Popüler Yayınlar

13 Nisan 2022 Çarşamba

DUA - VAAZ İSLAMDA DUANIN ÖNEMİ

 

DUA KULLUĞUN ÖZÜ

Varlıklar arasında en mükemmeli olan insan, özü itibariyle yaratıcısına ulaşma, ona sığınma ve onu tanıma arayışı içinde yaratılmıştır. Bu sebeple insan, tarihinin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır. Bu bağlamda dua, kul ile Allah arasındaki iletişimi aracısız şekilde sağlayan bir çeşit diyalogdur. İslâm’a göre dua, kulun acziyetini itiraf ederek Allah’tan dünyevî veya uhrevî bir şey dilemesi, istemesi, O’nu yardıma çağırması ve Yüce Allah’ı anmasıdır. Dua, müminin silahı ve ibâdetin özüdür. Kulun Allah’a yakın olmak için kurduğu ilişkilerden birisidir. Bu ilişki, İslâm’ın kutsal kitabı Kur’ân’da çokça dile getirilmiştir. Hatta Kur’ân, bir dua olan Fâtiha suresi ile başlar, yine bir dua olan Nâs suresi ile biter.

 

Dua, insanın fıtrî ve vazgeçilmez bir ihtiyacıdır. Bu yüzden her insanda, dua etme eğilimi vardır. Kul, duygularını dua vasıtasıyla Allah’a ulaştırmak ister. Bu bağlamda dua, kul ile Allah arasındaki en güçlü iletişimi aracısız ve hızlı bir şekilde sağlayan bir çeşit diyalogdur. Âdeta bir köprü vazifesi görür. Zira insan doğası, Allah ile bağ kurmak üzere tasarlanmıştır. Duadan elde edinmek istenen amaç, ya kulun Allah’a sığınarak O’ndan bağışlanma dilemesi ya lütuflarından dolayı O’nu övmesi veya O’na teşekkür etmesi yahut ruhunu huzura kavuşturması şeklinde özetlenebilir. Dua, bir anlamda kulun ruhunu Allah’a yükseltmesidir. Zira kişi dua ederken Allah’la beraber olur. Bir yandan aczini ve zafiyetini itiraf ederken diğer yandan Yüce Allah’a içinden gelen taleplerini iletir. Kendisi için dua ettiği gibi başkaları için de dua eder. Dua rahmet kapısının açılmasıdır. Sevgili Peygamberimiz: مَنْ فُتِحَ لَهُ مِنْكُمْ بَابُ الدُّعَاءِ فُتِحَتْ لَهُ أَبْوَابُ الرَّحْمَةِ  Sizden her kime dua kapısı açılmışsa ona rahmet kapıları açılmıştır. إِنَّ الدُّعَاءَ يَنْفعُ مِمَّا نَزَلَ وَمِمَّا لَمْ يَنْزِلْ فَعَلَيْكُمْ عِبَادَ اللَّهِ بِالدُّعَاءِ Dua başa gelen ve henüz gelmeyen belaya karşı fayda sağlar. Öyleyse ey Allah’ın kulları, duaya sarılın.

İnsanoğlu, ruh ve bedenden meydana gelmiştir. Ruh sağlığı, kulun Allah’a karşı sorumluluklarını hakkıyla yerine getirebilmesi için büyük önem arz etmektedir. Dua, psikolojik açıdan manevi bir terapi özelliğini taşır. Bu husus, onun ruh sağlığı için tedavi edici bir öneme sahip olduğunu göstermektedir.

Araştırmalar, duanın insanın bütün psikolojik mekanizmaları, ruh ve beden sağlığı üzerinde etkili olduğunu göstermektedir.  Dua insanın düşüncesini, duygularını, algılarını, istek ve arzularını, tutum ve davranışlarını, kısaca tüm kişiliğini etkilemektedir. Bu etki bireyden bireye farklılık göstermekte, özellikle duadaki samimiyet, içtenlik ve süreklilik etki gücünde önemli rol oynamaktadır

Dua kişinin yalnız olmadığını hissetmesini sağlar. Dua ve ibadetle kişi depresyonun oluşturduğu gerginlik, karamsarlık, endişe hali, dalgınlık, unutkanlık ve dikkat güçlüğünden büyük oranda korunur. Çünkü dua eden bireyin gelecekle ilgili kaygıları azalır, hayata olumsuz bakmaz; iyi, güzel beklentiler içerisinde olur.

 

 

İslâm’da Duanın Önemi

 

            Dua, İslâm dininde önemli bir konuma sahiptir. İmanın hayata yansıdığı işaretlerden birisidir. Dua edebilmek, Allah’ın kuluna bir lütfudur. Sevgili Peygamberimiz لَيْسَ شَيْءٌ أَكْرَمَ عَلَى اللَّهِ تَعَالَى مِنَ الدُّعَاءِ Allah katında duadan daha değerli bir şey yoktur.”  buyurmuştur.  Bu yüzdendir ki Yüce Allah A'râf Suresi – 55 ayette, kullarının  اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًؕ  yalvara yakara ve gizlice, وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًؕ O’ndan korkarak ve rahmetini umarak dua etmelerini ve Mü'min Suresi – 60. ayette وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونٖٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْؕ “Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim” buyurarak dua edenlerin duasına icabet edeceğini bildirmektedir. İslâm’a göre dua, sevgili Peygamberimizin ifadesiyle  الدُّعَاءُ مُخُّ الْعِبَادَةِ ibâdetin özüdür. الدعاءُ سلاحُ المؤمِنِ ، وعمادُ الدينِ ، ونورُ السماواتِ والأرْضِ Müminin silahı, dinin direği, yerin ve göklerin aydınlığıdır.

 

Dua, insanın varlık sebeplerinden birisi olarak kabul edilir. İnsan, Allah katındaki değerini ancak duası yani kulluğu ile kazanır. Furkan suresi 77. ayette قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّٖي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ “(Resulüm!) De ki:  “Duanız (yani Kulluğunuz ve niyazınız) olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” âyeti, duanın ne kadar değerli olduğunu göstermektedir.

İnsan, وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرٖيدِ buyuran, kendisine şah damarından daha yakın olan Yüce Allah’a dua ile ulaşır ve Yüce Allah kulunun kalbine dua ile girer. Dua, bir anlamda insanın kendisiyle alakalı hakikati tümden keşfetmesini mümkün kılan bir, “Şuur genişlemesi”dir.

 

Duadaki içtenlik derecesine bağlı olarak kişi, olağanüstü bir hâl içinde zaman sınırlarını aşarak ve kendinden geçerek âdeta somut maddî dünyadan maddî olmayan başka bir âleme geçer. Allah’ın dışındaki her şey (yani mâsivâ) ve dünyevî istekler zihninden silinir. Sanki kişinin şuurunun derinliğinde bir alev parıldar. Dua ile bir iç huzuru, dert ve sıkıntılara karşı bir dayanıklılık oluşur.  

Dua, kişinin Allah’a güveninin manevî tomurcuğudur. Mânevî hamlelerin şimşeğidir. Ruhun Allah’a yükselişidir. Dua, ihtiyaç sahiplerinin başvuracağı bir anahtar, fakir ve muhtaçların soluklanacağı bir nefes, dert ve sıkıntı sahiplerinin sığınacağı güvenli bir sığınak, istek ve talepte bulunanların nefes alacağı bir alandır.

Müslümanın duasının kabulü ve günahlarından arınması için Yüce Allah’ın kullarına sunduğu özel zamanlar vardır. Sahabi Amr b. Abese يَا رَسُولَ اللَّهِ هَلْ مِنْ سَاعَةٍ أَقْرَبُ مِنَ الأُخْرَى “Ey Allah"ın Resûlü! Vakitler içerisinde Allah"a daha yakın olunacak bir an var mıdır? İbadet için tercih olunacak bir saat var mıdır?” sorusuna Resûlullah (sav), “Evet” diye cevap verdi ve şöyle devam etti: إِنَّ أَقْرَبَ مَا يَكُونُ الرَّبُّ عَزَّ وَجَلَّ مِنَ الْعَبْدِ جَوْفُ اللَّيْلِ الآخِرُ “Kulun, Allah"a en yakın olduğu vakit, gecenin sonlarına doğru olan vakittir.” فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَنْ تَكُونَ مِمَّنْ يَذْكُرُ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ فِى تِلْكَ السَّاعَةِ فَكُنْ O saatlerde Allah"ı zikredenlerden olmak istersen ol.  فَإِنَّ الصَّلاَةَ مَحْضُورَةٌ مَشْهُودَةٌ إِلَى طُلُوعِ الشَّمْسِ Çünkü güneş doğuncaya kadarki o vakitlerde kılınacak namaza melekler gelir ve özellikle şahitlik yaparlar.” buyurdular.

Sevgili Peygamberimiz ashâbını da gece ibadet ve duaya teşvik ederdi. Nitekim Câbir"in (ra) rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü şöyle buyurmuştu: إِنَّ فِى اللَّيْلِ لَسَاعَةً لاَ يُوَافِقُهَا رَجُلٌ مُسْلِمٌ يَسْأَلُ اللَّهَ خَيْرًا مِنْ أَمْرِ الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ إِلاَّ أَعْطَاهُ إِيَّاهُ وَذَلِكَ كُلَّ لَيْلَةٍ Gerçekten gecede öyle bir an vardır ki Müslüman bir kimse o âna rastlar da Allah"tan dünya ve âhiret işlerine ait bir hayır isterse, o isteğini Allah kendisine verir. Bu, her gece (böyle)dir.”

 Peygamber Efendimize,  قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَىُّ الدُّعَاءِ أَسْمَعُ “Yâ Resûlallah, hangi dua daha çok kabule şayandır?” diye sorulmuş, Allah Resûlü, جَوْفُ اللَّيْلِ الآخِرُ وَدُبُرَ الصَّلَوَاتِ الْمَكْتُوبَاتِ  Gece yarısından sonra ve farz namazların arkasından yapılan dualar.” diye cevap vermiştir.

Sevgili Peygamberimiz duaya başlarken hamdele ve salveleyle başlanılmasını istemiştir. Bir zât yalnız başına namaz kıldıktan sonra “Allahümmağfir lî verhamnî (Allah’ım, beni bağışla ve bana merhamet eyle!)” diye dua etmeye başladı. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Bu adam acele etti.” buyurdular. Sonra adamı yanına çağırarak ona veya yanında oturan ashâbına şöyle buyurdu:  إِذَا صَلَّى أَحَدُكُمْ فَلْيَبْدَأْ بِتَحْمِيدِ رَبِّهِ جَلَّ وَعَزَّ وَالثَّنَاءِ عَلَيْهِ ثُمَّ يُصَلِّى عَلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ يَدْعُو بَعْدُ بِمَا شَاءَ  “Biriniz dua edeceği zaman önce Yüce Rabbine hamd ve senâ etmekle başlasın, sonra Peygamber’e salât getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde dua etsin.

Sohbetimi sevgili Peygamberimizin (sav) şu hadisiyle bitirmek istiyorum. Sizden her kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmıştır. Öyleyse ey Allah’ın kulları, duaya sarılın!”

 


6 Nisan 2022 Çarşamba

DOĞRULUK HAKKINDA VAAZ (İbadetlerde, Ticarette Doğruluk)

 

DOĞRULUK

1. Doğruluk Konusunun Ayet ve Hadislerle İzahı

2. Yalana İzin Verilen Yerler Nelerdir?

3. İbadetlerde Doğruluk (İhsan Ahlak İlişkisi)

4. Sadaka ve Doğruluk Arasındaki İlişki

5. Müflis Kimdir?

6. Ticarette Doğruluk

7. Sanal Âlemde Doğruluk

8. Bir Yalan Nelere Sebebiyet Verir

İslâm ahlâkının temel değerlerinden biri olan doğruluk; insanın içi ile dışının, özü ile sözünün bir olması, söyledikleriyle yaptıklarının (söz-fiil) birbirine uyması demektir. İnsanın söyledikleriyle yaptıklarının birbirine uymaması, niyeti başka olduğu hâlde dıştan başka şekilde söylemesi ve davranması, doğruluğun zıddı olan yalancılıktır. Yalancılık ise, İslâm dininde yasaklanmıştır. (Buharî, Şehadet, 10)

Hz. Peygamberin âlim ve şair sahâbîsi Ukbe b. Âmir el-Cühenî, güzel konuşur ve sözleriyle insanları etkilerdi. Bir gün Hz. Peygambere: مَا النَّجَاةُ  “Kurtuluşun yolu nedir?” diye sordu. Sevgili Peygamberimiz (sav):  أَمْسِكْ عَلَيْكَ لِسَانَكَ “(yalan, dedikodu vs. hususlarda) Diline sahip ol”    وَابْكِ عَلَى خَطِيئَتِكَ Günahların için de gözyaşı dök.” buyurdular Tirmizi

Yüce Allah Ahzab suresi 70. ayette يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًاۙ  “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin.” buyurarak Müslümanlara doğru sözlü olmalarını emretmiştir. Hz. Âdem’in, Rabbinden öğrendiği isimlerle konuşması onun kadrini ve değerini artırmış; şeytanın Rabbine karşı isyan ve itiraz yüklü konuşması ise onu alçaltıp Allah’ın rahmetinden uzaklaştırmıştır. Bu örnek, ağızımızdan çıkan sözlerimizde ne denli sorumluluk sahibi olduğumuzu bizlere göstermektedir.

Hz. Peygamber,  أَحْسَنُ الْكَلاَمِ كَلاَمُ اللَّهِ وَأَحْسَنُ الْهَدْىِ هَدْىُ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم “Sözün en güzeli Allah’ın kelâmı, en güzel yol da Muhammed’in yoludur.” buyurmuştur. (Nesâî, Sehv) Dolayısıyla konuşmalar nitelik ve nicelik açısından bu iki kaynağın verilerine, ilkelerine uyum gösterdiği nispette değer ve güzellik kazanacaktır. Çünkü Müslüman’ın Allah katında değerini artıran özelliklerinden birisi de güzel sözlü olmasıdır. Bir gün Sevgili Peygamberimize, “Ey Allah’ın Resûlü,  أَىُّ الإِسْلاَمِ أَفْضَلُ  İslâm(a inananlar)ın hangisi daha faziletlidir?” diye sordular. Peygamberimiz, مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ  “Dilinden ve elinden (gelecek kötülükler konusunda) Müslümanların güven içinde oldukları kimsedir!” buyurdu. M. Aleyh. Hz. Peygamber, Müslümanların konuşmalarında belli bir seviyenin olmasını sağlamak amacıyla ümmetini uyararak,  أَلَا أُنَبِّئُكُمْ بِشِرَارِكُمْ  “En kötü olanlarınızı size haber vereyim mi?  فَقَالَ هُمْ الثَّرْثَارُونَ الْمُتَشَدِّقُونَ  Onlar gevezelik edip ne söylediğine dikkat etmeden konuşanlardır.” buyurmuştur. A.Hanbel

Müslüman, ağzından çıkan cümlenin bir fayda sağlayıp sağlamayacağını tartmalı, önce düşünmeli sonra konuşmalı, söyledikleri iyiliğe vesile olmayacak hatta zarar verecekse susmalıdır. Diğer yandan, insanların yüzlerine karşı konuşurken gösterilen hassasiyetin arkalarından konuşurken de sürdürülmesi gerekmektedir. Bir kimsenin duyduğunda üzüleceği bir şey, doğru bile olsa onun yokluğunda da konuşulmamalıdır. Çünkü Peygamberimizin ifadesine göre bu, gıybettir. Peygamber Efendimizin, وَهَلْ يَكُبُّ النَّاسَ فِى النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ أَوْ عَلَى مَنَاخِرِهِمْ إِلاَّ حَصَائِدُ أَلْسِنَتِهِمْ “...İnsanları yüzükoyun veya burunları üstünde süründürerek cehenneme dolduran, dillerinin kazandığından başkası değil midir?” şeklindeki uyarısı kişinin ağzından çıkan sözlere dikkat etmesi gerektiğini bizlere göstermektedir.

Müslümanın kalbi, imanın ve doğruluğun merkezi olmalıdır. Nasıl ki küfrün yuvalandığı bir kalpte iman, hıyanetin kök saldığı bir kalpte emanet bulunmazsa, yalanın kararttığı bir kalpte de doğruluk barınamaz. Zira Hz. Peygamber, لَا يَجْتَمِعُ الْإِيمَانُ وَالْكُفْرُ فِي قَلْبِ امْرِئٍ وَلَا يَجْتَمِعُ الصِّدْقُ وَالْكَذِبُ جَمِيعًا وَلَا تَجْتَمِعُ الْخِيَانَةُ وَالْأَمَانَةُ جَمِيعًا Bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz.” buyurmuştur. Söz ve davranışlarıyla ümmeti için “en güzel örnek” olan Sevgili Peygamberimiz, kendisi yalandan uzak durduğu gibi, müminlere de yalanı yasaklamış, yalan söyleyen kişinin münafıklığın üç alâmetinden birini taşıdığını haber vermiştir.  آيَةُ الْمُنَافِقِ ثَلاَثٌ إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ ، وَإِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ ، وَإِذَا اؤْتُمِنَ خَانَ  “Münafığın alâmeti üçtür: Söz söylediği zaman yalan söylervaad ettiği vakit sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder.” 

Yalan konusunda çok hassas davranan Allah Resûlü, (sav) insanları yalandan ve ona götürebilecek her türlü davranıştan sakındırmıştır. Hatta bunlara, birçok kimsenin önemsemediği, çocuklara yalan söylemeyi ve yalan söyleyerek şaka yapmayı da dâhil etmiştir. Nitekim bir defasında Resûlullah (sav), bir annenin çocuğunu çağırıp, “Gel sana bir şey vereceğim.” dediğini işitince kadına, “Ona ne vereceksin?” diye sormuş, “Kuru hurma.” cevabını alınca da şöyle buyurmuştur: أَمَا إِنَّكِ لَوْ لَمْ تُعْطِيهِ شَيْئًا كُتِبَتْ عَلَيْكِ كِذْبَةٌ  “Dikkatli ol, ona bir şey vermemiş olsaydın, bu senin için bir yalan olarak yazılacaktı.” Öte yandan Allah Resûlü (sav), أَلاَ وَإِيَّاكُمْ وَالْكَذِبَ فَإِنَّ الْكَذِبَ لاَ يَصْلُحُ بِالْجِدِّ وَلاَ بِالْهَزْلِ “Yalancılıktan kaçının. Çünkü ister ciddi olsun, isterse şaka yollu olsun yalan söylemek Müslüman"a yakışmaz.” buyurarak konunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır.

Hz. Peygamber, hayatı boyunca doğru yaşamış ve Müslümanların da doğru sözlü insanlar olmasını arzu etmiştir. Hz. Peygamberin (sav) her zaman doğruyu söylediği onu tanıyan kâfirler tarafından bile çeşitli vesilelerle itiraf edilmiştir. Doğruluk temelini esas alan bir kişi bu temel üzerinde durduğu müddetçe razı olunan bir mümin olacak ve mükâfat olarak cennete girecektir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) de doğruluğun iyi bir kul olmaya, iyi kulluğun da kişiyi cennete götüreceğinden hareketle müminleri şu sözlerle doğruluğa teşvik etmiştir: عَلَيْكُمْ بِالصِّدْقِ  “Doğruluktan ayrılmayın. فَإِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِى إِلَى الْبِرِّ Çünkü doğruluk (insanı) iyiliğe, وَإِنَّ الْبِرَّ يَهْدِى إِلَى الْجَنَّةِ iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında "doğru/sıddîk" olarak tescillenir. وَإِيَّاكُمْ وَالْكَذِبَ Yalandan sakının! Çünkü yalan (insanı) kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında "yalancı/kezzâb" olarak tescillenir.” (Müslim Birr)

Din iyiyi ve kötüyü, helali haramı, marufu münkeri belirler. Ahlak ise bunların yaşam tarzına dönüştürülmesini, davranış biçimi ve bilinci haline gelmesini sağlar. Bu sebebe binaen rivayetlerde ibadetlerle ahlaki erdemler kimi zaman iç içe, kimi zaman peş peşe yer almıştır. İbadet ahlak ilişkisi, genelde ibadetin gereği gibi ifası sonucu faziletlerin ortaya çıkması, ibadetleri yerine getirmeme ya da gereği gibi ifa etmemenin kötü ahlaka neden olabileceği bağlamda ele alınmıştır. Allah ile kul arasında kurulan bir bağ mesabesinde olan ibadet, bireyde murakabe ve ihsan duygusunun neşet etmesine ve bireyin değer üretmesine vesile olur.

YALANA İZİN VERİLEN YERLER

İslâm dini, söz ve davranışlarda doğruluğu esas almakla birlikte, başka bir çarenin kalmadığı, zarurî birtakım durumlarda yalan söylenmesine izin vermiştir. İnsanların arasını düzeltmek gibi, İslâm’ın öngördüğü hayırlı bir amaca sadece yalanla ulaşılabilecekse bu gibi durumlarda yalan caiz sayılmaktadır. Allah Resûlü (sav) yalnızca üç durumda yalana izin vermiştir. Kişinin yuvasının huzurunu düşünerek eşini memnun etmesi için, küs olan insanları barıştırmak için ve savaşta ordu menfaati için yalan söylenebileceğini haber vermiştir. Hendek Savaşı’nda, Müslüman olduğu kâfirler tarafından bilinmeyen Nuaym b. Mes’ûd, düşman arasına fitne sokabilmek için Resûlullah’tan (sav) yalan söylemek hususunda izin istemiş, Allah Resûlü de (sav), “İstediğini söyle. Sen bu konuda serbestsin.” Demiştir.

İHSAN – AHLAK İLİŞKİSİ

İbadet ahlak ilişkisini en güzel şekilde ortaya koyan rivayetlerden birisi hiç şüphesiz Cibril hadisidir. Orada bir insan şeklinde Hz. Peygambere gelen Cebrail, ona peş peşe İslam iman, ihsan ve kıyamet alametlerinin ne olduğunu sorar. Hz. Peygamber, Cibril hadisinde önce ibadetlerle çatısını ördüğü bir İslam tarifi yapmış, akabinde ihsanı tanımlayarak ibadet ahlak ilişkisini ortaya koymuştur.

“İhsan”, eylem, söylem ve amellerde ihlas ve murakabe, yani Allah’ın her an kontrol etmesi, görüp gözetmesi anlamında yapılması gerekeni en güzel şekilde gerçekleştirmek her görevi en iyi şekilde, önemseyerek, lâyıkıyla yerine getirmek anlamına gelmektedir. Hz. Ali’nin, “Kişinin kıymeti, amelindeki ihsanıyla ölçülür.” buyurmaktadır.

SADAKA VE DOĞRULUK ARASINDAKİ İLİŞKİ

Sadaka sıdk kökünden gelir. Doğruluk denince ilk akla gelen doğru sözlülüktür. Ancak doğruluk sadece söze hasredilemez. Doğruluk sadece söze özgü ve sözle alakalı bir ilke olmadığı gibi doğrunun zıddı olan yalan da yalnızca sözle ilintili değildir. Gerçek anlamda sıdk ve doğruluk; doğru olanı tasdik etmek; tasdik edilen hakikate uygun söz söylemek ve verilen sözde durmak; söylenilen doğru söze uygun tavır sergilemektir. Şayet doğruluk sözün sıfatı olarak kullanılacaksa sözün, hem insanın vicdanına, imanına, hem de söz, fiil ve eylemlerine uygun olması demektir.

Sadaka ile ilgili bahsi geçen rivayet ya da diğer birçok rivayet incelendiğinde Hz. Peygamberin doğruluğun davranışa dönüşmüş şeklini “sadaka” olarak isimlendirdiği görülür. Bahsi geçen ayet ve hadislerden anlaşıldığına göre sadaka, imanın sadakatini ortaya koyan her davranıştır. Doğruluğu davranışla arama teşebbüsüdür. Hz. Peygamber'in dilinde sadaka, kişinin kendisine, topluma ve Rabbine karşı sadakatini gösteren her davranışın adıdır. Güzel söz sadakadır. Kardeşinin yüzüne tebessüm etmek sadakadır. Allah'ın kullarına selam vermek sadakadır. İnsanlara yol göstermek sadakadır. Yoldaki zarar verici bir maddeyi kaldırıp atmak sadakadır. Bir kimsenin taşıtına binmesine yardımcı olmak sadakadır. Bir kimsenin eşyasını yüklemesine yardımcı olmak sadakadır. Kovaya doldurduğun suyu kardeşinle paylaşmak sadakadır. Kötülükten uzak durmak sadakadır. Helalinden rızık kazanmak, çoluk, çocuğunu besleyip büyütmek, eşine ikram etmek, emrinde çalıştırdığı kişilere hakkını verip, onların geçimini sağlamak sadakadır. Eş ile meşru birliktelik sadakadır. İyi göremeyen âmâ birine rehberlik etmek sadakadır. Borçluya süre tanıyarak anlayışlı olmak sadakadır. İnsanların ya da hayvanatın istifade etmesi için ağaç dikmek sadakadır. İki kişinin arasını düzeltmek, iki kişinin arasında adaletle hükmetmek sadakadır. Kişinin ailesinin nafakasını temin etmesi sadakadır. Kişinin ilim öğrenmesi ve öğrendiğini başkalarına öğretmesi en üstün sadakadır. İyiliği tavsiye etmek, kötülükten uzak tutmaya çalışmak sadakadır.47 Namaz için atılan her adım sadakadır.

MÜFLİS KİMDİR?

Hz. Peygamber, ibadet ahlak ilişkisi kuramayanları, ibadetleriyle hayatlarına değer katamayanları müflis tüccara benzetmiştir. O, bir gün arkadaşlarına “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuş, onlar da “müflis malı mülkü kalmayan kimsedir.” diyerek cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Gerçek müflis, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât ibadetlerini yerine getirmiş olarak gelir. Aynı anda o, kimine sövmüş, kimine iftira etmiş, kiminin malını haksız yere yemiş, kiminin kanını dökmüş, kimini de dövmüştür. Bunun üzerine iyiliklerinin mükâfatı ondan alınır, haksızlık yaptığı kişilere verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, zulmettiği kişilerin günahları alınır, kendisine yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.” (Müslim, “Birr ve Sıla”, 59)

Hz. Peygamberin gönderiliş gayelerinden birisi güzel ahlakı ikame etmektir. İlgili rivayetlerden anlaşılmaktadır ki, ibadetlerin en önemli hikmetlerinden birisi de kişinin güzel ahlak sahibi olmasını sağlamaktır. Bu yönüyle de ibadet ahlak ilişkisi hadis rivayetlerinin temel konularındandır. Rivayetlerde ibadetlerin kişinin bireysel ve sosyal hayatına müspet yönde etki etmesi ibadet ahlak ilişkisinin doğal sonucu olarak görülür. İbadetten beklenen ahlakı güzelleştirmesidir. Bu sonuç dünya ve ahiret hayatı için mutluluğa götürücüdür. Beklentilerin aksine güzel ahlaka dönüşemeyen ibadet bireysel ve toplumsal hayatta faydadan ziyade zarara sebep olur.

TİCARETTE DOĞRULUK

Hz. Peygamber, ticaretin temelini doğruluk ve dürüstlükle birey ve topluma hizmet anlayışı üzerine kurmuştur. Ticaretin diğer ahlakî kuralları, işin özü ve esası olan doğruluk üzerine binâ edilmiştir. Dürüst yapıldığı zaman, aldatmaya yönelik işlere tenezzül edilmez ise böyle bir ticaretle uğraşan tüccarlar için dünya kazancı olduğu gibi ahirette Peygamberler, Sıddıklar ve şehitlerle beraber olmanın yanı sıra Allah’ın (c.c) gölgesi altında bulunma müjdesi vardır. (Tirmizi, es-Sünen, Buyu’, 4; İbn Mâce, es-Sünen, Ticarât, 1.) Hz. Peygamber, iş hayatında doğruluğu, dürüstlüğü ilke edinmiş; yalan, hile, aldatma gibi kötü huyları yasaklamış ve dürüst tüccarın kazançlı, karaborsacının ise mel’un olduğunu bildirmiştir.” ( İbn Mace, es-Sünen, Ticarât, 6.)

Dürüst davranmak ve doğruyu söylemek ticaret hayatının en önemli ilkesidir. Bu yüzden Hz. Peygamber, müminlerin ticaret yaparken yalandan sakınmalarını şöyle öğütlemiştir: فَإِنْ صَدَقَا وَبَيَّنَا بُورِكَ فِى بَيْعِهِمَا “Eğer bir satıcı, doğru söyler ve gerekli açıklamalarda bulunursa, alışverişi bereketlendirilir.  وَإِنْ كَذَبَا وَكَتَمَا مُحِقَ بَرَكَةُ بَيْعِهِمَا Eğer yalan söyler ve kusurları gizlerse, alışverişinin bereketi yok olur.”

Allah Resûlü (sav) bazı ihtiyaçlarını temin etmek için zaman zaman Medine pazarına gider, bu vesileyle gelip gidenlerden ve alınıp satılanlardan da haberdar olurdu. Yine bir gün pazarda dolaşırken bir buğday yığını dikkatini çekti. Hububatı satan adamın yanına gelerek buğday yığınına elini daldırdı. Ancak buğdayın altı göründüğü gibi çıkmamış, Efendimizin parmakları ıslanmıştı. Satıcıya ıslaklığın sebebini sorduğunda, yağmurdan kaynaklandığı cevabını aldı. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Öyleyse insanların görmeleri için ıslak olan kısmı üste koyman gerekmez miydi?” diyerek ticaret ahlâkına dikkatleri çekti. Anlaşılan o ki, satıcı kuru ve ıslak olan buğdayı ayırmadan satışa sunmak suretiyle insanları aldatmaktaydı. İnsanları aldatmak ise, Peygamberimizin sünnetinden ve yolundan uzaklaşmak demekti:  Sevgili Peygamberimiz (sav) وَمَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا لاَ غِشَّ بَيْنَ الْمُسْلِمِينَ “Müslümanlar arasında aldatma olamaz! Bizi aldatan, bizden değildir!” buyurmuştur. (Müslim, Îmân,)

Ticaret hayatında doğruluktan ayrılan kimseler, tüccar olmaktan çıkıp füccâr (günahkar) olurlar ki, Peygamberimizin belirttiği gibi ahirette de bu şekilde diriltileceklerdir: “Tüccarlar kıyamet gününde füccâr (günahkar) olarak diriltilecekler, ancak Allah’tan korkan, yeminine sâdık kalan ve doğru olanlar müstesna”. (Tirmizi, es-Sünen, Buyu’,4) Ticarette satıcı kadar müşterinin de doğruluktan ayrılmaması parayı ne zaman ve nasıl ödeyeceği konularında doğru sözlü ve dürüst olması gerekir.

13. yüzyılda Anadolu’da görülmeye başlayan Ahî Evrân (ö.1262) tarafından kurulan, toplumun meslek ve sanat alanında yetişmesini, ahlaken gelişmesini esas alan dinî, içtimaî ve iktisadî bir teşkilat olan Ahîlik sisteminde, doğruluk, dürüstlük, emanete riayet, cömertlik, yardımseverlik gibi değerler ön plandadır. Ahîlerin teşkilatta aldıkları meslekî eğitim ve terbiye, doğru-dürüst çalışmalarını, müşteriye saygı gösterip aldatmamayı, kaliteli mal üretmeyi gibi ahlakî ilkeleri telkin etmektedir. İşinde hile yapan ve mesleğini kötüye kullanan esnaf, meslekten çıkarılmaya varıncaya kadar çeşitli müeyyide ve cezalara çaptırılırdı. Kişiyi ideal ölçülere yaklaştırabilmeyi hedef edinen Ahîlikteki bu cezalar, esasta suçluların terbiye edilip topluma kazandırılmasını amaçlamaktadır.

SANAL ÂLEMDE DOĞRULUK

BİR YALAN NELERE SEBEBİYET VERİR

·         Allah’ın emri çiğnenmiş olacak, böylelikle Allah’ın rızasından uzaklaşacak.

·         Amel defterimizdeki sol tarafımıza melekler kötülükleri yazmaya başlayacak.

·         Toplum hayatında yalanın bilinmesi yalanı söyleyen kişiyi psikolojik olarak rahatsız edecek.

·         Karşısındaki insanı yanılttığı için kişiye olan güven sarsılacak, kaybolacak.

·         İnsani ilişkiler zarar görür.

·    Yalanı aklında tutması için başka yalanlar söyleyecek ve bu şekilde yeni yalanlarla başka günahlara götürecek.

·         Toplumu ifsat etmiş olacak.

·         Kul hakkına girmiş olacak.

Gibi daha birçok olumsuzluklara sebebiyet verir.

Sürahide ne varsa bardağa o dökülür. Kişinin iç dünyası doğruysa, kişinin sözü, yaşantısı, hayatı doğru olur.

Sonuç olarak Hz. Peygamber’in sünneti ve ashabının davranışları bizlere örnek olmalıdır. Çeşitli maddî kaygı veya beklentilerle doğruluk ve dürüstlükten taviz verildiği takdirde hem sosyal ilişkilerde güvensizlik hâkim olacak hem de toplum huzuru yara alacaktır.

El-Emîn Peygambere el-Amân ümmet yakışmaz.

 

 

 


2 Nisan 2022 Cumartesi

HOŞ GELDİN YA ŞEHRİ RAMAZAN

 

 

HOŞ GELDİN YA ŞEHRİ RAMAZAN

1.          Ramazan nedir? Ramazan ayının önemi nereden gelmektedir.

2.          Ramazanı nasıl karşılamalıyız?

3.          Ramazanın başlıca özellikleri nelerdir?

4.          Azalarımıza da oruç tutturabiliyor muyuz?

5.          Ramazan bizim için ibadet ayı mı yoksa israf ve gösteriş ayı mı?

6.          Oruç tutmanın hikmetleri üzerine birkaç kelam.

 

1.              RAMAZAN NEDİR?

Oruç tutmanın farz olduğu hicri yılın dokuzuncu ayına Ramazan denilmektedir. (Muharrem, Sefer, Rabiulevvel, Rabiulahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade, Zilhicce) Hz.İbrahim’in soyundan olan müsta’ribe arapları tarafından da ramazan ismi bu ay için kullanılmaktaydı. Yani İslam gelmeden önce de ramazan ayı vardı. Ramazan kelimesinin kök anlamıyla ilgili olarak oruç tutulan bu ayda açlık ve susuzluğun etkisiyle insanın içinin yandığı, orucun hararetiyle günahların yakıldığı, güz yağmurlarının yeryüzünü yıkadığı gibi ramazan orucunun da müminleri günahlardan yıkayıp temizlediği için bu aya ramazan isminin verildiği yönünde bazı kitaplarda yer alan açıklamaların İslam’dan sonra orucun etkilerine bakılarak yapıldığı ve tarihi bilgilerle pek örtüşmeyen yakıştırmalar olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü hicri takvimde yer alan ay isimlerinin İslam’dan önce kullanıldığında kesinlikle şüphe yoktur. İslam’dan önce oruç olmadığına göre bu yaklaşımlar asılsız ve yanlıştır. (DİA 34, s. 434)

RAMAZAN AYININ ÖNEMİ NEREDEN GELMEKTEDİR?

Kur’ân-ı Kerim’de adı geçen ve değerine vurgu yapılan yegâne ay, Ramazan ayıdır. Orucun farz kılındığını bildiren ayetlerin hemen ardından ramazan ayı için, insanlara doğru yolu gösteren ve hakkı batıldan ayıran Kur’ân’ın indirildiği ay olduğu belirtilir ve bu aya ulaşanların oruç tutması emredilir.

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذٖٓي اُنْزِلَ فٖيهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُؕ

(Oruçlu geçirmeniz gereken zaman dilimi) o Ramazan ayıdır ki; doğru yolu gösteren ve hakkı batıldan ayıran (ilahi kitap)lardan (biri) olan Kur’ân, nice açık deliller ve insanlar için bir hidayet (rehberi) olarak kendisinde (bulunan Kadir gecesinde) indirilmiştir. Artık içinizden kim o ayda bulunursa onu oruçlu geçirsin.

Bu aya kıymet kazandıran en önemli hadise, Hz. Peygamberin en büyük mucizesi, dünya ve ahiret saadetine götüren en güvenilir kılavuz olan Kur’ân’ın bu ayda indirilmeye başlanmış olmasıdır. İnsanlığın ufuklarını karartmış olan bilgisizlik, delalet ve vahşet bulutları, bu ayda sevgili peygamberimizin şahsında bütün insanlığa gönderilen Kur’ân-ı Kerim’in evrensel mesajlarıyla dağılmış, cehaletin yerini bilgi, haksızlığın yerini adalet ve düşmanlığın yerini de sevgi ve barış almıştır.

Kur’ân’da da “Haram Aylar” diye anılan ve Araplarca hürmet edilen, kan dökülmesi ve savaşılması yasak olan dört haram ayın (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb) bir ayrıcalığı vardı, ancak Ramazan ayının böyle bir özelliği yoktu. Onu değerli ve ayrıcalıklı kılan, insanlığa gönderilen son rehber kitap Kur’ân-ı Kerim’in bu ayda indirilmesi, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinin bu ayda olması, temel ibadetlerden olan oruç farizasının bu ayda tutulması, teravih, mukabele, itikâf, iftar, sahur ve fıtır sadakası gibi önemli sünnetlerin hep bu ayda yaşanmasıydı. Nasıl “şerefü’l-mekân bi’l-mekîn” yani bir mekânın şerefi, orada yaşayan kimseler sayesinde gerçekleşir ise, aynı durum, zaman için de söz konusuydu. Son Peygamber (sav) Yesrib’e teşrifiyle orayı nasıl “Medine-i Münevvere” hâline getirdiyse, son kitap olan Kur’ân-ın bu ayda inmesi de, sıradan bir ay olan Ramazan’ı “Mübarek ay” yapmıştır.

Allah’ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği, yaratılmışların en şereflisi, Allah’ın en sevgili kulu, insanların yüksek ve en mükemmel ahlak örneği, peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed’e (sav) peygamberlik görevi bu mübarek ayda verilmiştir.

Ramazan, oruç ayıdır. Ramazan, Kur’ân ayıdır. Ramazan, takva ayıdır. Ramazan, Allah’ı yüceltme ayıdır. Ramazan, şükür ayıdır. Ramazan, doğruyu bulma ayıdır. Ramazan, tevbe ayıdır. Ramazan, itikâf yani tefekkür ve taabbüd ayıdır. Ramazan, Allah’ın koyduğu sınırları gözetme ayıdır. Ramazan, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini içinde saklayan bir aydır.

 

2.               RAMAZAN AYINI NASIL KARŞILAMALIYIZ?

Önceden ecdadımız Osmanlı’da ramazan ayı geldiğinde halk bayram ederlermiş. Af, mağfiret, rahmet ve bereket ayına kavuştuk diye şükürlerde bulunurlar ve bir birlerini tebrik ederlermiş. Ramazan bitimine yakın, sanki evlerde cenaze varmış gibi matem esermiş. Elveda Ey Şehri Ramazan mahyaları camileri süslermiş.

Bir zamanlar RAMAZANIN gelişine sevinen dedelerimizin şu an, RAMAZANIN gelişiyle üzülen nesillerini yetiştirdik. Ramazanın içinde ağlayamayanlar, Ramazanın bereketini idrak edemeyenler Ramazanı şerife girerken ağlıyorlar.

Bağdat’ta, Şam’da, Doğu Türkistan’da, Arakan’da anneler bu gece onlar da sahura kalkacaklar, yarın akşam onlar da iftar edecekler. Geçen yıl iftar sofrasına hurma getiren çocukları zalimlerce öldürülmüş kabirdeler… Onlar kabirdeki çocuklarına ağlayacaklar. Biz evimizde rahat yemek yerken, Müslüman olarak onların acısını duyabilecek miyiz?

Ramazan bizi kucaklayacak, bizi terbiye edecek mi? Acaba melekler manevi halleriyle bizlere de gelerek Hz. Ebu Bekirleri, Hz. Ömerleri manevi olarak tebrik ettikleri gibi bizleri de tebrik edecekler mi?

Ramazanı nasıl karşılıyoruz?

a)      Hacca gitmiş babamızı karşılıyor gibi sevinçle karşılıyor muyuz?

b)      Askerden gelen oğlumuzu karşılıyor gibi karşılıyor muyuz?

c)      Gurbetten dönen eşimizi karşılıyor gibi karşılıyor muyuz?

d)      Ailemizde ramazan geldiği için sevinç mi hâkim yoksa hüzün mü?

e)      Çocuklarımıza ramazan bilincini küçük yaşta verebildik mi?

f)       Çocuklarımız oruç tutmadıkları zaman vicdanımız sızlıyor mu?

g)      Çocuğumuzun okuluna veya işine verdiğimiz önemi Ramazan orucunu tutuyor mu diye de gösterebiliyor muyuz?

h)      Küçük yaşta çocuklarımıza, evimizde eşimize veya torunlarımıza İslam’ın beş şartından biri olan orucu sevdirebildik mi? Oruçla ilgili hükümleri öğretebildik mi?

i)       Yılbaşında evini, dükkânını vs. süsleyen Müslüman. Ramazan geldiği için evini de süsledin mi?

j)       Eğer Kur’ân okumayı bilmiyorsam Kur’ân’ın indiği ay olan Ramazan ayında öğrenmek için çabalayacak mıyım?

3.              RAMAZAN’IN BAŞLICA ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Müslümanlarca sabır, ibadet, rahmet, mağfiret ve bereket ayı olarak kabul edilen, büyük bir coşku ve heyecanla karşılanan RAMAZAN ayının başlıca özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

a) Kur’ân-ı Kerim bu ayda indirilmeye başlanmış olup âyet ve hadislerde bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen (el-Kadir 97/3; Nesâî “Sıyâm”,5) Kadir gecesi bu ayın içindedir.

b) İslam’ın beş şartından biri olan ve müminleri kötülüklerden arındırıp manevi anlamda temizleyen oruç, bu ayda tutulmaktadır.

c) Geçmiş günahların bağışlanmasına sebep olur.

مَنْ صَامَ رَمَضَانَ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ. Ebû Hüreyre"den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim inanarak ve karşılığını Allah"tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”(Buhârî, Îmân, 28)

d) Ramazan ayında cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.

* إِذا جَاءَ رَمَضَانُ، فُتِحَتْ أَبْوَابُ الجنَّةِ، Ramazan geldiğinde cennetin kapıları açılır. (Buhârî 1898)

* إذا جاء رمضانُ فُتِّحَتْ أبوابُ الرحمةِ ، و غُلِّقَتْ أبوابُ جهنَّمَ ، و سُلسِلَتِ الشياطينُ *

 Ramazan ayı girince gökyüzünün kapıları açılır, cehennem kapıları kapatılır ve şeytanlar zincire vurulur. (Buhârî 1899)

e) Oruç, cehennem ateşine karşı bir kalkandır.

الصِّيَامُ جُنَّةٌ فَلا يَرْفُثْ وَلا يَجْهَلْ وَإِنْ امْرُؤٌ قَاتَلَهُ أَوْ شَاتَمَهُ فَلْيَقُلْ إِنِّي صَائِمٌ مَرَّتَيْنِ

Oruç, cehennem ateşine karşı bir kalkandır. Oruçlu olan kimse kötü söz söylemesin ve cahil bir kimsenin yaptığı cahilâne hareketlerde bulunmasın. Eğer birisi kendisi ile kavga etmeye kalkarsa veya kendisine söverse iki kere “Ben oruçluyum.” desin. (Buhârî 1894)

Yüce Allah, her derde bir deva verdiği gibi, her kötülüğe karşı da bize bir korunma vasıtası vermiştir ki oruç ibadeti de bunlardan biridir. Nitekim sevgili peygamberimiz (sav) orucun bu koruyucu özelliğini güzel bir benzetme ile şöyle açıklamıştır: “Oruç bir kalkandır.” Bilindiği gibi kalkan eskiden savaşlarda insanı düşmanın kılıcından koruyan bir vasıta idi. Oruç da Müslüman’ı düşmanı olan şeytana karşı korumaktadır. Müslüman’ı, dünyada günah işlemekten, ahirette de cehennem ateşinden koruyan bir vasıtadır.

Dünyada her kötülüğün başı Allah’ı unutmak ve sorumluluk duygusunu kaybetmektir. Oruç ise bize daima Allah’ı hatırlatır ve sorumluluk duygusunu geliştirir.

 

f) Oruç tutanlar Reyyan kapısından cennete girer.

إِنَّ فِي الجَنَّة بَابًا يُقَالُ لَهُ: الرَّيَّانُ، يدْخُلُ مِنْهُ الصَّائمونَ يومَ القِيامةِ، لاَ يدخلُ مِنْه أَحدٌ غَيرهُم، يقالُ: أَينَ الصَّائمُونَ؟ فَيقومونَ لاَ يدخلُ مِنهُ أَحَدٌ غَيْرُهُمْ، فإِذا دَخَلوا أُغلِقَ فَلَم يدخلْ مِنْهُ أَحَدٌ متفقٌ عَلَيْهِ

Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyamet gününde sadece oruç tutanlar girecektir. Onlardan başka hiç kimse bu kapıdan giremeyecektir. Kıyamet günü: “Oruç tutanlar nerede?” diye sorulacak. Oruçlular ayağa kalkacak ve bu kapıdan geçip cennete girecek. Onlar girdikten sonra bu kapı kapanacak ve o kapıdan bir daha kimse giremeyecek. (Müttekekun aleyh)

Oruç tutmaya özel önem verenlerin, çok oruç tutanların reyyân isimli kapıdan çağırılması, onlara özel bir ikrâmdır. Zira reyyân, "atşân"ın tam karşıtı bir anlam ifade etmektedir. Atşân, "susuzluktan yanmış"; reyyân, "suya kanmış" demektir. Yalnızca dünyada oruç tutarken susuzluk çekenlerin bu kapıdan girecek olmaları ve o kapıdan onlardan başka hiç kimsenin giremeyecek olması gıpta edilmeye layık bir üstünlüktür.

Bazı önemli amellerin özel konumuna işaret edilmek üzere, onların cennete giden yol güzergâhlarında, sekiz cennetin adedine uygun olarak, söz konusu amellerle ilgili ismi olan sekiz ayrı giriş kapısından söz edilmiştir. Namaz kapısı, Oruç/Reyyan kapısı, Sadaka/zekât kapısı,  Hayır/Cihad kapısı, Tevbe kapısı gibi değişik hadislerde bu kapıların isimleri zikredilmiştir. Aslında prensip olarak cennete gidenlerden her biri cennet kapılarındaki amellerin hepsini veya önemli bir bölümünü yaptığına göre, bu kimselerin hangi kapıdan gireceği hangi kıstaslara göre yapılmaktadır? diye sorulursa.. Nevevî bu soruyu şöyle açıklamıştır. Her insanın belli bir amelde ileri gitmesi, onda terakki etmesi, o konuda derinleşmesi söz konusudur. İşte, her insan, en çok temayüz ettiği amelin adıyla anılan kapıdan çağrılır. Bu kimsenin o kapıdan çağrılması, onun temayüz ettiği güzel amellerinin bir ilanı da olmuş olur.

g) Oruç ibadeti sadece Allah içindir. (Gösterişi olmaz.)

كُلُّ عَمَلِ ابْنِ آدَمَ لَهُ إِلَّا الصِّيَامَ، فَإِنَّهُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ،

Hadis-i Kudsî: Allah azze ve celle şöyle buyurdu: “Ademoğlunun işlediği her hayır ancak kendisi içindir; ama oruç ise benim içindir ve onun karşılığını bizzat ben veririm. (M.aleyh)

Hz. Peygamber: “Allah sizin dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, bilakis kalplerinize ve amellerinize bakar.” buyurmuştur.  Ayrıca “ “Ameller ancak niyetlere göre değer kazanır.” buyurmuştur. İnsanın yaptığı ibadetlere riya, gösteriş, desinler veya kendini beğendirme arzusu karışabilir. Ancak oruç ibadetinde bu yoktur. Çünkü kişinin oruç tutup tutmadığını ancak kendisi bilir. Yani tenha bir yerde yiyerek, ben oruçluyum diye insanları kandırabilir. Bu sebeple gerçek manada tutulan oruç ancak ve ancak Allah içindir ve mükâfatı ise cennettir.

 

4.               AZALARIMIZA DA ORUÇ TUTTURABİLİYOR MUYUZ?

 

مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالْعَمَلَ بِهِ، فَلَيْسَ لِلَّهِ حَاجَةٌ فِى أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ.”

(Oruçlu olduğu halde) Yalanı ve yalana göre hareket etmeyi terk etmeyenin yemeyi içmeyi bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur! (Allah onun aç kalmasına değer vermez). (Buhârî savm)

رُبَّ صَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ صِيَامِهِ إِلاَّ الْجُوعُ. وَرُبَّ قَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ قِيَامِهِ إِلاَّ السَّهَرُ

Oruç tutan nice kimseler vardır ki oruçtan nasibi sadece aç kalmaktır. Geceyi ibadetle geçiren nice kimseler vardır ki kıyamdan nasibi sadece uykusuz kalmaktır. (İbn Mace Sıyam)

Sadece aç kalarak oruç tutuyorsak yani oruç bizde ahlaken bir değişiklik yapmıyorsa biz oruç tutmuş sayılır mıyız? Kendimize şu soruları mutlaka soralım.

a)      Oruçluyken yalan konuşuyor muyum?

b)      Yalan ile ticaret yaparak milleti kandırıyor muyum?

c)      Ölçü tartıda hile yapıyor muyum? وَيْلٌ لِلْمُطَفِّفٖينَۙ Ölçü ve tartıda hile yapanlara yazıklar olsun. (Mutaffifîn 83/1) Ticaret yaparken bu ayeti hatırlıyor muyum?

d)      Günah işliyor muyum? Oruçluyken günahı terk ettim mi yoksa günahta ısrarcı mıyım?

e)      Agresif tutum sergileyerek herkesi kendimden nefret ettiriyor muyum?

f)       Oruç tutuyorum diye evimde terör estiriyor muyum?

g)      Oruç ahlakımızı güzelleştirdi mi?

5.                RAMAZAN BİZİM İÇİN İBADET AYI MI YOKSA İSRAF VE GÖSTERİŞ AYI MI?

İftarda ve sahurda yediklerimizin resimlerini facebookta veya twitterde paylaşarak herkese reklam mı yapıyoruz. Yoksa gerçekten yemeklerimizi fakirlerle mi paylaşıyoruz.

Ramazanda süpermarket kuyruklarında mı vakit harcıyoruz yoksa Bedir savaşını Ramazan ayının 17. Günü 4 kiloluk kılıçlarla oruçlu olarak yapan sahabeler gibi mi oruç tutuyoruz.

Biz ramazanı değil, Ramazan bizi değiştirmelidir. Değişmek için Ramazanın manevi atmosferine ruhumuzu teslim etmemiz gerekmektedirç Tarih boyunca dinler, dinlerin ibadetleri bizi değiştirmeye gelir ama insanlar onları değiştirmeye çalışır. Onun için özellikle Ramazan aylarında dikkatli olmalıyız. Ramazanı bir eğlence sektörüne dönüştürerek onun ruhunu incitmemeliyiz. Yardımlaşma, dayanışma ve kaynaşmaya aracı olması gereken ramazan ruhu, israf ve gösteriş dolu resepsiyonlar, belediye organizasyonları ve lüks otel restoranlarında gösterişli iftar ve sahur programları ile dini amaçtan uzaklaştırılmamalıdır. Kısaca Ramazanı gösteriş ve eğlenceye dönüştürerek, onun muazzez ruhunu incitmemeliyiz.

 

6.                 ORUÇ TUTMANIN HİKMETLERİ NELERDİR?

 

"Orucun en temel hikmeti nedir?" Orucun farz kılındığını belirten âyet şöyle diyordu: "Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Ola ki [Allah'a karşı gelmekten] sakınırsınız." (Bakara, 183) Evet... Orucun farz kılınmasının en büyük hikmeti, bizi takvaya ulaştıran bir vasıta olmasıdır. Takva ise "Allah'ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak suretiyle kişinin kendini korumaya alması, Allah ile arasını bozmaktan sakınması" anlamına gelmektedir.

Şimdi de şunu soralım: Oruç bizi nasıl takvaya ulaştıracak? Oruç anında yasaklanan şeylere bakalım: Yeme-içme, ilişkide bulunmak. Bunların temel özelliği insanın kendisinin ve soyunun hayatının devam etmesi için zorunlu olan şeyler. Yeme-içme olmazsa insan yaşayamaz. Meşru ölçüde karı-koca ilişkisi olmazsa insanın soyu devam edemez.

Oruçluyken kişi en zaruri olan şeyleri bir ay boyunca tan yerinin ağarmasından güneşin batışına kadar olan sürede, yani günün en cafcaflı zamanında terk etmekle sınanmaktadır. Oruç gün içine yayılan ve dışarıdan bakıldığında tespit edilmesi mümkün olmayan bir ibadettir. Mesela evde ve tek başınızasınız. Diliniz damağınıza yapıştı, karnınız açlıktan zil çalıyor ama daha iftara 10 saat var. Siz biliyorsunuz ki Allah (c.c.) sizi her an görüp gözetmekte. Hiç kimsenin olmadığı anda da o sizin yanınızda. Buzdolabındaki buz gibi suya eliniz uzanamıyor, yemeğe eliniz uzanamıyor. Oruç sizde öyle bir bilinç hali oluşturuyor ki “bu bana yasak” diyorsunuz ve Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten uzak duruyor, kendinizi frenliyorsunuz. İşte takva tam da budur.

Bir ay boyunca zorunlu olan ihtiyaçlarını terk etmeye alışan insana oruç şunu diyor: Ey insan, Sen, Rabbin istedi diye yemeyi-içmeyi, meşru ilişkiyi terk edebiliyorsun. Öyle ise haram olanı haydi haydi terk edebilirsin. Yemeği ve suyu terk edebiliyorsan haram yiyecekleri, içkiyi de terk edebilirsin. Helal ilişkiyi terk edebiliyorsan zinayı haydi haydi terk edebilirsin. Böylece "zorunlu / helali terk etme bilinci" gelişmiş insan "zorunlu olmayan / haram olan şeyleri terk etme" konusunda bir eğitim almış oluyor.

Bir ay boyunca helali terk etmeye alışmış insan, bu bir aylık eğitime rağmen Ramazanda veya sonrasında haram olan bir eylemi yapması o işe gitmesi orucun mantığının / hikmetinin / felsefesinin hiç kavranmamış olduğunu gösterir.İşte tam da bu gibiler için Allah Resûlü şöyle buyuruyor: "Nice oruç tutanlar vardır ki onların oruçtan yegâne payı aç ve susuz kalmaktır. Nice kıyama duranlar [namaz kılanlar] vardır ki onların bu kıyamdan payı yorgun /uykusuz düşmektir." (Müsned, İbn Mâce)  (Soner Duman/1.Ramazan.1443/02.Nisan.2022/Cumartesi)

 

a) Oruç insana sabırlı olmayı öğretir. Oruç insanın aşırı isteklerine ve ihtiraslarına engel olur. Oruç tutanlar daha sabırlı ve metin olur. Peygamberimiz (sav)  الصِّيَامُ نِصْفُ الصَّبْرِ oruç sabrın yarısıdır, buyurmuştur. Oruç, bir sabır sınavıdır. İnsan oruçlu iken önünde duran yemeğe elini uzatmaz. Oruçlu olduğu sürece açlığa, susuzluğa ve her türlü günah ve kötülüğe karşı sabreder.

 

b) Oruç sağlığı korur. Hz. Peygamber (sav)  صوموا تصحوا   “Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz.” buyurmuştur. Senenin diğer aylarında devamlı çalışan ve yorulan mide, oruç aracılığıyla dinlenme imkanı bulur. 1940 Nobel Tıp Ödülünü kazanan ünlü bilim adamı Dr. Alexis Carrel, oruç sırasında organizmalarda depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını, sonradan bunların yerine yenilerinin geldiğini, böylece bütün vücutta bir yenilenme olduğunu anlatarak orucun sağlık bakımından çok faydalı olduğunu söyler.

Fransız Profesör Pierre Moulin şöyle der: “İslam dünyasının en yararlı kurumlarından biri oruçtur. Oruç bedenin hem fiziksel hem de ruhsal dinlenişidir. Dokuları temizler, birikmiş toksinleri ve zehirleri atar. Müslümanlar böylece her yıl bir ay bedenlerini dinlendirirler. Hristiyan dininde orucun bulunmaması büyük bir kayıptır.”

c) Oruç nimetlerin kıymetini öğretir. İnsan elinde olan nimetlerin kıymetini ancak bunlar elinden çıktıktan sonra anlar. Oruç tutarak bir süre bu nimetlerden uzak kalan insanın gözünde bu nimetlerin değeri daha iyi anlaşılır.

d) Oruç merhamet duygularını geliştirir. Hayatında açlık nedir bilmeyen varlıklı bir insan, yoksulların çektiği açlık ve sıkıntıyı gereği gibi anlayabilir mi? Onların çektiği ıstırabı yüreğinde duyabilir mi? Ebetteki gereği gibi duyamaz. Fakat bu insan oruç tutarsa, açlığın ne olduğunu bizzat tatmış olur.

Zenginler oruç sayesinde fakir ve yoksulların durumunu daha iyi anlarlar. Böylece bireyler arasında yardımlaşma, acıma, şefkat ve merhamet duyguları gelişir.

e) Oruç ahlakımızı güzelleştirir. Oruç belli bir süre aç kalma olayı değildir. Oruç köklü bir irade terbiyesi, insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, insana iyi huylar kazandıran bir ahlak eğitimidir. Oruç toplumun ahlaki hayatını değiştirir. İyiye ve güzele götürür.

f) Oruç kötülüklerden korur. İlahi bir emir olduğu için ramazanda kendisine helal olmayan şeyleri yapmayan kimse harama hiç yaklaşamaz.

 

ÖMRÜ RAMAZAN OLANIN AHİRETİ BAYRAM OLUR.

 

Hazırlayan: Nuri İLKATMIŞ