Popüler Yayınlar

29 Aralık 2022 Perşembe

YILBAŞI GECESİ VE TEFEKKÜR

YILBAŞI GECESİ VE TEFEKKÜR

 

اَلَمْ يَأْنِ لِلَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِ كْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذٖينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْاَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْؕ وَكَثٖيرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ 

 Hadid suresi 16. ayet:  İman edenlerin, Allah’ı anmak ve vahyedilen gerçeği düşünmekten dolayı kalplerinin heyecanla ürperme zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilmiş ve üzerlerinden uzun zaman geçip kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu yoldan çıkmışlardır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰٓى اَوْلِيَٓاءَۘ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍؕ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَ

Maide suresi 51. ayet: Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

Hadis:

عن أبي سعيد رضي الله عنه، أنَّ النبي صلى الله عليه وسلم قال: ((لَتَتَّبِعُنَّ سَنَنَ مَنْ قَبْلَكُم شِبْرًا بشبْر، وذراعًا بذراع، حتَّى لو سَلَكُوا جُحْر ضَبٍّ لَسَلَكْتُمُوهُ))؛ قلنا: يا رسول الله؛ اليهودُ والنَّصارى[1]؟ قال النَّبيُّ صلى الله عليه وسلم: ((فَمَن؟!))؛ رواه الشيخان

Muhakkak sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz (onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz.) Hatta onlar (insanın giremeyeceği) küçük bir keler deliğine girseler siz de onları takip edeceksiniz. Biz Yâ Rasulallah! Bu bizden kimseler Yahudi ve Hristiyanlar mıdır? diye sorduk. Başka kim olacak? buyurdular. (Buhari ve Müslim’de geçer)

Onların adetlerini, törelerini, törenlerini, bayramlarını, alametlerini, kıyafetlerini, tarzlarını tabi oldukları usulleri, israflarını, günah eğlencelerini katiyyen benimsemeyin kabullenmeyin tutmayın almayın.

Açıklama: Kadi İyad şöyle demiştir: Hadiste geçen karış, arşın, yol, keler deliğine girme gibi ifadeler şeriatın yasakladığı ve kınadığı her türlü hususta onlara uymanın temsili bir anlatımıdır.

Noel Nedir? Hz. İsa Ne Zaman Doğmuştur?

Noel, Latince’de “Tanrı’nın doğum günü” anlamına gelen ve Hz. Îsâ’nın doğum günü kutlamasını ifade eden dies natalis teriminin Fransızca karşılığıdır. Noelin kökeni için milattan önce Pagan dinine mensup kişilerin antik çağlardan beri kutlaya geldikleri 12 günlük kış yıl dönümü bayramı olduğu bilinmektedir. Hristiyanlıktan önce putperest olan Roma İmparatorluğu'nda ise 25 Aralık, güneş tanrısının doğum günü olarak kabul edilip kutladıkları gelenekleridir. Roma İmparatoru Büyük Konstantin’in (1. kostantin), MS 313 yılında Hristiyanlığı kabul etmesiyle diğer pagan gelenekleri gibi güneş gününü de toplumda barışı korumak ve karma bir din oluşturmak adına Hristiyanlığa adapte ettirmiştir.

Hz. İsa'nın doğumundan Hristiyan inancının temelini oluşturan ve Hristiyanlarca kutsal sayılan Kitab-ı Mukaddes'te yalnızca Luka ve Matta İncillerinde bahsedilir.  Luka İncili'ne göre Hz. İsa'nın doğduğu zaman çobanlar çayırlarda sürülerini otlatmakta idiler. Çayır olması için kış ayı olmaması gerekmektedir. Kur’ân’a göre de Hz. Meryem hurmaların taze olduğu bir zamanda doğum yapmıştır.

وَهُزّٖٓي اِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَباً جَنِياًّؗ

Meryem suresi 25. ayet: (Şu) hurma ağacını da kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma ­dökülsün.

Ayette geçen taze olgun hurma diye rutab kelimesi geçmektedir. Bu da hurmanın en son aşamasına verilen isimdir. O bölgede ağustos ayında bu hali almaktadır. Yani Hz. İsa, Kur’ân’ın beyanı ile Luka’ya göre kış ayında doğmamıştır.

Hz. İsa ve ona inanan ilk havariler Yahudi toplumunda doğup büyümüştür. Bu nedenle Yahudi toplumunun bir üyesi olarak ilk Hıristiyanların sünnetli oldukları kabul edilir. Nitekim Hıristiyanlığın Kutsal Kitabı Luka 2/21 de “Sekizinci gün, çocuğu sünnet etme zamanı gelince, kendisine İsa adı verildi. Bu, O'nun ana rahmine düşmesinden önce meleğin O'na vermiş olduğu isimdi” ifadesiyle de Hz. İsa’nın Yahudi kuralları gereği sekiz günlükken sünnet edildiğinden ve ad verildiğinden bahsedilir. Pavlus,  Hıristiyanlığın putperestler arasında yayılmasını kolaylaştırmak için, Yahudi ırkından olmayanların sünnetten muaf tutulmasını istemiş ve bu da “Havariler Konsili”nde kabul edilmiştir. Hz. İsa’nın 8. gün sünnet edildiği Luka’da geçtiğine göre yılbaşı olan 1 ocakta Hz. İsa’nın sünnet kutlaması olarak bazı kiliselerde ayinlerin yapıldığı bilinmektedir.

 

Noel bayramıyla Müslümanın ne alakası var? Yılbaşı israfıyla Müslümanın ne alakası var? Bu bir özentiydi bu bir taklitti. Bu bir benzemeydi. Bu bir çılgınca günah işleme yarışıydı. Geçmiş hayatının hesabını, muhasebesini yapacakken geçmiş hayatı unutmak için sayısız günahlar işlendi, insanımız eğlence adı altında sabahlara kadar sarhoş oldu. Müslümanlara televizyonlarının başında, ister istemez günahları seyrettirerek günahlara özendirdiler, israfa, harcamaya özendirdiler.  Müslümanın kitabında yılbaşı gecesi var mı? Müslümanın kitabında içkiyle eğlenmek var mı? Müslümanın kitabında israf çılgınlığı var mı? Müslümanın gecesinde piyango var mı?

Yüce Allah A’raf suresi 31. ayette   كُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفٖينَ Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez. buyurmaktadır. Müslüman ibadet etmek için abdest alırken bile suyu israf etmekten sakınan bir kimsedir. İbadette bile israftan kaçınmayı sevgili Peygamberimiz (sav) bizlere tavsiye etmiştir. ( Sa"d, “Abdestte de mi israf olur?” diye sorunca, Resûlullah (sav), “Evet, akan bir nehirde(n) bile (abdest alıyor) olsan (israf olur).” diye cevap verdi. İbn Mâce, Tahâret, 48)

Yılbaşı gecelerinde yaşanan aşırılıklar, akıl alacak gibi değildir. Yeni bir yıla girerken üzülmek mi sevinmek mi lâzım? Cinnet geçirircesine işlenen günahlar, lüks harcamalar, israf, bolca tüketilen içkiler, çokça oynanan kumar vs. Aliya İzzetbegoviç:”Savaş ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir.” der.

Ülkemizde öteden beri yılbaşı kutlamalarıyla ilgili olarak yapılan tenkitler ve gösterilen hassasiyet de bundan kaynaklanır. Yılbaşı ve Noel Kutlamaları Neyin Sevincidir? Sevgili Peygamberimiz, Müslümanlara farklı bir kimlik kazandırmak için gönderilmiş bir peygamberdir. Yeme-içme, kılık-kıyafet, hayat tarzı, ekonomik hayat, eğitim, örf ve adet gibi hususlarda başka toplumlara göre farklı olmamızı istemiştir.

 Doğumla başlayıp ölümle son bulan hayatımızı imtihan bilip ona göre yaşamamız gerekmektedir. Ömür, bize tanınmış bir imtihandır. Öylesine bir imtihan ki, her an bitebilir. Ruhumuzu Allah’a isyan ederken mi teslim etmek isteriz, ibadet ederken mi? Bu sebeple Müslüman yılbaşında nefis muhasebesi yapmalıdır.

 

 ما الدنيا في الآخرةِ إلا مثلُ ما يجعلُ أحدُكم إُصْبُعَه في اليَمِّ ، فلْيَنْظُرْ بِمَ يَرْجِعُ

464. Müstevrid İbni Şeddâd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne baksın.” Müslim, Cennet 55

Açıklama: Ebedî olan âhiret hayatıyla, geçici olan dünya hayatı kıyaslandığında, bu dünyada geçirdiğimiz hayatın ne kadar kısa ve değersiz olduğunu bu hadis çok veciz bir şekilde ortaya koyar. Âhiret hayatı uçsuz bucaksız bir deniz, buna karşılık dünya hayatı bu denize bir parmak batırıldığı zaman o parmağa değen su kadardır.

ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعٖيمِ Nihayet o gün (size verilen) nimetlerden elbette sorguya çekileceksiniz.

Nefis Muhasebesi Yapmalıyız

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَؕ اِنَّ اللّٰهَ خَبٖيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

Haşr suresi 18. ayet: Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten (itaatsizlikten) sakının. Herkes yarın için önceden ne göndermiş olduğuna (ne hazırladığına) baksın! Allah’a karşı gelmekten (itaatsizlikten) sakının; şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Nefis, insanın istek ve arzu ve ihtiraslarını kapsayan bir kavramdır. Nefis muhasebesi, kişinin kendisiyle yüzleşmesi, kendini kontrol etmesidir. Buna günümüzde otokontrol denilmektedir.

Düşünelim: Oturduğumuz evlerimizde, kullandığımız ev aletlerinde herhangi bir tehlike anında elektrik kaçağını önlemesi için tesisatı yaparken sigorta konularak evlerimiz koruma altına alınıyor.  Elektrikli aletlere de acil bir durum için sigorta konuluyor. Sigorta atarsa devreyi kesiyor, elektrik akımı duruyor. Böylelikle yangının çıkması ve diğer tehlikeler önlenmiş oluyor. Oturduğumuz evin elektrik sigortası oluyor, şalter oluyor ve acil durumda atıyor. Peki vücudumuzda böyle bir sigorta bulunamaz mı? Bizi her türlü ahlaki felaketlerden korumak için bir sigorta olur mu olmaz mı?

Vucudumuzda kötülüklere karşı, cinayetlere karşı, belalara karşı, her türlü soygunlara karşı, rüşvetlere karşı, yağmalara karşı, yalanlara karşı, ahlaksızlığa karşı böyle bir sigortanın bulunması lazım. Ahirete iman etmek, hesap gününe inanmak, öldükten sonrasını düşünmek her türlü harama karşı, ahlaksızlıklara karşı Yüce Allah’ımızın insan vücuduna yerleştirdiği sigortadır. Yani tefekkür etmek, nefis muhasebesi yapmak insanın sigortasıdır.

Bir insan içki içerken ya da herhangi bir günahı işlerken Allah’ı hatırına getirecek, ahiret gününde nasıl o haramın hesabını vereceğini düşünecek, kıyametin dehşetini düşünerek gözünün önüne cehennemin kükremesi gelecek ve sigortası atarak o tefekkür insanı haram işlemekten engelleyecektir.

365 gününüz geçmiş gitmiştir hesabını yaptık mı?

365 gün içerisinde sabah namazını kaçırmayan bir Müslüman var mı içimizde?

365 gün içerisinde kaç tane fakire tasadduk eden insanımız var içimizde?

365 günümüzü nasıl değerlendirdik? Bunun hesabını yapan kaç Müslüman var aramızda?

Özetle: Unutmayalım ki ömür sermayesinden geçen bir yılın sonunda kendini ve yaratılış¸ gayesini unutarak değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayri meşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz. Yeni bir yılın ilk saatlerinin başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da düşündürücüdür. Sevap-günah, hayır-şer konularında muhasebe yapılması gereken saatlerin, emek harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango gibi şans oyunlarıyla heba edilmesi ne kadar da üzücüdür. Yüce Rabbimiz, ömrümüzün kalan kısmını geçen kısmından daha hayırlı ve bereketli yaşayabilmeyi bizlere nasip eylesin. Hesabını veremeyeceğimiz bir hayat yaşamaktan hepimizi muhafaza eylesin.

 

  

29 Eylül 2022 Perşembe

ADÂB-I MUAŞERET ÖĞRENİMİNDE AİLENİN FONKSİYONU

 

 

AİLEDEN TOPLUMA ADÂB-I MUAŞERET

        

         ÂDÂB-I MUÂŞERET آداب معاشرت : Edep kelimesinin çoğulu olan âdâb kelimesi ile muâşeret kelimesinden oluşmuştur. Edep kelimesinin etimolojisi yani kelimenin kökü araştırıldığında “zarif ve edepli olmak” anlamındaki edep mastarından isim olduğu görülecektir. Edep kelimesi, bir toplumda örf, âdet ve kural halini almış iyi tutum ve davranışlar veya bunları kazandıran bilgi anlamında kullanılan bir terimdir. Kur’ân-ı Kerîm’de edep veya bundan türetilmiş herhangi bir kelime geçmemekle birlikte hadislerde ise hem edep hem de çoğulu âdâb ile aynı kökten fiil ve isimlerin kullanıldığı görülmektedir. Edeb, hayranlık uyandıracak derecede beğenilen ve övülen, insanı güzel davranışlara sevk eden ve sahibini toplum içerisinde takdire, daha fazla saygıya ve iltifata şâyan kılan ahlâkî bir meziyettir.

         Muaşeret kelimesi sosyal ilişki, barış içinde yaşama, birbiriyle uzlaşma anlamına gelmektedir.

Âdâb-ı muâşeret, Terbiye, nezaket ve görgü kuralları anlamında ahlâk terimi olup, genellikle bireylerin ve toplum kesimlerinin birbirine karşı olan sevgi ve dostluk duygularını güçlendirici medenî ve ahlâkî davranışları, nezaket ve görgü kurallarını ifade eder. İnsan, doğası icabı sosyal bir varlıktır. Âdâb-ı muâşeret, yaratılışı gereği mükemmel olan insanı, sosyal ilişkilerinde de kemale eriştirmektedir.

Kıymetli dinleyenlerim! Müslümanın sosyal hayattan kopması söz konusu olamaz. Çünkü sosyal hayat, dini yaşayışın bir gereğidir. Zekât, sadaka-i fıtır, cum’a ve bayram namazları gibi bazı ibâdetler vardır ki, bunlar ancak toplum içerisinde îfa edilebilir. Müslüman, cemiyetten ayrı yaşadığı zaman bunları yerine getirebilmesi asla mümkün olamaz. İnsan toplumdan uzak olarak yaşadığı zaman, farz ve vâcip olan bazı ibâdetleri terk etmek zorunda kalacağı için böyle bir hayat, Müslümanın, İslamî yaşayışı bakımından asla caiz görülmez.

Âdâb-ı Muâşeret, cemiyet içerisinde yaşamak için lâzım gelen nezâket kurallarını öğreten, insanî ilişkilerde uyulacak ölçülü, dengeli ve göze hoş görünen kibar davranış şekillerini ortaya koyan, dolayısıyla şahsı toplum içerisinde erdemli ve hürmete lâyık kılan söz, iş ve davranış biçimlerini kapsar. Söz söylerken veya başkalarının gözleri önünde bir iş yaparken - onları ilgilendirsin ya da ilgilendirmesin- mutlaka önce düşünüp olumluluğuna ve gerekliliğine karar verdikten sonra harekete geçmek, mutlaka ölçülü davranmak ve her hâl ve durumda güzel görünmeye çalışmak, kişiye peygamberlik vasıflarından çok önemli bir vasfı kazandırmaktadır. Bu demektir ki peygamberler, söz, iş ve davranışlarında daima ölçülü olan, düşünerek hareket eden ve çevredeki kabalıkları ve aşırılıkları giderip güzelliklere güzellik katan, dolayısıyla topluma düzen ve huzur getiren kimselerdir. O hâlde onların yolundan giden mü’minler de onları örnek almalı ve onların müzeyyen oldukları vasıfları ile kendilerini süslemelidirler.

Kur’ân-ı Kerîm’de aile bireylerinin, akraba ve komşuların bir arada yaşamasının gerektirdiği hak ve sorumluluklara riayet etmelerini, uyumlu, geçimli ve güler yüzlü olmalarını öğütleyen, kaba, kırıcı söz ve davranışlardan sakındıran birçok âyet bulunmaktadır.

 

(Meselâ bk. el-Bakara 2/262-263;

ﵟٱلَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمۡوَٰلَهُمۡ فِي سَبِيلِ ٱللَّهِ ثُمَّ لَا يُتۡبِعُونَ مَآ أَنفَقُواْ مَنّٗا وَلَآ أَذٗى لَّهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ وَلَا خَوۡفٌ عَلَيۡهِمۡ وَلَا هُمۡ يَحۡزَنُونَ ٢٦٢ ۞ قَوۡلٞ مَّعۡرُوفٞ وَمَغۡفِرَةٌ خَيۡرٞ مِّن صَدَقَةٖ يَتۡبَعُهَآ أَذٗىۗ وَٱللَّهُ غَنِيٌّ حَلِيمٞ ٢٦٣ 

262: Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının arkasından başa kakıp incitmeyenler için rablerinin katında özel karşılık vardır. Artık onlar için korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.

263: İyi sayılan bir söz ve bir bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, halîmdir.

 el-İsrâ 17/23-24;

ﵟوَقَضَىٰ رَبُّكَ أَلَّا تَعۡبُدُوٓاْ إِلَّآ إِيَّاهُ وَبِٱلۡوَٰلِدَيۡنِ إِحۡسَٰنًاۚ إِمَّا يَبۡلُغَنَّ عِندَكَ ٱلۡكِبَرَ أَحَدُهُمَآ أَوۡ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُل لَّهُمَآ أُفّٖ وَلَا تَنۡهَرۡهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوۡلٗا كَرِيمٗا ٢٣ وَٱخۡفِضۡ لَهُمَا جَنَاحَ ٱلذُّلِّ مِنَ ٱلرَّحۡمَةِ وَقُل رَّبِّ ٱرۡحَمۡهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرٗا ٢٤

23: Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.

24: Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” 

 

ﵟوَلَا تَقۡفُ مَا لَيۡسَ لَكَ بِهِۦ عِلۡمٌۚ إِنَّ ٱلسَّمۡعَ وَٱلۡبَصَرَ وَٱلۡفُؤَادَ كُلُّ أُوْلَٰٓئِكَ كَانَ عَنۡهُ مَسۡـُٔولٗا ٣٦ وَلَا تَمۡشِ فِي ٱلۡأَرۡضِ مَرَحًاۖ إِنَّكَ لَن تَخۡرِقَ ٱلۡأَرۡضَ وَلَن تَبۡلُغَ ٱلۡجِبَالَ طُولٗا  

İsrâ 36:  Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.

37: Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.

ﵟوَلَا تُصَعِّرۡ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمۡشِ فِي ٱلۡأَرۡضِ مَرَحًاۖ إِنَّ ٱللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخۡتَالٖ فَخُورٖ ١٨

Lokman 18: “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.”

Kur’an-ı Kerim’de, insanlar arasındaki münâsebetleri tanzim eden âyet-i kerîmelere dikkat edecek olursak iki grupta toplandığını görürüz.

1- Her şahsın ayrı ayrı mükellef olduğu emir ve yasaklardır ki, doğrudan doğruya fertlere hitap etmektedirler. Bunlar, ana ve babaya iyi muamele etmek, akrabaya, fakirlere ve muhtaçlara yardımda bulunmak, israf ve cimrilikten uzak olup mu’tedil davranmak, zan ile hükmetmeyip gerçeği araştırmak, kendini beğenip kibirlenmemek, v.s

2-  Toplumun yapmakla mükellef olduğu görev ve yasaklar doğrudan doğruya topluma hitap şekliyle vahyolunmuştur: Çocukların öldürülmemesi, zinâya imkân hazırlanmaması, haksız yere cana kıyılmaması, yetim ve kimsesizlerin korunması, anlaşmalara riayet edilmesi, ölçü ve tartının doğru tutulması v.s. de daha ziyâde toplumu etkilediği için topluma hitap şekliyle emrolunmuştur. Kısacası, ferdin üzerine terettüp eden görevler fertten, cemiyete düşen görevler de cemiyetten istenmiş, ilişkiler bu emir ve yasaklara göre düzenlenmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki, İslam toplumlarında ahlâkî ve ictimaî kuralların kaynağı, öncelikle vahy-i ilâhîdir. İnsanlar arasındaki münasebetlerin bir kısmını bizzat Yüce Allah düzenleyip emretmiş; hayata tatbîkinin şekil ve şartlarını da Hz. Peygamber, diğer insanlara örnek vasıflarıyla, bizzat yaşayarak öğretmiştir.

*** Kıymetli Dinleyenlerim! Âdâb-ı muâşeretle ilgili hadisler var mıdır? diye sorulacak olursa Hadis mecmualarının “Kitâbü’l-Edeb”, “Kitâbü’l-Birr”, “Kitâbü’l-Câmi‘”, “Kitâbü Hüsni’l-hulk” gibi başlıklar taşıyan bölümlerinde âdâb-ı muâşereti ilgilendiren hadislerin yer aldığını görmekteyiz. Abdullah b. Ömer, Resûlullah’ın hiçbir zaman kırıcı davranmadığını belirttikten sonra, “Sizin en hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır” dediğini ifade eder (Buhârî, “Edeb”, 39). Davranışlarındaki incelik ve yumuşaklıkla bilinen Hz. Peygamber, ilgili hadislerinin çoğunda güzel ahlâk tabirini “iyi huylu ve nazik olma, herkesle hoş geçinme” anlamında kullandığı bilinmektedir.

İslam toplumunda ilk dönemden itibaren âdâb-ı muâşeretle ilgili konuların kaleme alındığını görmekteyiz. İbnü’l-Mukaffa‘ın (ö. 142/759) el-Edebü’l-kebîr ve el-Edebü’s-sağîr’i, Mâverdî’nin Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn’i, Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’i, Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Aḫlâḳ-ı Nâṣırîsi gibi sayılan eserlerde  âdâb-ı muâşeret ve toplumsal yaşayışa ait kısımlar yer almaktadır. Osmanlı döneminde yazılmış en önemli ahlâk kitabı olarak bilinen Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Alâî’si, nazik davranışı güzel ahlâk çerçevesinde ele alan en gelişmiş örneklerden biridir. 

Bedr-i Dilşâd’ın Muradnâme’si, Ali b. Hüseyin el-Amâsî’nin Tarîku’l-edeb’i (Tâcü’l-edeb) XV. yüzyılda Osmanlı ülkesinde yazılan ilk muâşeret kitapları arasındadır. Kâtib Çelebi, XVII. yüzyılın ilk yarısındaki ilmî hayat ve dinî düşünce hakkında kaleme aldığı Mîzânü’l-hak adlı eserinde âdâb-ı muâşeretin konusu olan tokalaşma ve selâmlaşma gibi uygulamalara dair görüşlerini de yazdığı görülmektedir. Risâle-i Garîbe başlıklı anonim bir eserde de çevrede gözlemlenen edebe aykırı davranışlar ele alınıp eleştirilmiştir (XVIII. Yüzyıl İstanbul Hayatına Dair Risâle-i Garîbe, s. 7). Fransız tarihçi ve gazetecisi J.-H. Abdolonyme Ubicini, Şarklılar’ın ve özellikle Osmanlılar’ın teşrifata ve görgü kurallarına önem verdiklerini, Osmanlı saray kütüphanesinde bulunan ahlâkla ilgili 216 eserden yaklaşık otuzunun âdâb-ı muâşeretten bahsettiğini kaydeder (Osmanlı’da Modernleşme Sancısı, s. 177). Bu eserlerde gelenek ve görenekler, giyim, oturup kalkma, yemek yeme, büyüklere ve arkadaşlara karşı muamele, selâmlaşma, konuşma âdâbı gibi konular işlenmektedir.

***Kıymetli dinleyenlerim! Âdâb-ı muâşeret en güzel nerede nasıl öğrenilir denilirse en güzel ailede öğrenilir. Aile nedir? diye soracak olursak aile, hayata gözlerini açtığı anda insanı sarıp sarmalayan, koruyup kollayan, bağrına basan o eşsiz birlikteliğin adıdır. Aile, bu kocaman ve gürültülü dünyada ne yapacağını şaşıran minicik bir bebeğin duyduğu ilk güven, tattığı ilk huzur, yaşadığı ilk mutluluktur.

Aile, fedakârlığı, vefayı, ahlâkı ve inancı öğreten en uzun soluklu eğitim yuvasıdır. İnsan kültürünü, geleneğini ve değerlerini ailesinden miras alır. Sorumluluğu, adaleti ve onuru ailesinde görür. Duyguları öğrenir, ilk alışkanlıklarını kazanır, ilk çarelerini dener. Velhasıl aile, insanın hayat kaynağıdır…

Aile, gelişigüzel ve sıradan bir yaşam alanı değil; Allah’ın rahmeti ile korunan, O’nun bahşettiği çocuklar ile gelişen ve güzelleşen kıymetli bir kurumdur. Aile toplumun çekirdeği, özü, yapı taşıdır. Aile kurmak sadece iki insanı birleştirmez, aynı zamanda bir toplumu inşa eder…

Anne baba olarak bizlerin ailemizdeki her bireyin iyi huylu, sağlıklı, dengeli insanlar olarak topluma katılması için emek vermemiz gerekmektedir. Çocuklarımızın maddi ihtiyaçları kadar manevi ihtiyaçlarını da karşılamalı, merhamet eğitimi almış, güzel ahlâkla donanmış, kültürünü ve değerlerini benimsemiş bir nesil yetiştirmek için gayret etmeliyiz.

ÂDÂB-I MUÂŞERET en güzel ailede öğretilir ve özellikle okul öncesi dediğimiz 4-6 yaş çocuklarımıza örnek olarak ve yaşayarak öğretilir. Okul öncesi dönem, çocuklarda fizikî ve zihnî gelişimin çok hızlı olduğu önemli bir dönemdir. Her bir duygu, düşünce ve terbiye tohumları, bu yaşlarda atılır ve o körpe dimağlarda filiz verir. “Çocukluk, insanın anavatanıdır.” sözü boşuna söylenmemiştir. 

“O daha çocuk!” diyoruz kimi zaman, öyle değil mi? Ama onların hâfızaları öyle güzel kayıt tutuyor ki… Hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan her şeyi dikkatle hâfızalarına yerleştiriyorlar. 4-6 yaş grubu çocuklarımız, “okul öncesi” denilen çağdadırlar. Bu çocuklar, âdâb-ı muâşeret dediğimiz “ahlâk, âdâb, görgü kuralı” üçlemesini en iyi öğrendikleri dönemdedirler. Yalandan uzak durulması gerektiği, başkalarının kusurlarıyla dalga geçilmeyeceği, yardımseverlik, büyüklere saygı, merhametli olma gibi âdâb-ı muâşeretle ilgili birçok hususu körpe dimağlarına yerleştirirler.

Özetle şunları söyleyebiliriz. Çocuğun temel eğitim kurumu ailedir. Yeni anlayışa göre çocuğun eğitimi ana rahminde başlar, doğumdan sonra devam eder. Artık bilim dünyası da eğitimin temelinin hamilelik dönemi olduğunu kabul etmektedir. Bebek, anne karnında fiziksel gelişimini tamamlarken aynı anda psikolojik gelişimini de oluşturur. Psikologlar anne karnındaki bebeklerin 12. haftadan itibaren zihinsel gelişimlerinin de oluşmaya başladığını ifade etmektedirler. Uzmanlara göre çocuğun kişiliği, altı yaşına kadar, aileden aldığı eğitimin kalitesine ve şekline uygun olarak yüzde seksene yakın tamamlanmış olur.

Aile, eğitimin başladığı ilk yerdir. Aile çocuk için ilkokuldur. Çocuk iletişimi, sevgiyi, saygıyı, değerleri, evrensel ahlaka uygun bütün kavramları ilk olarak ailede öğrenir. Kısacası aile, çocuğun ilk sosyal evresidir. Çocuğun hayatındaki en önemli eğitim kurumu ailedir. Bu sebepten dolayı aile ne verirse çocuğun zihinsel şemasındaki hayat o şekilde şekillenecektir. Öyleyse biz anne ve babalar çocuklarımızın maddi ihtiyaçları kadar manevi ihtiyaçlarını da karşılamalı, merhamet eğitimi almış, güzel ahlâkla donanmış, kültürünü ve değerlerini benimsemiş bir nesil yetiştirmek için gayret etmeliyiz.

Sözlerimi sevgili Peygamberimizin (sav) şu hadisiyle bitirmek istiyorum.

مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أَدَبٍ حَسَنٍ.”

Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir baba, evlâdına güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermemiştir.”

(T1952 Tirmizî, Birr, 33)


Not: Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman'ın Kur'ân'a Göre Adâb-ı Muaşeret isimli kitabı vardır. Detaylı bilgi isteyenler hocamızın kitabına müracaat edebilirler. 

 http://zekiduman.com/adab-%C4%B1-mua%C5%9Feret.html


Konunun Youtubedeki sunumu https://youtu.be/q5Hjsak3bz4



 

 

 

 

 

 

13 Nisan 2022 Çarşamba

DUA - VAAZ İSLAMDA DUANIN ÖNEMİ

 

DUA KULLUĞUN ÖZÜ

Varlıklar arasında en mükemmeli olan insan, özü itibariyle yaratıcısına ulaşma, ona sığınma ve onu tanıma arayışı içinde yaratılmıştır. Bu sebeple insan, tarihinin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır. Bu bağlamda dua, kul ile Allah arasındaki iletişimi aracısız şekilde sağlayan bir çeşit diyalogdur. İslâm’a göre dua, kulun acziyetini itiraf ederek Allah’tan dünyevî veya uhrevî bir şey dilemesi, istemesi, O’nu yardıma çağırması ve Yüce Allah’ı anmasıdır. Dua, müminin silahı ve ibâdetin özüdür. Kulun Allah’a yakın olmak için kurduğu ilişkilerden birisidir. Bu ilişki, İslâm’ın kutsal kitabı Kur’ân’da çokça dile getirilmiştir. Hatta Kur’ân, bir dua olan Fâtiha suresi ile başlar, yine bir dua olan Nâs suresi ile biter.

 

Dua, insanın fıtrî ve vazgeçilmez bir ihtiyacıdır. Bu yüzden her insanda, dua etme eğilimi vardır. Kul, duygularını dua vasıtasıyla Allah’a ulaştırmak ister. Bu bağlamda dua, kul ile Allah arasındaki en güçlü iletişimi aracısız ve hızlı bir şekilde sağlayan bir çeşit diyalogdur. Âdeta bir köprü vazifesi görür. Zira insan doğası, Allah ile bağ kurmak üzere tasarlanmıştır. Duadan elde edinmek istenen amaç, ya kulun Allah’a sığınarak O’ndan bağışlanma dilemesi ya lütuflarından dolayı O’nu övmesi veya O’na teşekkür etmesi yahut ruhunu huzura kavuşturması şeklinde özetlenebilir. Dua, bir anlamda kulun ruhunu Allah’a yükseltmesidir. Zira kişi dua ederken Allah’la beraber olur. Bir yandan aczini ve zafiyetini itiraf ederken diğer yandan Yüce Allah’a içinden gelen taleplerini iletir. Kendisi için dua ettiği gibi başkaları için de dua eder. Dua rahmet kapısının açılmasıdır. Sevgili Peygamberimiz: مَنْ فُتِحَ لَهُ مِنْكُمْ بَابُ الدُّعَاءِ فُتِحَتْ لَهُ أَبْوَابُ الرَّحْمَةِ  Sizden her kime dua kapısı açılmışsa ona rahmet kapıları açılmıştır. إِنَّ الدُّعَاءَ يَنْفعُ مِمَّا نَزَلَ وَمِمَّا لَمْ يَنْزِلْ فَعَلَيْكُمْ عِبَادَ اللَّهِ بِالدُّعَاءِ Dua başa gelen ve henüz gelmeyen belaya karşı fayda sağlar. Öyleyse ey Allah’ın kulları, duaya sarılın.

İnsanoğlu, ruh ve bedenden meydana gelmiştir. Ruh sağlığı, kulun Allah’a karşı sorumluluklarını hakkıyla yerine getirebilmesi için büyük önem arz etmektedir. Dua, psikolojik açıdan manevi bir terapi özelliğini taşır. Bu husus, onun ruh sağlığı için tedavi edici bir öneme sahip olduğunu göstermektedir.

Araştırmalar, duanın insanın bütün psikolojik mekanizmaları, ruh ve beden sağlığı üzerinde etkili olduğunu göstermektedir.  Dua insanın düşüncesini, duygularını, algılarını, istek ve arzularını, tutum ve davranışlarını, kısaca tüm kişiliğini etkilemektedir. Bu etki bireyden bireye farklılık göstermekte, özellikle duadaki samimiyet, içtenlik ve süreklilik etki gücünde önemli rol oynamaktadır

Dua kişinin yalnız olmadığını hissetmesini sağlar. Dua ve ibadetle kişi depresyonun oluşturduğu gerginlik, karamsarlık, endişe hali, dalgınlık, unutkanlık ve dikkat güçlüğünden büyük oranda korunur. Çünkü dua eden bireyin gelecekle ilgili kaygıları azalır, hayata olumsuz bakmaz; iyi, güzel beklentiler içerisinde olur.

 

 

İslâm’da Duanın Önemi

 

            Dua, İslâm dininde önemli bir konuma sahiptir. İmanın hayata yansıdığı işaretlerden birisidir. Dua edebilmek, Allah’ın kuluna bir lütfudur. Sevgili Peygamberimiz لَيْسَ شَيْءٌ أَكْرَمَ عَلَى اللَّهِ تَعَالَى مِنَ الدُّعَاءِ Allah katında duadan daha değerli bir şey yoktur.”  buyurmuştur.  Bu yüzdendir ki Yüce Allah A'râf Suresi – 55 ayette, kullarının  اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًؕ  yalvara yakara ve gizlice, وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًؕ O’ndan korkarak ve rahmetini umarak dua etmelerini ve Mü'min Suresi – 60. ayette وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونٖٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْؕ “Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim” buyurarak dua edenlerin duasına icabet edeceğini bildirmektedir. İslâm’a göre dua, sevgili Peygamberimizin ifadesiyle  الدُّعَاءُ مُخُّ الْعِبَادَةِ ibâdetin özüdür. الدعاءُ سلاحُ المؤمِنِ ، وعمادُ الدينِ ، ونورُ السماواتِ والأرْضِ Müminin silahı, dinin direği, yerin ve göklerin aydınlığıdır.

 

Dua, insanın varlık sebeplerinden birisi olarak kabul edilir. İnsan, Allah katındaki değerini ancak duası yani kulluğu ile kazanır. Furkan suresi 77. ayette قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّٖي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ “(Resulüm!) De ki:  “Duanız (yani Kulluğunuz ve niyazınız) olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” âyeti, duanın ne kadar değerli olduğunu göstermektedir.

İnsan, وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرٖيدِ buyuran, kendisine şah damarından daha yakın olan Yüce Allah’a dua ile ulaşır ve Yüce Allah kulunun kalbine dua ile girer. Dua, bir anlamda insanın kendisiyle alakalı hakikati tümden keşfetmesini mümkün kılan bir, “Şuur genişlemesi”dir.

 

Duadaki içtenlik derecesine bağlı olarak kişi, olağanüstü bir hâl içinde zaman sınırlarını aşarak ve kendinden geçerek âdeta somut maddî dünyadan maddî olmayan başka bir âleme geçer. Allah’ın dışındaki her şey (yani mâsivâ) ve dünyevî istekler zihninden silinir. Sanki kişinin şuurunun derinliğinde bir alev parıldar. Dua ile bir iç huzuru, dert ve sıkıntılara karşı bir dayanıklılık oluşur.  

Dua, kişinin Allah’a güveninin manevî tomurcuğudur. Mânevî hamlelerin şimşeğidir. Ruhun Allah’a yükselişidir. Dua, ihtiyaç sahiplerinin başvuracağı bir anahtar, fakir ve muhtaçların soluklanacağı bir nefes, dert ve sıkıntı sahiplerinin sığınacağı güvenli bir sığınak, istek ve talepte bulunanların nefes alacağı bir alandır.

Müslümanın duasının kabulü ve günahlarından arınması için Yüce Allah’ın kullarına sunduğu özel zamanlar vardır. Sahabi Amr b. Abese يَا رَسُولَ اللَّهِ هَلْ مِنْ سَاعَةٍ أَقْرَبُ مِنَ الأُخْرَى “Ey Allah"ın Resûlü! Vakitler içerisinde Allah"a daha yakın olunacak bir an var mıdır? İbadet için tercih olunacak bir saat var mıdır?” sorusuna Resûlullah (sav), “Evet” diye cevap verdi ve şöyle devam etti: إِنَّ أَقْرَبَ مَا يَكُونُ الرَّبُّ عَزَّ وَجَلَّ مِنَ الْعَبْدِ جَوْفُ اللَّيْلِ الآخِرُ “Kulun, Allah"a en yakın olduğu vakit, gecenin sonlarına doğru olan vakittir.” فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَنْ تَكُونَ مِمَّنْ يَذْكُرُ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ فِى تِلْكَ السَّاعَةِ فَكُنْ O saatlerde Allah"ı zikredenlerden olmak istersen ol.  فَإِنَّ الصَّلاَةَ مَحْضُورَةٌ مَشْهُودَةٌ إِلَى طُلُوعِ الشَّمْسِ Çünkü güneş doğuncaya kadarki o vakitlerde kılınacak namaza melekler gelir ve özellikle şahitlik yaparlar.” buyurdular.

Sevgili Peygamberimiz ashâbını da gece ibadet ve duaya teşvik ederdi. Nitekim Câbir"in (ra) rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü şöyle buyurmuştu: إِنَّ فِى اللَّيْلِ لَسَاعَةً لاَ يُوَافِقُهَا رَجُلٌ مُسْلِمٌ يَسْأَلُ اللَّهَ خَيْرًا مِنْ أَمْرِ الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ إِلاَّ أَعْطَاهُ إِيَّاهُ وَذَلِكَ كُلَّ لَيْلَةٍ Gerçekten gecede öyle bir an vardır ki Müslüman bir kimse o âna rastlar da Allah"tan dünya ve âhiret işlerine ait bir hayır isterse, o isteğini Allah kendisine verir. Bu, her gece (böyle)dir.”

 Peygamber Efendimize,  قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَىُّ الدُّعَاءِ أَسْمَعُ “Yâ Resûlallah, hangi dua daha çok kabule şayandır?” diye sorulmuş, Allah Resûlü, جَوْفُ اللَّيْلِ الآخِرُ وَدُبُرَ الصَّلَوَاتِ الْمَكْتُوبَاتِ  Gece yarısından sonra ve farz namazların arkasından yapılan dualar.” diye cevap vermiştir.

Sevgili Peygamberimiz duaya başlarken hamdele ve salveleyle başlanılmasını istemiştir. Bir zât yalnız başına namaz kıldıktan sonra “Allahümmağfir lî verhamnî (Allah’ım, beni bağışla ve bana merhamet eyle!)” diye dua etmeye başladı. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Bu adam acele etti.” buyurdular. Sonra adamı yanına çağırarak ona veya yanında oturan ashâbına şöyle buyurdu:  إِذَا صَلَّى أَحَدُكُمْ فَلْيَبْدَأْ بِتَحْمِيدِ رَبِّهِ جَلَّ وَعَزَّ وَالثَّنَاءِ عَلَيْهِ ثُمَّ يُصَلِّى عَلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ يَدْعُو بَعْدُ بِمَا شَاءَ  “Biriniz dua edeceği zaman önce Yüce Rabbine hamd ve senâ etmekle başlasın, sonra Peygamber’e salât getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde dua etsin.

Sohbetimi sevgili Peygamberimizin (sav) şu hadisiyle bitirmek istiyorum. Sizden her kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmıştır. Öyleyse ey Allah’ın kulları, duaya sarılın!”