinden sonraki nesillere bir şekilde aktarmak, kişinin amel defterinin kapanmamasına ve sevabının devamlı olmasına vesile teşkil eder.

‌مَنْ ‌سَلَكَ ‌طَرِيقًا ‌يَبْتَغِي ‌فِيهِ ‌عِلْمًا ‌سَلَكَ ‌اللهُ ‌بِهِ ‌طَرِيقًا ‌إِلَى ‌الْجَنَّةِ، وَإِنَّ الْمَلَائِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًى لِطَالِبِ الْعِلْمِ، وَإِنَّ الْعَالِمَ لَيَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ، حَتَّى الْحِيتَانُ فِي الْمَاءِ، وَفَضْلُ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ، إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الْأَنْبِيَاءِ، إِنَّ الْأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلَا دِرْهَمًا، إِنَّمَا وَرَّثُوا الْعِلْمَ، فَمَنْ أَخَذَ بِهِ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ

Ebü'd-Derdâ radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim: "Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Muhakkak melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim kişiye Allah'tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur." Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 17

Özetle Hadislerde de ilim öğrenmeye teşvik bağlamında Hz. Peygamber, Allah’ın kendisine lütfettiği ilim gereğince amel eden ve onu başkalarına öğreten kimsenin gıpta edilmeye değer iki sınıf insandan biri olduğunu beyan etmiştir. (el-Buhârî, “İlim”, 15; Müslim “Müsâfirîn”, 268.) Bu çerçevede Hz. Peygamber ilim uğruna yola çıkan kimsenin peygamber vârisi olmaya namzet biri olarak Allah yolunda olduğunu (et-Tirmizî, “İlim”, 2.) bu itibarla meleklerin kanatları altında himâye edildiğini (Ebû Dâvûd “İlim”, 1.) ve nihayet cennete giden yolun da ilimden geçtiğini müjdeler. (Buhârî, “İlim”, 10.) Bu ilahi teşviklerin bir gereği olarak ve vaat edilen müjdelere kavuşmak arzusuyla âlimler, ilim tahsiline büyük bir önem vermiş, bu uğurda nice zorluklara ve meşakkatli yolculuklara tahammül ve sabır göstermişlerdir. (Rihle seyahatleri)

 

 Soru 3. İslam madem okumayı emrediyor, Müslümanlar neden geri kaldı?

Müslüman ülkelerin geri kalmışlığının nedeni İslam dini midir? Avrupa ilim fen ve teknolojide ileri giderken biz İslam dininin emirlerine sıkı sıkıya yapıştığımız için mi geri kaldık? İslam bize durun ilerlemeyin, gelişmeyin dedi de biz bu sebeple mi geri kaldık? İslam bizi geri bıraktıysa biz İslam’ın hangi emrinden dolayı geri kaldık?

Enfal suresi 60. ayet tek başına bu soruya cevap vermek için yeterlidir.

وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ

“Yüce Allah, “Ey mü’minler! Düşmanlarınıza karşı bütün imkânlarınızı seferber ederek kuvvet hazırlayın.” buyurmaktadır. Bu ayetin günümüze yansıyan anlamı o zamanın kılıç ve okları, bugünün top, tüfeği. O zamanın atları bugünün tankları, uçakları, f 16 ları, ihaları, sihaları, savaş gemileri, teknoloji yazılımları vs. İslam geri kalmamızı istemiş olsa bu ayet, bütün imkânlarımızla en iyi, en ileri seviyede olmamızı bizden ister miydi?

·         Dünya ticaret yollarının değişmesi ekonomik olarak Müslüman ülkeleri etkilemiştir. Ülkelerin zenginliği ticarettedir. Bu konu üzerinde çok şey yazılıp çizilmiştir. Ancak biz farklı açıdan konuyu değerlendirmek istemekteyiz.

Namaz kılan Müslümana içki iç desen haram der. İçki haram olduğu kadar, gıybet de haramdır. İslam sosyal çevrede yaşanan bir dindir. İslam dini sosyal hayatı düzenleyen ilkeleriyle güvenilir insanlardan oluşan bir toplum meydana getirmek ister. Toplumda emniyet ve huzurun sağlanması için bireylerin sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. Sorumluluklar yerine getirilmediğinde toplumda güven duygusu ortadan kalkar. Birbirine güvenmeyen insanların barış içinde yaşamaları mümkün değildir. İslam, Müslümanları kardeş olarak tarif etmiş birbirinin derdiyle dertlenmeyeni hakiki Mümin saymamıştır. Abdullah b. Abbas(r.a)’dan rivâyet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mü’min değildir.”

Müslüman diğergam olmalıdır. Kardeşini kendisine tercih etmelidir. Falanca kardeşim benden daha açtır diyerek ihtiyacı olduğu halde yemeğini komşusuna gönderecek kadar yüce gönüllü olmalıdır.

İslam düzgün yaşandığında ihtiyaç sahibi insan kalmayacaktır. İslam tembelliğe karşıdır. Çalışmayı, alın teriyle kazanmayı, veren el olmayı teşvik eder. Çevreyi kirletmemeyi, karıncayı dahi incitmemeyi emreder. Ashabı kiram sevgili Peygamberimizin yaşantısını örnek aldılar. Bizlere çalışmayı, paylaşmayı, ilim elde etmek için uzun yolculukları rihle yapmayı yaşayarak gösterdiler. Onları örnek alan Müslümanlar Dârul Hikmeleri, dâru’l-ilimleri kurdu. Makrîzî’nin, İslâm ülkelerinde büyüklük ve zenginlik bakımından bir benzerinin bulunmadığını söylediği bu kütüphanede başlangıçta kitap sayısı 1 milyondu. Matbaanın olmadığı bir dönemde bu kadar kitap sayısı ilme ve bilme o zamanda verilen değeri bizlere göstermektedir.

Fuat Sezgin der ki Batı Uygarlığı Gelişimini İslam Medeniyetine Borçludur. Günümüzün dünya bilim tarihi anlayışında, Batının, karanlık bir Orta Çağ döneminden sonra eski Yunan uygarlığında yatan kökenlerinin ayrımına vararak, Rönesans, Aydınlanma ve Bilim Devrimi gibi açılımları kapsayan bir süreç üzerinden çağımızın kendisiyle özdeşleşen uygarlığını ve bilimini geliştirdiği görüşü genel bir kabul görmektedir. Eski Çağ ile Yakın Çağlar arasındaki yaklaşık 1000 yıllık boşluk bu bağlamda yeterince irdelenmemekte, Batı biliminin bir yerde eski Yunan uygarlığının küllerinden yeniden doğarak gelişme sürecine girmiş olduğu düşüncesi bir açık gerçek olarak yalnızca Batı dünyasında değil onun dışında kalan coğrafyada da yaygın biçimde benimsenmektedir. Batı medeniyetinin alt yapısını hazırlayan İslam medeniyeti ve İslam bilginleri, ne hazindir ki uzun bir zaman söz konusu bile edilmemiş ve hatta unutulmuştur. Nitekim Dr. Hunke, bu konudaki haksızlığı şöyle dile getirir: “Şu kadarı var ki, Müslümanlar’ın öncülük ettikleri şeylerden mesela; Arap rakamları, cebir, usturlap gibi şeylerden hemen hemen hiçbirinin İslami patent hakkı, Batı’da tanınmamıştır. Aksine birçok Müslüman icadı, günümüzde İngiliz, Fransız veya Alman malı sayılmaktadır. Batı medeniyeti ve bugünkü modern bilim ve teknoloji; temellerini-gelişimini, İslam bilim ve medeniyetine borçludur. Batı’nın bunu örtme ve bilimini Eski Yunan’a indirgeme çabaları, İslam’a karşı Batı’nın tarihsel bilinçaltı düşmanlığının bir yansımasıdır. Bugün, bu örtme-saptırma çabaları ortaya çıkmış ve güneş balçıkla sıvanamaz olmuştur. Ancak, kendi tarihinden dininden habersiz genç nesiller, maalesef içerden yapılan yanıltıcı-yönlendirici propagandalarla boşluğa yuvarlanmış; Batı’nın cazibesine kapılarak adeta kaybolmuştur. Kendi mirasına sahip çıkarak geliştiremeyen; onu yeni nesillere aktaramayan İslam referanslı topluluklar, bu hatalarının bedellerini, ağır bir şekilde ödemiş ve ödemeye devam edeceklerdir. (Fuat Sezgin, İslam'da Bilim ve Teknik, s.9) Prof. Fuat Sezgin, İslam Uygarlığındaki bilimsel araştırma ve buluşların 15 yüzyıla kadar devam ettiğini belirtir. Prof. Sezgin’e göre İslam dünyasında tekonolojik buluşlar bireysel çalışmalarla ilim adamları 16. yüzyıla kadar bilimsel eserler vermiştir, fakat bunların yayılıp gelişmesinden Müslümanlar değil Batı’lılar faydalanmıştır.

Patras vakasında asılan petrus gregorius Rus Çarına bir mektup bırakıyor. Müslümanları yenmenin yegâne yolu Müslüman görünümlü din adamları yetiştirerek onlardanmış gibi görünerek bize hizmet etmelerini sağlamaktır, diyor. Mors alfabesini yapan mucid telgraflı sistemini Sultan Abdulmecid (tanzimat padişahı) Hana gösteriyor. İhtira beratı hazırlanıp kese kese altınlar veriliyor. İstanbul – Edirne arasında hat çekmeleri istenir. Bu şahıslar çalışmayı hazırlıyorlar ancak ilgili şahıslar padişahın huzuruna çıkartılmıyorlar. Bizden görünümlü batıya hizmet eden hainler tarafından teknolojik hamlelerin engellendiği de bir geçektir.

Salih Uyan Bey’in “Başarı, ciddiyete mahkûmdur.” isimli bir yazısı var.

Yaklaşık on yıl önce bir fuar programı için İngiltere’ye gitmiştik. Bu ziyaret sırasında, İngiltere’nin en başarılı birkaç okulunu görmek istedik. İngiliz bir eğitimci bize Eton College (İdin kalıç) ve The Abbey School’u (Ebi sıkul) ziyaret etmemizi tavsiye etti.

 

İlk önce Eton College’a (idin kalıç) gittik. 1441 yılında Kral VI. Henry tarafından kurulan okulda sadece erkek öğrenciler vardı. Ve hepsi yatılı okuyordu.

 

Okula girerken, çimenlere uzanmış geyik yapan veya gitar çalan gençler göreceğimi zannetmiştim. Çünkü yurt dışı eğitim firmalarının gönderdiği broşürlerde hep böyle manzaralar görmüştüm. Ama okula girdiğimizde hiç böyle bir ortamla karşılaşmadık.

Öğrenciler asker gibiydi. Teneffüs saatinde bile alçak bir ses tonuyla konuşarak etrafta geziniyorlardı. Hepsinin yüzünde büyük bir ciddiyet vardı.

 

Okulu gezdiren yetkili, bu okulun mezunları arasında birçok başbakan, aristokrat ve bilim adamı olduğunu söyledi. Okul koridorlarından geçerken ses çıkarmamak için büyük gayret sarf ettik. Ve hep fısıltıyla konuştuk.

Okul müdürüne bir ders gözlemi yapmak istediğimizi söyledim. Adam çok net bir şekilde itiraz edip, “Dersleri bölemeyiz” dedi. “Hayırdır, içeride atomu mu parçalıyorlar?” diyecektim ama demedim. 

 

Daha sonra Abbey School’a (ebi sıkul) gittik. Bu okul da 1887 yılında kurulmuş bir kız lisesiydi. Ortam yine benzerdi. Okulun geneline büyük bir ciddiyet hâkimdi. Kütüphanede onlarca kız hiç konuşmadan ders çalışıyorlardı. Okul müdürü ülke genelinde not ortalaması en yüksek öğrencilerin o okuldan çıktığını büyük bir gururla anlattı. Bu okulda da sınıflara giremedik.

Okul müdürüne, “İngiltere eğitim broşürlerinde, hep bir parti havası var. Ama burada hiç öyle bir ortam yok” dedim gülerek.

Kadın, “O broşürler genelde yabancı öğrenciler için hazırlanıyor. Dışarıdan gelen öğrenciler öyle bir ortam istiyorlar demek ki” dedi. Sonra da “Biz bu okullara zaten pek yabancı öğrenci almıyoruz. Burası Birleşik Krallığın geleceğine önemli insanlar yetiştirmek için var” diye de ekledi. Canım sıkıldı.

 

Sonraki yıllarda Güney Kore’de, Amerika’da, Almanya’da ve İspanya’da okul ziyaretlerimiz oldu. Ülke çapında başarılı olan okullarda yine benzer bir ciddiyet hâkimdi.

Bu okul gezilerinde şunu çok iyi anladım. Gençlere kendi ülkelerinin geleceğiyle ilgili bir misyon yüklemediğiniz zaman, gereksiz ne var ne yok yükleniyorlar. Hatta gereken şuur verilmediği zaman, öğrenci bilgiyi de bir yük olarak taşıyor.

Hâl böyle olunca öğrenilen bilgiler insanı bir adım öteye taşıyamıyor.