Popüler Yayınlar

14 Eylül 2023 Perşembe

İSLAM BİLİME KARŞI MIDIR?

 

Soru 1. İslam’ın ilk emri oku olmuştur. Peki bu emrin hikmeti nedir?

Soru 2. ilim öğrenmeye teşvik eden ayet ve hadislere değinelim.

Soru 3. İslam madem okumayı emrediyor, Müslümanlar neden geri kaldı?


Soru 1. İslam’ın ilk emri oku olmuştur. Peki bu emrin hikmeti nedir?

Sevgili Peygamberimiz, Hz. Cebrâil’den Alak suresinin ilk beş ayetiyle ilk vahyi almıştır. İlk emir “ikra’” yani “oku” olmuştur. Aklı izole eden ve ilmi faaliyetleri yasaklayan dinlerin tutumuna karşı İslam vahyinin “oku” emri ile başlaması anlamlıdır. Daha sonra peyderpey inen ayetler “oku” emrinin ayrıntılarına yer vermiş ve ilim kökünden türeyen kelimeler yaklaşık olarak 750 yerde geçmiş, düşünmenin farklı formları ile ilgili de birçok ayet gelmiştir.

Kur’an-ı Hâkim’de ilk vahiy “İkra/Oku” diye başlar. Şuarâ suresinde diğer peygamberler anlatılırken onların hayatında, onların iman, ilim, hareket mecralarında ilk duyulan ilahî buyruğun فَاتَّقُوا اللّٰهَ “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının” ayeti olduğunu görmekteyiz. Cenab-ı Hakk diğer peygamberlerin muhataplarını kulluğa davet etmektedir. Aslında putperest olan Mekke’de de böyle bir hitap, böyle bir ayetle giriş bekliyorsunuz fakat öyle olmuyor. Belâzürî’nin Futûhu’l-buldân adlı eserinde geçtiğine göre Mekke’de 17 ev kalemle tanışmış, yani 17 evde insanlar okuma yazma biliyor. Okur yazarlığın bu kadar az olmasına rağmen Mekke’ye, Hazreti Muhammed aleyhisselam’a gelen Kur’ân’ın ilk ayeti “İkra/Oku”… Ümmî bir peygambere ötelerden Allah’ın ayetleri geliyor ve “İkra” diye başlıyor; Oku!.. Peki bu emrin hikmeti nedir?

Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’de insanoğluna ilk emri; “اِقْرَأْOku!” olmuştur. Kâinattaki her varlık ve her hâdise, ârif gönüller için okunup anlaşılması gereken bir hikmet dersidir. Kullukta asıl mesele de “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1) emr-i ilâhîsi muktezâsınca, bu okuma istîdâdını kazanabilmektir. Esas tahsil budur. Yani her şeyde ilâhî hikmetleri okuyabilme meziyetini elde edebilmektir. 

Kur’ân-ı Kerîm gibi kâinat da gönül gözüyle okunmalıdır. Kâinat, hikmet ve hakîkatlerin bir nevî zarfı hükmündedir. Kâmil ve ârif bir mü’minin vazifesi, bu zarfları açarak mazrûfu, yani içindeki ilâhî mesajları, sır ve hikmetleri okuyup lâyıkıyla idrâk edebilmektir.

اِنَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِلْمُؤْمِنٖينَؕ ﴿٣﴾

وَفٖي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَٓابَّةٍ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَۙ ﴿٤﴾

وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ رِزْقٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرٖيفِ الرِّيَاحِ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٥﴾

“Şüphesiz göklerde ve yerde mü’minler için birçok âyetler vardır. (Allah’ın birliğini ve kudretini gösteren nice deliller vardır.)

Sizin yaratılışınızda ve Allâh’ın muhtelif canlıları yeryüzüne yaymasında, kesin ola­rak inanan kimseler için ibretler vardır. (Allah'ın kudret ve vahdaniyyetine delâlet eden ibret ve alâmetler var.)

Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allâh’ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve yeri ölümünden sonra onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kulla­nan toplum için dersler vardır.” (el-Câsiye, 3-5)

 

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَمٖيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فٖيهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍؕ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَنْبَتْنَا فٖيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرٖيمٍ

 O, gökleri görebileceğiniz herhangi bir destek olmadan (duracak şekilde) yarattı, sizi dengede tutması için yere sağlam dağlar yerleştirdi, orada her türlü canlının çoğalmasını sağladı. Biz, gökten su indirip (bununla) yeryüzünde her türden faydalı bitkiler bitirdik. (Lokman. 10)

Buna benzer pek çok âyet-i kerîmede de Rabbimiz;

-Mahlûkâta dikkat çekerek; “Onlar deveye bakmazlar mı?” اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠

Evrendeki her şey Allah’ın kudretini göstermekle birlikte Kur’an’ın ilk muhataplarının en çok sevdikleri ve sahip olmak istedikleri mal deve olduğu için önce onun yaratılışına dikkatleri çekilerek ibret almaları istenmektedir. Dayanıklılığı, binme kolaylığı, taşıma gücü; etinden, sütünden ve yününden istifade edilmesi gibi özellikleri deveyi çöl ortasında yaşayan insanlar için vazgeçilmez bir değer haline getirmiştir. Kuşkusuz burada Kur’an’ın ilk muhatapları olan Araplar için taşıdığı büyük önemden dolayı deveden söz edilmiş ve gönül gözüyle bakmaları istenmiştir.

-Coğrafî hâdiselere dikkat çekerek; “Buluta, yağmura, dağlara, yeşil bitkilerin kışın ölüp baharda dirilmesine bakmazlar mı?”,

-Tarihe dikkat çekerek; “Geçmiş kavimlerin âkıbetlerine bakmazlar mı?” buyurmak sûretiyle bu dâvetini tekrarlamaktadır. اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” emrindeki bir diğer hikmet ise, bilgi Allah’ın bir ihsanı olduğu için zulüm aracına dönüştürülmemelidir. Yaratanın adı ile ya da O’nun adına okumanın işaret ettiği anlamlardan birisi budur. Allah merhamet sahibidir ve koyduğu kanunların keşfedilip maddeye uygulanarak elde edilen teknolojik araçların Allah’ın kullarına zulme dönüşmesi nimetin kıymetini takdir etmemek anlamına gelen nankörlüktür. Tıp okuyup insanlara fayda sağlamak yerine organ mafyasına hizmet etmek, gıdanın genetiğini değiştirerek insanlara zehir yedirmek bir okumayı, ilim sahibi olmayı gerektirir; ancak bu okuma yaratanın adı ile bir okuma değildir.

Soru 2. ilim öğrenmeye teşvik eden ayet ve hadisler 

Kur’ân ve sünnette ilmin faziletini vurgulayan ve ilim öğrenmeye teşvik eden pek çok âyet ve hadis bulunmaktadır. İslam âlimleri, özellikle de hadis ehli tarihî süreçte bu ilâhî teşvikler doğrultusunda hareket etmiş ve ilim uğruna nice zahmetli yolculuklara katlanmışlardır. İslâm’da ilim ve ilim öğrenme faaliyeti, insanlığı, inkâr cehâletinin karanlıklarından ilme dayalı iman ve hidâyetin aydınlığına çıkarmayı gaye edinen Kur’ân’ın “oku” emriyle başlar.

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫نٖي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ

Kur’ân’ın beyanına göre Hz. Âdem, Allah katındaki seçkinliğini ve meleklere karşı imtiyazını eşyanın isimleri hakkındaki bilgisiyle elde etmiştir. (el-Bakara 2/30-33.)

وَقُلْ رَبِّ زِدْنٖي عِلْماً "De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır.” Tâhâ sûresi (20), 114. Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz'e ilmin dışında herhangi bir şeyi kendisine artırması için dua etmesini emretmemiştir. Çünkü ilim bitip tükenmeyen bir hazinedir. Sadece sahibine değil başka insanlara ve hatta bütün canlılara da fayda verir. Hak ile bâtılı ayırmanın en önemli vasıtası ilimdir. İlmin artması insana bir yük değil, tam aksine onu yücelten bir fazilettir. İnsanın ilmi ve bilgisi arttıkça tevâzuu da artar; kişi birtakım kuruntulardan kurtulur; gerçeği anlar ve iyi bir insan olmaya elinden geldiğince özen gösterir. İlmin zıddı olan cehâlet, bilgisizlik ise şiddetle kınanır.

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَؕ De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Zümer sûresi (39), 9. Allah Teâlâ bu âyet-i kerîmede ilmi övmekte, kıymetini ve üstünlüğünü bize açıklamakta, cehâleti ise yermekte, onun bir noksanlık, bir eksiklik olduğunu haber vermektedir. Âlim kişi Allah'a karşı itaatkâr olur; câhil isyankârdır. Bu ikisi birbirinin zıddı olup itaat fazilet, isyân ise düşüklük ve ahmaklıktır. Cehâletin her çeşidi dinimizde reddedilmiş ve kınanmıştır.

 اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اؕ Gerçek şu ki, kulları içinde ancak âlimler, Allah’tan gerektiği gibi korkarlar. (derin saygı duyarlar.) Fâtır sûresi (35), 28.

 

لا حسد إلا في اثنتين: رجل آتاه الله مالا فسلطه على هلكته في الحق، ورجل آتاه الله حكمة فهو يقضي بها ويعلمها

Abdullah İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir: Allah'ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse; Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse." Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ'tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Zühd 2

Hadislerde de ilim öğrenmeye teşvik bağlamında Hz. Peygamber, Allah’ın kendisine lütfettiği ilim gereğince amel eden ve onu başkalarına öğreten kimsenin gıpta edilmeye değer iki sınıf insandan biri olduğunu beyan etmiştir. (el-Buhârî, “İlim”, 15; Müslim “Müsâfirîn”, 268.)

فو ‌الله ‌لأَنْ ‌يَهْدِيَ ‌اللَّهُ ‌بِكَ ‌رَجُلا ‌وَاحِدًا، ‌خَيْرٌ ‌لَكَ ‌مِنْ ‌حُمُرِ ‌النَّعَم متفقٌ عليهِ . أنَّ النَّبيَّ ﷺ قَالَ لِعَليًّ، 

Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ali radıyallahu anh'a şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk'ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır." Buhârî, Fezâilü'l-ashâb 9, Meğâzî 38; Müslim, Fezâilü's-sahâbe 34

 ومَنْ سلَك طرِيقاً يَلْتَمِسُ فِيهِ عِلْماً ، سهَّلَ اللَّه لَهُ بِهِ طَرِيقاً إلى الجَنَّةِ » رواهُ مسلمٌ 

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır." Müslim, Zikr 39. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, Kur'ân 10, İlim 19; İbni Mâce, Mukaddime 17.

إِذَا مَاتَ ابنُ آدم انْقَطَعَ عَنْهُ عَمَلُهُ إِلَّا مِنْ ثَلَاثٍ: صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ، أو عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ، أَوْ وَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ. رَوَاهُ مُسْلِمٌ.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat." Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8

Sevabı devamlı olan ikinci sâlih amel, kendisinden insanların sürekli faydalandığı ilimdir. İnsanın öğrendiği ilmi, elde ettiği bilgiyi başkalarına öğretmesi en büyük hayırlardan biridir. Bunun çeşitli yolları ve şekilleri vardır. Talebe yetiştirmek, kendi ilmini ve bilgisini onlara öğretmek en önemlisidir. Bunun yanında kitap yazmak ve yayınlamak, günümüzün modern imkânlarından faydalanarak disketlere aktarmak, kasete ve filme almak, onların muhafaza edildiği ilmî araştırma merkezleri kurmak, konferanslar ve seminerler vermek, kısaca ilmini ve bilgisini kendisinden sonraki nesillere bir şekilde aktarmak, kişinin amel defterinin kapanmamasına ve sevabının devamlı olmasına vesile teşkil eder.

‌مَنْ ‌سَلَكَ ‌طَرِيقًا ‌يَبْتَغِي ‌فِيهِ ‌عِلْمًا ‌سَلَكَ ‌اللهُ ‌بِهِ ‌طَرِيقًا ‌إِلَى ‌الْجَنَّةِ، وَإِنَّ الْمَلَائِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًى لِطَالِبِ الْعِلْمِ، وَإِنَّ الْعَالِمَ لَيَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ، حَتَّى الْحِيتَانُ فِي الْمَاءِ، وَفَضْلُ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ، إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الْأَنْبِيَاءِ، إِنَّ الْأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلَا دِرْهَمًا، إِنَّمَا وَرَّثُوا الْعِلْمَ، فَمَنْ أَخَذَ بِهِ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ

Ebü'd-Derdâ radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim: "Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Muhakkak melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim kişiye Allah'tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur." Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 17

Özetle Hadislerde de ilim öğrenmeye teşvik bağlamında Hz. Peygamber, Allah’ın kendisine lütfettiği ilim gereğince amel eden ve onu başkalarına öğreten kimsenin gıpta edilmeye değer iki sınıf insandan biri olduğunu beyan etmiştir. (el-Buhârî, “İlim”, 15; Müslim “Müsâfirîn”, 268.) Bu çerçevede Hz. Peygamber ilim uğruna yola çıkan kimsenin peygamber vârisi olmaya namzet biri olarak Allah yolunda olduğunu (et-Tirmizî, “İlim”, 2.) bu itibarla meleklerin kanatları altında himâye edildiğini (Ebû Dâvûd “İlim”, 1.) ve nihayet cennete giden yolun da ilimden geçtiğini müjdeler. (Buhârî, “İlim”, 10.) Bu ilahi teşviklerin bir gereği olarak ve vaat edilen müjdelere kavuşmak arzusuyla âlimler, ilim tahsiline büyük bir önem vermiş, bu uğurda nice zorluklara ve meşakkatli yolculuklara tahammül ve sabır göstermişlerdir. (Rihle seyahatleri)

 

 Soru 3. İslam madem okumayı emrediyor, Müslümanlar neden geri kaldı?

Müslüman ülkelerin geri kalmışlığının nedeni İslam dini midir? Avrupa ilim fen ve teknolojide ileri giderken biz İslam dininin emirlerine sıkı sıkıya yapıştığımız için mi geri kaldık? İslam bize durun ilerlemeyin, gelişmeyin dedi de biz bu sebeple mi geri kaldık? İslam bizi geri bıraktıysa biz İslam’ın hangi emrinden dolayı geri kaldık?

Enfal suresi 60. ayet tek başına bu soruya cevap vermek için yeterlidir.

وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ

“Yüce Allah, “Ey mü’minler! Düşmanlarınıza karşı bütün imkânlarınızı seferber ederek kuvvet hazırlayın.” buyurmaktadır. Bu ayetin günümüze yansıyan anlamı o zamanın kılıç ve okları, bugünün top, tüfeği. O zamanın atları bugünün tankları, uçakları, f 16 ları, ihaları, sihaları, savaş gemileri, teknoloji yazılımları vs. İslam geri kalmamızı istemiş olsa bu ayet, bütün imkânlarımızla en iyi, en ileri seviyede olmamızı bizden ister miydi?

·         Dünya ticaret yollarının değişmesi ekonomik olarak Müslüman ülkeleri etkilemiştir. Ülkelerin zenginliği ticarettedir. Bu konu üzerinde çok şey yazılıp çizilmiştir. Ancak biz farklı açıdan konuyu değerlendirmek istemekteyiz.

Namaz kılan Müslümana içki iç desen haram der. İçki haram olduğu kadar, gıybet de haramdır. İslam sosyal çevrede yaşanan bir dindir. İslam dini sosyal hayatı düzenleyen ilkeleriyle güvenilir insanlardan oluşan bir toplum meydana getirmek ister. Toplumda emniyet ve huzurun sağlanması için bireylerin sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. Sorumluluklar yerine getirilmediğinde toplumda güven duygusu ortadan kalkar. Birbirine güvenmeyen insanların barış içinde yaşamaları mümkün değildir. İslam, Müslümanları kardeş olarak tarif etmiş birbirinin derdiyle dertlenmeyeni hakiki Mümin saymamıştır. Abdullah b. Abbas(r.a)’dan rivâyet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mü’min değildir.”

Müslüman diğergam olmalıdır. Kardeşini kendisine tercih etmelidir. Falanca kardeşim benden daha açtır diyerek ihtiyacı olduğu halde yemeğini komşusuna gönderecek kadar yüce gönüllü olmalıdır.

İslam düzgün yaşandığında ihtiyaç sahibi insan kalmayacaktır. İslam tembelliğe karşıdır. Çalışmayı, alın teriyle kazanmayı, veren el olmayı teşvik eder. Çevreyi kirletmemeyi, karıncayı dahi incitmemeyi emreder. Ashabı kiram sevgili Peygamberimizin yaşantısını örnek aldılar. Bizlere çalışmayı, paylaşmayı, ilim elde etmek için uzun yolculukları rihle yapmayı yaşayarak gösterdiler. Onları örnek alan Müslümanlar Dârul Hikmeleri, dâru’l-ilimleri kurdu. Makrîzî’nin, İslâm ülkelerinde büyüklük ve zenginlik bakımından bir benzerinin bulunmadığını söylediği bu kütüphanede başlangıçta kitap sayısı 1 milyondu. Matbaanın olmadığı bir dönemde bu kadar kitap sayısı ilme ve bilme o zamanda verilen değeri bizlere göstermektedir.

Fuat Sezgin der ki Batı Uygarlığı Gelişimini İslam Medeniyetine Borçludur. Günümüzün dünya bilim tarihi anlayışında, Batının, karanlık bir Orta Çağ döneminden sonra eski Yunan uygarlığında yatan kökenlerinin ayrımına vararak, Rönesans, Aydınlanma ve Bilim Devrimi gibi açılımları kapsayan bir süreç üzerinden çağımızın kendisiyle özdeşleşen uygarlığını ve bilimini geliştirdiği görüşü genel bir kabul görmektedir. Eski Çağ ile Yakın Çağlar arasındaki yaklaşık 1000 yıllık boşluk bu bağlamda yeterince irdelenmemekte, Batı biliminin bir yerde eski Yunan uygarlığının küllerinden yeniden doğarak gelişme sürecine girmiş olduğu düşüncesi bir açık gerçek olarak yalnızca Batı dünyasında değil onun dışında kalan coğrafyada da yaygın biçimde benimsenmektedir. Batı medeniyetinin alt yapısını hazırlayan İslam medeniyeti ve İslam bilginleri, ne hazindir ki uzun bir zaman söz konusu bile edilmemiş ve hatta unutulmuştur. Nitekim Dr. Hunke, bu konudaki haksızlığı şöyle dile getirir: “Şu kadarı var ki, Müslümanlar’ın öncülük ettikleri şeylerden mesela; Arap rakamları, cebir, usturlap gibi şeylerden hemen hemen hiçbirinin İslami patent hakkı, Batı’da tanınmamıştır. Aksine birçok Müslüman icadı, günümüzde İngiliz, Fransız veya Alman malı sayılmaktadır. Batı medeniyeti ve bugünkü modern bilim ve teknoloji; temellerini-gelişimini, İslam bilim ve medeniyetine borçludur. Batı’nın bunu örtme ve bilimini Eski Yunan’a indirgeme çabaları, İslam’a karşı Batı’nın tarihsel bilinçaltı düşmanlığının bir yansımasıdır. Bugün, bu örtme-saptırma çabaları ortaya çıkmış ve güneş balçıkla sıvanamaz olmuştur. Ancak, kendi tarihinden dininden habersiz genç nesiller, maalesef içerden yapılan yanıltıcı-yönlendirici propagandalarla boşluğa yuvarlanmış; Batı’nın cazibesine kapılarak adeta kaybolmuştur. Kendi mirasına sahip çıkarak geliştiremeyen; onu yeni nesillere aktaramayan İslam referanslı topluluklar, bu hatalarının bedellerini, ağır bir şekilde ödemiş ve ödemeye devam edeceklerdir. (Fuat Sezgin, İslam'da Bilim ve Teknik, s.9) Prof. Fuat Sezgin, İslam Uygarlığındaki bilimsel araştırma ve buluşların 15 yüzyıla kadar devam ettiğini belirtir. Prof. Sezgin’e göre İslam dünyasında tekonolojik buluşlar bireysel çalışmalarla ilim adamları 16. yüzyıla kadar bilimsel eserler vermiştir, fakat bunların yayılıp gelişmesinden Müslümanlar değil Batı’lılar faydalanmıştır.

Patras vakasında asılan petrus gregorius Rus Çarına bir mektup bırakıyor. Müslümanları yenmenin yegâne yolu Müslüman görünümlü din adamları yetiştirerek onlardanmış gibi görünerek bize hizmet etmelerini sağlamaktır, diyor. Mors alfabesini yapan mucid telgraflı sistemini Sultan Abdulmecid (tanzimat padişahı) Hana gösteriyor. İhtira beratı hazırlanıp kese kese altınlar veriliyor. İstanbul – Edirne arasında hat çekmeleri istenir. Bu şahıslar çalışmayı hazırlıyorlar ancak ilgili şahıslar padişahın huzuruna çıkartılmıyorlar. Bizden görünümlü batıya hizmet eden hainler tarafından teknolojik hamlelerin engellendiği de bir geçektir.

Salih Uyan Bey’in “Başarı, ciddiyete mahkûmdur.” isimli bir yazısı var.

Yaklaşık on yıl önce bir fuar programı için İngiltere’ye gitmiştik. Bu ziyaret sırasında, İngiltere’nin en başarılı birkaç okulunu görmek istedik. İngiliz bir eğitimci bize Eton College (İdin kalıç) ve The Abbey School’u (Ebi sıkul) ziyaret etmemizi tavsiye etti.

 

İlk önce Eton College’a (idin kalıç) gittik. 1441 yılında Kral VI. Henry tarafından kurulan okulda sadece erkek öğrenciler vardı. Ve hepsi yatılı okuyordu.

 

Okula girerken, çimenlere uzanmış geyik yapan veya gitar çalan gençler göreceğimi zannetmiştim. Çünkü yurt dışı eğitim firmalarının gönderdiği broşürlerde hep böyle manzaralar görmüştüm. Ama okula girdiğimizde hiç böyle bir ortamla karşılaşmadık.

Öğrenciler asker gibiydi. Teneffüs saatinde bile alçak bir ses tonuyla konuşarak etrafta geziniyorlardı. Hepsinin yüzünde büyük bir ciddiyet vardı.

 

Okulu gezdiren yetkili, bu okulun mezunları arasında birçok başbakan, aristokrat ve bilim adamı olduğunu söyledi. Okul koridorlarından geçerken ses çıkarmamak için büyük gayret sarf ettik. Ve hep fısıltıyla konuştuk.

Okul müdürüne bir ders gözlemi yapmak istediğimizi söyledim. Adam çok net bir şekilde itiraz edip, “Dersleri bölemeyiz” dedi. “Hayırdır, içeride atomu mu parçalıyorlar?” diyecektim ama demedim. 

 

Daha sonra Abbey School’a (ebi sıkul) gittik. Bu okul da 1887 yılında kurulmuş bir kız lisesiydi. Ortam yine benzerdi. Okulun geneline büyük bir ciddiyet hâkimdi. Kütüphanede onlarca kız hiç konuşmadan ders çalışıyorlardı. Okul müdürü ülke genelinde not ortalaması en yüksek öğrencilerin o okuldan çıktığını büyük bir gururla anlattı. Bu okulda da sınıflara giremedik.

Okul müdürüne, “İngiltere eğitim broşürlerinde, hep bir parti havası var. Ama burada hiç öyle bir ortam yok” dedim gülerek.

Kadın, “O broşürler genelde yabancı öğrenciler için hazırlanıyor. Dışarıdan gelen öğrenciler öyle bir ortam istiyorlar demek ki” dedi. Sonra da “Biz bu okullara zaten pek yabancı öğrenci almıyoruz. Burası Birleşik Krallığın geleceğine önemli insanlar yetiştirmek için var” diye de ekledi. Canım sıkıldı.

 

Sonraki yıllarda Güney Kore’de, Amerika’da, Almanya’da ve İspanya’da okul ziyaretlerimiz oldu. Ülke çapında başarılı olan okullarda yine benzer bir ciddiyet hâkimdi.

Bu okul gezilerinde şunu çok iyi anladım. Gençlere kendi ülkelerinin geleceğiyle ilgili bir misyon yüklemediğiniz zaman, gereksiz ne var ne yok yükleniyorlar. Hatta gereken şuur verilmediği zaman, öğrenci bilgiyi de bir yük olarak taşıyor.

Hâl böyle olunca öğrenilen bilgiler insanı bir adım öteye taşıyamıyor.


29 Aralık 2022 Perşembe

YILBAŞI GECESİ VE TEFEKKÜR

YILBAŞI GECESİ VE TEFEKKÜR

 

اَلَمْ يَأْنِ لِلَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِ كْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذٖينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْاَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْؕ وَكَثٖيرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ 

 Hadid suresi 16. ayet:  İman edenlerin, Allah’ı anmak ve vahyedilen gerçeği düşünmekten dolayı kalplerinin heyecanla ürperme zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilmiş ve üzerlerinden uzun zaman geçip kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu yoldan çıkmışlardır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰٓى اَوْلِيَٓاءَۘ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍؕ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَ

Maide suresi 51. ayet: Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

Hadis:

عن أبي سعيد رضي الله عنه، أنَّ النبي صلى الله عليه وسلم قال: ((لَتَتَّبِعُنَّ سَنَنَ مَنْ قَبْلَكُم شِبْرًا بشبْر، وذراعًا بذراع، حتَّى لو سَلَكُوا جُحْر ضَبٍّ لَسَلَكْتُمُوهُ))؛ قلنا: يا رسول الله؛ اليهودُ والنَّصارى[1]؟ قال النَّبيُّ صلى الله عليه وسلم: ((فَمَن؟!))؛ رواه الشيخان

Muhakkak sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz (onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz.) Hatta onlar (insanın giremeyeceği) küçük bir keler deliğine girseler siz de onları takip edeceksiniz. Biz Yâ Rasulallah! Bu bizden kimseler Yahudi ve Hristiyanlar mıdır? diye sorduk. Başka kim olacak? buyurdular. (Buhari ve Müslim’de geçer)

Onların adetlerini, törelerini, törenlerini, bayramlarını, alametlerini, kıyafetlerini, tarzlarını tabi oldukları usulleri, israflarını, günah eğlencelerini katiyyen benimsemeyin kabullenmeyin tutmayın almayın.

Açıklama: Kadi İyad şöyle demiştir: Hadiste geçen karış, arşın, yol, keler deliğine girme gibi ifadeler şeriatın yasakladığı ve kınadığı her türlü hususta onlara uymanın temsili bir anlatımıdır.

Noel Nedir? Hz. İsa Ne Zaman Doğmuştur?

Noel, Latince’de “Tanrı’nın doğum günü” anlamına gelen ve Hz. Îsâ’nın doğum günü kutlamasını ifade eden dies natalis teriminin Fransızca karşılığıdır. Noelin kökeni için milattan önce Pagan dinine mensup kişilerin antik çağlardan beri kutlaya geldikleri 12 günlük kış yıl dönümü bayramı olduğu bilinmektedir. Hristiyanlıktan önce putperest olan Roma İmparatorluğu'nda ise 25 Aralık, güneş tanrısının doğum günü olarak kabul edilip kutladıkları gelenekleridir. Roma İmparatoru Büyük Konstantin’in (1. kostantin), MS 313 yılında Hristiyanlığı kabul etmesiyle diğer pagan gelenekleri gibi güneş gününü de toplumda barışı korumak ve karma bir din oluşturmak adına Hristiyanlığa adapte ettirmiştir.

Hz. İsa'nın doğumundan Hristiyan inancının temelini oluşturan ve Hristiyanlarca kutsal sayılan Kitab-ı Mukaddes'te yalnızca Luka ve Matta İncillerinde bahsedilir.  Luka İncili'ne göre Hz. İsa'nın doğduğu zaman çobanlar çayırlarda sürülerini otlatmakta idiler. Çayır olması için kış ayı olmaması gerekmektedir. Kur’ân’a göre de Hz. Meryem hurmaların taze olduğu bir zamanda doğum yapmıştır.

وَهُزّٖٓي اِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَباً جَنِياًّؗ

Meryem suresi 25. ayet: (Şu) hurma ağacını da kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma ­dökülsün.

Ayette geçen taze olgun hurma diye rutab kelimesi geçmektedir. Bu da hurmanın en son aşamasına verilen isimdir. O bölgede ağustos ayında bu hali almaktadır. Yani Hz. İsa, Kur’ân’ın beyanı ile Luka’ya göre kış ayında doğmamıştır.

Hz. İsa ve ona inanan ilk havariler Yahudi toplumunda doğup büyümüştür. Bu nedenle Yahudi toplumunun bir üyesi olarak ilk Hıristiyanların sünnetli oldukları kabul edilir. Nitekim Hıristiyanlığın Kutsal Kitabı Luka 2/21 de “Sekizinci gün, çocuğu sünnet etme zamanı gelince, kendisine İsa adı verildi. Bu, O'nun ana rahmine düşmesinden önce meleğin O'na vermiş olduğu isimdi” ifadesiyle de Hz. İsa’nın Yahudi kuralları gereği sekiz günlükken sünnet edildiğinden ve ad verildiğinden bahsedilir. Pavlus,  Hıristiyanlığın putperestler arasında yayılmasını kolaylaştırmak için, Yahudi ırkından olmayanların sünnetten muaf tutulmasını istemiş ve bu da “Havariler Konsili”nde kabul edilmiştir. Hz. İsa’nın 8. gün sünnet edildiği Luka’da geçtiğine göre yılbaşı olan 1 ocakta Hz. İsa’nın sünnet kutlaması olarak bazı kiliselerde ayinlerin yapıldığı bilinmektedir.

 

Noel bayramıyla Müslümanın ne alakası var? Yılbaşı israfıyla Müslümanın ne alakası var? Bu bir özentiydi bu bir taklitti. Bu bir benzemeydi. Bu bir çılgınca günah işleme yarışıydı. Geçmiş hayatının hesabını, muhasebesini yapacakken geçmiş hayatı unutmak için sayısız günahlar işlendi, insanımız eğlence adı altında sabahlara kadar sarhoş oldu. Müslümanlara televizyonlarının başında, ister istemez günahları seyrettirerek günahlara özendirdiler, israfa, harcamaya özendirdiler.  Müslümanın kitabında yılbaşı gecesi var mı? Müslümanın kitabında içkiyle eğlenmek var mı? Müslümanın kitabında israf çılgınlığı var mı? Müslümanın gecesinde piyango var mı?

Yüce Allah A’raf suresi 31. ayette   كُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفٖينَ Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez. buyurmaktadır. Müslüman ibadet etmek için abdest alırken bile suyu israf etmekten sakınan bir kimsedir. İbadette bile israftan kaçınmayı sevgili Peygamberimiz (sav) bizlere tavsiye etmiştir. ( Sa"d, “Abdestte de mi israf olur?” diye sorunca, Resûlullah (sav), “Evet, akan bir nehirde(n) bile (abdest alıyor) olsan (israf olur).” diye cevap verdi. İbn Mâce, Tahâret, 48)

Yılbaşı gecelerinde yaşanan aşırılıklar, akıl alacak gibi değildir. Yeni bir yıla girerken üzülmek mi sevinmek mi lâzım? Cinnet geçirircesine işlenen günahlar, lüks harcamalar, israf, bolca tüketilen içkiler, çokça oynanan kumar vs. Aliya İzzetbegoviç:”Savaş ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir.” der.

Ülkemizde öteden beri yılbaşı kutlamalarıyla ilgili olarak yapılan tenkitler ve gösterilen hassasiyet de bundan kaynaklanır. Yılbaşı ve Noel Kutlamaları Neyin Sevincidir? Sevgili Peygamberimiz, Müslümanlara farklı bir kimlik kazandırmak için gönderilmiş bir peygamberdir. Yeme-içme, kılık-kıyafet, hayat tarzı, ekonomik hayat, eğitim, örf ve adet gibi hususlarda başka toplumlara göre farklı olmamızı istemiştir.

 Doğumla başlayıp ölümle son bulan hayatımızı imtihan bilip ona göre yaşamamız gerekmektedir. Ömür, bize tanınmış bir imtihandır. Öylesine bir imtihan ki, her an bitebilir. Ruhumuzu Allah’a isyan ederken mi teslim etmek isteriz, ibadet ederken mi? Bu sebeple Müslüman yılbaşında nefis muhasebesi yapmalıdır.

 

 ما الدنيا في الآخرةِ إلا مثلُ ما يجعلُ أحدُكم إُصْبُعَه في اليَمِّ ، فلْيَنْظُرْ بِمَ يَرْجِعُ

464. Müstevrid İbni Şeddâd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne baksın.” Müslim, Cennet 55

Açıklama: Ebedî olan âhiret hayatıyla, geçici olan dünya hayatı kıyaslandığında, bu dünyada geçirdiğimiz hayatın ne kadar kısa ve değersiz olduğunu bu hadis çok veciz bir şekilde ortaya koyar. Âhiret hayatı uçsuz bucaksız bir deniz, buna karşılık dünya hayatı bu denize bir parmak batırıldığı zaman o parmağa değen su kadardır.

ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعٖيمِ Nihayet o gün (size verilen) nimetlerden elbette sorguya çekileceksiniz.

Nefis Muhasebesi Yapmalıyız

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَؕ اِنَّ اللّٰهَ خَبٖيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

Haşr suresi 18. ayet: Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten (itaatsizlikten) sakının. Herkes yarın için önceden ne göndermiş olduğuna (ne hazırladığına) baksın! Allah’a karşı gelmekten (itaatsizlikten) sakının; şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Nefis, insanın istek ve arzu ve ihtiraslarını kapsayan bir kavramdır. Nefis muhasebesi, kişinin kendisiyle yüzleşmesi, kendini kontrol etmesidir. Buna günümüzde otokontrol denilmektedir.

Düşünelim: Oturduğumuz evlerimizde, kullandığımız ev aletlerinde herhangi bir tehlike anında elektrik kaçağını önlemesi için tesisatı yaparken sigorta konularak evlerimiz koruma altına alınıyor.  Elektrikli aletlere de acil bir durum için sigorta konuluyor. Sigorta atarsa devreyi kesiyor, elektrik akımı duruyor. Böylelikle yangının çıkması ve diğer tehlikeler önlenmiş oluyor. Oturduğumuz evin elektrik sigortası oluyor, şalter oluyor ve acil durumda atıyor. Peki vücudumuzda böyle bir sigorta bulunamaz mı? Bizi her türlü ahlaki felaketlerden korumak için bir sigorta olur mu olmaz mı?

Vucudumuzda kötülüklere karşı, cinayetlere karşı, belalara karşı, her türlü soygunlara karşı, rüşvetlere karşı, yağmalara karşı, yalanlara karşı, ahlaksızlığa karşı böyle bir sigortanın bulunması lazım. Ahirete iman etmek, hesap gününe inanmak, öldükten sonrasını düşünmek her türlü harama karşı, ahlaksızlıklara karşı Yüce Allah’ımızın insan vücuduna yerleştirdiği sigortadır. Yani tefekkür etmek, nefis muhasebesi yapmak insanın sigortasıdır.

Bir insan içki içerken ya da herhangi bir günahı işlerken Allah’ı hatırına getirecek, ahiret gününde nasıl o haramın hesabını vereceğini düşünecek, kıyametin dehşetini düşünerek gözünün önüne cehennemin kükremesi gelecek ve sigortası atarak o tefekkür insanı haram işlemekten engelleyecektir.

365 gününüz geçmiş gitmiştir hesabını yaptık mı?

365 gün içerisinde sabah namazını kaçırmayan bir Müslüman var mı içimizde?

365 gün içerisinde kaç tane fakire tasadduk eden insanımız var içimizde?

365 günümüzü nasıl değerlendirdik? Bunun hesabını yapan kaç Müslüman var aramızda?

Özetle: Unutmayalım ki ömür sermayesinden geçen bir yılın sonunda kendini ve yaratılış¸ gayesini unutarak değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayri meşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz. Yeni bir yılın ilk saatlerinin başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da düşündürücüdür. Sevap-günah, hayır-şer konularında muhasebe yapılması gereken saatlerin, emek harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango gibi şans oyunlarıyla heba edilmesi ne kadar da üzücüdür. Yüce Rabbimiz, ömrümüzün kalan kısmını geçen kısmından daha hayırlı ve bereketli yaşayabilmeyi bizlere nasip eylesin. Hesabını veremeyeceğimiz bir hayat yaşamaktan hepimizi muhafaza eylesin.

 

  

29 Eylül 2022 Perşembe

ADÂB-I MUAŞERET ÖĞRENİMİNDE AİLENİN FONKSİYONU

 

 

AİLEDEN TOPLUMA ADÂB-I MUAŞERET

        

         ÂDÂB-I MUÂŞERET آداب معاشرت : Edep kelimesinin çoğulu olan âdâb kelimesi ile muâşeret kelimesinden oluşmuştur. Edep kelimesinin etimolojisi yani kelimenin kökü araştırıldığında “zarif ve edepli olmak” anlamındaki edep mastarından isim olduğu görülecektir. Edep kelimesi, bir toplumda örf, âdet ve kural halini almış iyi tutum ve davranışlar veya bunları kazandıran bilgi anlamında kullanılan bir terimdir. Kur’ân-ı Kerîm’de edep veya bundan türetilmiş herhangi bir kelime geçmemekle birlikte hadislerde ise hem edep hem de çoğulu âdâb ile aynı kökten fiil ve isimlerin kullanıldığı görülmektedir. Edeb, hayranlık uyandıracak derecede beğenilen ve övülen, insanı güzel davranışlara sevk eden ve sahibini toplum içerisinde takdire, daha fazla saygıya ve iltifata şâyan kılan ahlâkî bir meziyettir.

         Muaşeret kelimesi sosyal ilişki, barış içinde yaşama, birbiriyle uzlaşma anlamına gelmektedir.

Âdâb-ı muâşeret, Terbiye, nezaket ve görgü kuralları anlamında ahlâk terimi olup, genellikle bireylerin ve toplum kesimlerinin birbirine karşı olan sevgi ve dostluk duygularını güçlendirici medenî ve ahlâkî davranışları, nezaket ve görgü kurallarını ifade eder. İnsan, doğası icabı sosyal bir varlıktır. Âdâb-ı muâşeret, yaratılışı gereği mükemmel olan insanı, sosyal ilişkilerinde de kemale eriştirmektedir.

Kıymetli dinleyenlerim! Müslümanın sosyal hayattan kopması söz konusu olamaz. Çünkü sosyal hayat, dini yaşayışın bir gereğidir. Zekât, sadaka-i fıtır, cum’a ve bayram namazları gibi bazı ibâdetler vardır ki, bunlar ancak toplum içerisinde îfa edilebilir. Müslüman, cemiyetten ayrı yaşadığı zaman bunları yerine getirebilmesi asla mümkün olamaz. İnsan toplumdan uzak olarak yaşadığı zaman, farz ve vâcip olan bazı ibâdetleri terk etmek zorunda kalacağı için böyle bir hayat, Müslümanın, İslamî yaşayışı bakımından asla caiz görülmez.

Âdâb-ı Muâşeret, cemiyet içerisinde yaşamak için lâzım gelen nezâket kurallarını öğreten, insanî ilişkilerde uyulacak ölçülü, dengeli ve göze hoş görünen kibar davranış şekillerini ortaya koyan, dolayısıyla şahsı toplum içerisinde erdemli ve hürmete lâyık kılan söz, iş ve davranış biçimlerini kapsar. Söz söylerken veya başkalarının gözleri önünde bir iş yaparken - onları ilgilendirsin ya da ilgilendirmesin- mutlaka önce düşünüp olumluluğuna ve gerekliliğine karar verdikten sonra harekete geçmek, mutlaka ölçülü davranmak ve her hâl ve durumda güzel görünmeye çalışmak, kişiye peygamberlik vasıflarından çok önemli bir vasfı kazandırmaktadır. Bu demektir ki peygamberler, söz, iş ve davranışlarında daima ölçülü olan, düşünerek hareket eden ve çevredeki kabalıkları ve aşırılıkları giderip güzelliklere güzellik katan, dolayısıyla topluma düzen ve huzur getiren kimselerdir. O hâlde onların yolundan giden mü’minler de onları örnek almalı ve onların müzeyyen oldukları vasıfları ile kendilerini süslemelidirler.

Kur’ân-ı Kerîm’de aile bireylerinin, akraba ve komşuların bir arada yaşamasının gerektirdiği hak ve sorumluluklara riayet etmelerini, uyumlu, geçimli ve güler yüzlü olmalarını öğütleyen, kaba, kırıcı söz ve davranışlardan sakındıran birçok âyet bulunmaktadır.

 

(Meselâ bk. el-Bakara 2/262-263;

ﵟٱلَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمۡوَٰلَهُمۡ فِي سَبِيلِ ٱللَّهِ ثُمَّ لَا يُتۡبِعُونَ مَآ أَنفَقُواْ مَنّٗا وَلَآ أَذٗى لَّهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ وَلَا خَوۡفٌ عَلَيۡهِمۡ وَلَا هُمۡ يَحۡزَنُونَ ٢٦٢ ۞ قَوۡلٞ مَّعۡرُوفٞ وَمَغۡفِرَةٌ خَيۡرٞ مِّن صَدَقَةٖ يَتۡبَعُهَآ أَذٗىۗ وَٱللَّهُ غَنِيٌّ حَلِيمٞ ٢٦٣ 

262: Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının arkasından başa kakıp incitmeyenler için rablerinin katında özel karşılık vardır. Artık onlar için korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.

263: İyi sayılan bir söz ve bir bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, halîmdir.

 el-İsrâ 17/23-24;

ﵟوَقَضَىٰ رَبُّكَ أَلَّا تَعۡبُدُوٓاْ إِلَّآ إِيَّاهُ وَبِٱلۡوَٰلِدَيۡنِ إِحۡسَٰنًاۚ إِمَّا يَبۡلُغَنَّ عِندَكَ ٱلۡكِبَرَ أَحَدُهُمَآ أَوۡ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُل لَّهُمَآ أُفّٖ وَلَا تَنۡهَرۡهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوۡلٗا كَرِيمٗا ٢٣ وَٱخۡفِضۡ لَهُمَا جَنَاحَ ٱلذُّلِّ مِنَ ٱلرَّحۡمَةِ وَقُل رَّبِّ ٱرۡحَمۡهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرٗا ٢٤

23: Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.

24: Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” 

 

ﵟوَلَا تَقۡفُ مَا لَيۡسَ لَكَ بِهِۦ عِلۡمٌۚ إِنَّ ٱلسَّمۡعَ وَٱلۡبَصَرَ وَٱلۡفُؤَادَ كُلُّ أُوْلَٰٓئِكَ كَانَ عَنۡهُ مَسۡـُٔولٗا ٣٦ وَلَا تَمۡشِ فِي ٱلۡأَرۡضِ مَرَحًاۖ إِنَّكَ لَن تَخۡرِقَ ٱلۡأَرۡضَ وَلَن تَبۡلُغَ ٱلۡجِبَالَ طُولٗا  

İsrâ 36:  Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.

37: Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.

ﵟوَلَا تُصَعِّرۡ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمۡشِ فِي ٱلۡأَرۡضِ مَرَحًاۖ إِنَّ ٱللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخۡتَالٖ فَخُورٖ ١٨

Lokman 18: “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.”

Kur’an-ı Kerim’de, insanlar arasındaki münâsebetleri tanzim eden âyet-i kerîmelere dikkat edecek olursak iki grupta toplandığını görürüz.

1- Her şahsın ayrı ayrı mükellef olduğu emir ve yasaklardır ki, doğrudan doğruya fertlere hitap etmektedirler. Bunlar, ana ve babaya iyi muamele etmek, akrabaya, fakirlere ve muhtaçlara yardımda bulunmak, israf ve cimrilikten uzak olup mu’tedil davranmak, zan ile hükmetmeyip gerçeği araştırmak, kendini beğenip kibirlenmemek, v.s

2-  Toplumun yapmakla mükellef olduğu görev ve yasaklar doğrudan doğruya topluma hitap şekliyle vahyolunmuştur: Çocukların öldürülmemesi, zinâya imkân hazırlanmaması, haksız yere cana kıyılmaması, yetim ve kimsesizlerin korunması, anlaşmalara riayet edilmesi, ölçü ve tartının doğru tutulması v.s. de daha ziyâde toplumu etkilediği için topluma hitap şekliyle emrolunmuştur. Kısacası, ferdin üzerine terettüp eden görevler fertten, cemiyete düşen görevler de cemiyetten istenmiş, ilişkiler bu emir ve yasaklara göre düzenlenmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki, İslam toplumlarında ahlâkî ve ictimaî kuralların kaynağı, öncelikle vahy-i ilâhîdir. İnsanlar arasındaki münasebetlerin bir kısmını bizzat Yüce Allah düzenleyip emretmiş; hayata tatbîkinin şekil ve şartlarını da Hz. Peygamber, diğer insanlara örnek vasıflarıyla, bizzat yaşayarak öğretmiştir.

*** Kıymetli Dinleyenlerim! Âdâb-ı muâşeretle ilgili hadisler var mıdır? diye sorulacak olursa Hadis mecmualarının “Kitâbü’l-Edeb”, “Kitâbü’l-Birr”, “Kitâbü’l-Câmi‘”, “Kitâbü Hüsni’l-hulk” gibi başlıklar taşıyan bölümlerinde âdâb-ı muâşereti ilgilendiren hadislerin yer aldığını görmekteyiz. Abdullah b. Ömer, Resûlullah’ın hiçbir zaman kırıcı davranmadığını belirttikten sonra, “Sizin en hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır” dediğini ifade eder (Buhârî, “Edeb”, 39). Davranışlarındaki incelik ve yumuşaklıkla bilinen Hz. Peygamber, ilgili hadislerinin çoğunda güzel ahlâk tabirini “iyi huylu ve nazik olma, herkesle hoş geçinme” anlamında kullandığı bilinmektedir.

İslam toplumunda ilk dönemden itibaren âdâb-ı muâşeretle ilgili konuların kaleme alındığını görmekteyiz. İbnü’l-Mukaffa‘ın (ö. 142/759) el-Edebü’l-kebîr ve el-Edebü’s-sağîr’i, Mâverdî’nin Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn’i, Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’i, Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Aḫlâḳ-ı Nâṣırîsi gibi sayılan eserlerde  âdâb-ı muâşeret ve toplumsal yaşayışa ait kısımlar yer almaktadır. Osmanlı döneminde yazılmış en önemli ahlâk kitabı olarak bilinen Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Alâî’si, nazik davranışı güzel ahlâk çerçevesinde ele alan en gelişmiş örneklerden biridir. 

Bedr-i Dilşâd’ın Muradnâme’si, Ali b. Hüseyin el-Amâsî’nin Tarîku’l-edeb’i (Tâcü’l-edeb) XV. yüzyılda Osmanlı ülkesinde yazılan ilk muâşeret kitapları arasındadır. Kâtib Çelebi, XVII. yüzyılın ilk yarısındaki ilmî hayat ve dinî düşünce hakkında kaleme aldığı Mîzânü’l-hak adlı eserinde âdâb-ı muâşeretin konusu olan tokalaşma ve selâmlaşma gibi uygulamalara dair görüşlerini de yazdığı görülmektedir. Risâle-i Garîbe başlıklı anonim bir eserde de çevrede gözlemlenen edebe aykırı davranışlar ele alınıp eleştirilmiştir (XVIII. Yüzyıl İstanbul Hayatına Dair Risâle-i Garîbe, s. 7). Fransız tarihçi ve gazetecisi J.-H. Abdolonyme Ubicini, Şarklılar’ın ve özellikle Osmanlılar’ın teşrifata ve görgü kurallarına önem verdiklerini, Osmanlı saray kütüphanesinde bulunan ahlâkla ilgili 216 eserden yaklaşık otuzunun âdâb-ı muâşeretten bahsettiğini kaydeder (Osmanlı’da Modernleşme Sancısı, s. 177). Bu eserlerde gelenek ve görenekler, giyim, oturup kalkma, yemek yeme, büyüklere ve arkadaşlara karşı muamele, selâmlaşma, konuşma âdâbı gibi konular işlenmektedir.

***Kıymetli dinleyenlerim! Âdâb-ı muâşeret en güzel nerede nasıl öğrenilir denilirse en güzel ailede öğrenilir. Aile nedir? diye soracak olursak aile, hayata gözlerini açtığı anda insanı sarıp sarmalayan, koruyup kollayan, bağrına basan o eşsiz birlikteliğin adıdır. Aile, bu kocaman ve gürültülü dünyada ne yapacağını şaşıran minicik bir bebeğin duyduğu ilk güven, tattığı ilk huzur, yaşadığı ilk mutluluktur.

Aile, fedakârlığı, vefayı, ahlâkı ve inancı öğreten en uzun soluklu eğitim yuvasıdır. İnsan kültürünü, geleneğini ve değerlerini ailesinden miras alır. Sorumluluğu, adaleti ve onuru ailesinde görür. Duyguları öğrenir, ilk alışkanlıklarını kazanır, ilk çarelerini dener. Velhasıl aile, insanın hayat kaynağıdır…

Aile, gelişigüzel ve sıradan bir yaşam alanı değil; Allah’ın rahmeti ile korunan, O’nun bahşettiği çocuklar ile gelişen ve güzelleşen kıymetli bir kurumdur. Aile toplumun çekirdeği, özü, yapı taşıdır. Aile kurmak sadece iki insanı birleştirmez, aynı zamanda bir toplumu inşa eder…

Anne baba olarak bizlerin ailemizdeki her bireyin iyi huylu, sağlıklı, dengeli insanlar olarak topluma katılması için emek vermemiz gerekmektedir. Çocuklarımızın maddi ihtiyaçları kadar manevi ihtiyaçlarını da karşılamalı, merhamet eğitimi almış, güzel ahlâkla donanmış, kültürünü ve değerlerini benimsemiş bir nesil yetiştirmek için gayret etmeliyiz.

ÂDÂB-I MUÂŞERET en güzel ailede öğretilir ve özellikle okul öncesi dediğimiz 4-6 yaş çocuklarımıza örnek olarak ve yaşayarak öğretilir. Okul öncesi dönem, çocuklarda fizikî ve zihnî gelişimin çok hızlı olduğu önemli bir dönemdir. Her bir duygu, düşünce ve terbiye tohumları, bu yaşlarda atılır ve o körpe dimağlarda filiz verir. “Çocukluk, insanın anavatanıdır.” sözü boşuna söylenmemiştir. 

“O daha çocuk!” diyoruz kimi zaman, öyle değil mi? Ama onların hâfızaları öyle güzel kayıt tutuyor ki… Hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan her şeyi dikkatle hâfızalarına yerleştiriyorlar. 4-6 yaş grubu çocuklarımız, “okul öncesi” denilen çağdadırlar. Bu çocuklar, âdâb-ı muâşeret dediğimiz “ahlâk, âdâb, görgü kuralı” üçlemesini en iyi öğrendikleri dönemdedirler. Yalandan uzak durulması gerektiği, başkalarının kusurlarıyla dalga geçilmeyeceği, yardımseverlik, büyüklere saygı, merhametli olma gibi âdâb-ı muâşeretle ilgili birçok hususu körpe dimağlarına yerleştirirler.

Özetle şunları söyleyebiliriz. Çocuğun temel eğitim kurumu ailedir. Yeni anlayışa göre çocuğun eğitimi ana rahminde başlar, doğumdan sonra devam eder. Artık bilim dünyası da eğitimin temelinin hamilelik dönemi olduğunu kabul etmektedir. Bebek, anne karnında fiziksel gelişimini tamamlarken aynı anda psikolojik gelişimini de oluşturur. Psikologlar anne karnındaki bebeklerin 12. haftadan itibaren zihinsel gelişimlerinin de oluşmaya başladığını ifade etmektedirler. Uzmanlara göre çocuğun kişiliği, altı yaşına kadar, aileden aldığı eğitimin kalitesine ve şekline uygun olarak yüzde seksene yakın tamamlanmış olur.

Aile, eğitimin başladığı ilk yerdir. Aile çocuk için ilkokuldur. Çocuk iletişimi, sevgiyi, saygıyı, değerleri, evrensel ahlaka uygun bütün kavramları ilk olarak ailede öğrenir. Kısacası aile, çocuğun ilk sosyal evresidir. Çocuğun hayatındaki en önemli eğitim kurumu ailedir. Bu sebepten dolayı aile ne verirse çocuğun zihinsel şemasındaki hayat o şekilde şekillenecektir. Öyleyse biz anne ve babalar çocuklarımızın maddi ihtiyaçları kadar manevi ihtiyaçlarını da karşılamalı, merhamet eğitimi almış, güzel ahlâkla donanmış, kültürünü ve değerlerini benimsemiş bir nesil yetiştirmek için gayret etmeliyiz.

Sözlerimi sevgili Peygamberimizin (sav) şu hadisiyle bitirmek istiyorum.

مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أَدَبٍ حَسَنٍ.”

Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir baba, evlâdına güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermemiştir.”

(T1952 Tirmizî, Birr, 33)


Not: Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman'ın Kur'ân'a Göre Adâb-ı Muaşeret isimli kitabı vardır. Detaylı bilgi isteyenler hocamızın kitabına müracaat edebilirler. 

 http://zekiduman.com/adab-%C4%B1-mua%C5%9Feret.html


Konunun Youtubedeki sunumu https://youtu.be/q5Hjsak3bz4